4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1519
Okunma

Bahar geldi
Çiçeklere gün doğdu
Kamburu çıkmış ağaçlar filizlendi
Nefessiz kaldı tüm mahlûkat
Her papatya bir yaratılmışı ifade ediyor
Bulutlar yağmurları çağırıyorlar
Gökten bitmez tükenmez kayıplar yağıyor
Rüzgâr üşüyen çatlak tenime sessiz dokunuyor
Kendine yetmeyen bu şehirde
Kalabalık bir sensizlik var
Ve bu şehir
Yüreğime ağır ayrılık detayları bırakıyor
Ve ben sana gelebilmek için
Zehrin ölümcül elinden tutuyorum
Ah ey naz gülistanının en gözde nazlısı
Yüreğime elemli bakışlar konduran
Karagözlü Leyla
Beni güneşsiz bırakan İstanbul’u
Naz denizinde boğ artık
Ölüm rabıtası tadında
Gönül nağmelerini akıtıyorum
Güneyin yoğun sıcaklığını andıran
Bezgin mısralar diziyorum
Derinden derine sükûnet nöbetine tutuluyorum
Yanan ciğerim bir ateş koruna dönüşüyor ayrılığın
Sahibini terk eden mavi taşlı gerdanlık gibi duruyor
Yaman bir sille oluyor ömrümün en bereketli vaktinde
Ah ey özlemin sancısını yüreğime eken
Sılamın nazlı zebanisi
Ruhumun mavi kelebekleri
Teselli arıyor
Bir gecelikte olsa
Düşlerimde duy sesimi
Seni bende taşıyan
Beni benden al
Ya da
Ruhuma elemli öpücüklerin
İzini bırakma artık
Aynaların dayanılmaz ihtiraslarını
Ve ayak takımı alışkanlıklarımı rendeliyorum
Pişmemiş duygularımı
Çekiç örs kıskacında dövüyorum
Bitirmek için kendimi
Kendimden bir ben yeşertiyorum
Ve başlıyorum
Her tarafı dolmuş sayfaya
Her iklim bir başka yeşeren
Kırımızı gülümü nakşediyorum
Ah ey kekik kokulu yamaçların
Nazlı sümbülü
Sana sığınmış yüreğimi
Açık kahve gözlerinle
Isıt artık
Büyük değerler
Seninle derin manalar yükleniyor
Buharı tüten yanık sevgiler
Seninle külleniyor
Kelimeler sisli hatıratların arkasında
Seninle canlanıyor
Kapıları hiç açılmamış
Yıkık sarayın birer sütunu duygular
Seninle yükseliyorlar
Firari olan aşk
Seninle yaşama dönüyor
Ah ey naz limanı
Yetti artık
Bilinmez Ummanlarda
Bin bir gece masallarındaki
İliği kurumuş düşünceleri taşıyan
Yıkık dökük geminin serüveni
Aç artık
Özlem dalgalarıyla çalkalanmış kıyılarını
Artık demir atılsın sılaya
Mercan adasının sahilinde
Sedeflere dokunmak istiyorum
Çırılçıplak düşler yolumu kesiyor
Ayrılık kokan tenine
Zemheri bir alınganlıkla yanaşıyorum
Sen diye kaleme dokunuyorum
Çenesi düşük bir koku
Sıla iksirine zehir katıyor
Bütün mavilikler yosun rengine dönüşüyor
Ve doyumsuz duygularım ızdıraba doyuyor
Ah ey naz ateşinin gölgesi
Özgürlük meşalesini yak ta
Çöl kasırgaların beni
Senin yemişlerinin vahasına ulaştırsın artık
Ah ey naz pınarı
Sensizlik ateşini tutuşturan bu yağmurların
Vakitsiz bir bir düşen yeşil yaprakların
Özlem teneşirine uzatılan düşleri
Bir anlamı olmalı artık
Senin düşlerinde ellerim ellerinde sıcak
Benim düşlerimde
Karanlık dehlizden bir mecra açılıyor
Şehrin güneşe susamış yüzünde
Salyangoz ruhlu rastlantılar çoğalıyor
Öpülmeye mahkûm bir kurbağa
Gemileri yakıyor
Mutluluğun soykırımı var Hadımköy’de
İstanbul kör oluyor
Ah ey naz semasının masum hilali
Bu şehrin karanlık gecelerinde
Ateş böceğimi yitirdim
Artık yüzünü göster
Ve tebessüm et
Diz çöksün İstanbul
Acıyla kavrulan hücrelerimden
Bulutlar oluşuyor
Sensizlik rüzgârı
İstanbul’u karanlığı boğuyor
Yağmur yağıyor durmadan
Ve yine sen kokuyor
Ve ben yine nefessiz kalıyorum
Bardağın dibindekilerini bir kaynama aldı
Taşıyor
Yenilenmiş hücrelerim
Çiğ yürekli insanlara dönüşüyor
Seni sayıklamak için rüyalarımda
İçimde bir aşk kâbusu büyütüyorum
Bu bahar yeniden acılarım filizleniyor
Duygularım yağmurlara esir olurken
Bu tramvaya aklım yenik düşüyor
Ah ey naz kasırgasının sonsuzluk okyanusu
Med-cezirlerinden yüreğimin benzi soldu
Yoruldum
Din artık