VARLIĞIYLA AVUNDUĞUM HİÇ OLMAYANIM
İçinde “sen” geçen her cümlemin
tam da “sana” bakan karanlık cephesinde, Küçük, zenci bir menekşe uyur, Kara gözleri geceye mahmur. Çöl kokan anavatanını,rüyasında unutur. Ve sana rağmen,bana inat, Bir damla suyla ilkbahar olur. İçinden “sen” kod adıyla geçtiğin her cümlenin, İşte tam ortasında,şu gözaltındaki beninde, Karaşın bir nişane yüzünde Kimi masum bir leke,kimi arsız bir tümör, Kim bilir hangi eski dünyanın,hangi kayıp kıtasının Ucunu kurtların kemirdiği,en denizsiz atlasında gizlenir, Kanser gibi apansız ve sinsice, vurur... İçinden “sen” olduğunu söyleyip geçtiğin her cümlemin, şu boşluk manzaralı penceresinde,yani “sen”inde, Derin denizlere açılan bir dehliz bulunur, Çoğul eklerin sığamayacağı kadar dar, Yalnızlığın korkacağı kadar kalabalık, Tekil şahıslar giriftliğinde boğulur. İçinden “sen”den başka hiçbirşeyin geçemediği bu cümlede, Varlığının zemheri ayazı üşütür bütün öğeleri, vuslatla ilgili tüm fiiller Ve umut yüklü bütün ırgat kelimeler, Sensiz ve sıcak bir virgülün kıvrımında,birbirine sokulur. İçinden gelip-geçtiğin her cümlem, Öyle öksüz,öyle ıssız,öyle mecnun,öyle kambur, Her geçişinde nöbetlere tutulur. Beklenen bir özne değil,bir zamir, ”biz”... Gözleri yollara mıh gibi çakılı durur. “sen”! kendine adanmış yolcu, içini asla dolduramadığım anlamsızlıklar yumağı, patika yollarında kaybolduğum harikalar diyarı... hep bir adım arkamdan takip eden gölgem, varlığıyla avunduğum hiç olma/yanım, (sen)i parantezlere hapsedeyim, noktalara nakşedeyim, Ne olur geçip gitme artık cümlelerimden Kal... |
Şiir yüklü zamanlara...