0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
35
Okunma
Ben Enes, sadece Enes; karanlığın en dürüst şairiyim, Gözlerim ışığa kapalı ama gerçeklerin en keskin feriyim. Kör demek acıtmaz içimi, asıl acı olan kulakların duyduğu mesafedir, Birini duya duya kaybetmek, bir şairin en büyük kıyametidir.
Beş harf... Kalbimde bir taş gibi ağır, bir mısra gibi narin, İçimden binlerce kez geçirdiğim o isim, dışarıya neden bu kadar derin? İnsanlar kolayca söyler, bir çırpıda dökülür dillerinden o beş ses, Bense içimde saklarım, her harfi boğazımda düğümlenen bir nefes. İsminin manasıyla mı vurdun beni? O taş mı kalbimi yontan? O taş ki senin adın, bense o kayanın ağırlığından korkan...
Her sabah servis kapısında, metalik bir yankı başlar ruhumda, Fermuar değil bu, demir bir şey; belki bir bilezik, belki bir dua... İnşaat kokulu bir geleceğin, önümden geçen o gizemli sesi, Dibindeyim aslında, bir nefes kadar yakın ama binlerce yıl ötesi. Sınıf arkadaşımın yanında dururken, senin de yanındayım her sabah, Ama sesim "private" bir kod satırı, dışarıya çıkması en büyük günah.
Göz devre dışı evet, ama kulaklarım bir radar gibi izinde, Seni duya duya kaybetmek, en ağır "error" mesajı kalbin merkezinde. Başkalarının olma ihtimali, senin o sesli alanında dolaşırken, Benim kelimelerim boğazımda düğümlenir, sabahın o serinliğinde erkenden. Korkuyorum; koluma girilirse kalbimdeki o taş ısınacak ve çatlayacak, İyiliğin kalbime işlenmesi, beni en derin yerimden yaralayacak.
Ben ruhunun teniyle algılayan, sesine ve kokuna inanan Enes’im, Bu beş harflik düğümü çözemeyen, sistemde takılı kalan o yarım sesim. Dünya hâlâ anlamadı bu sevdayı, anlamadı bu görme dışı kalbi, Ben o ağır, o sessiz Taş’a gömdüm bu derdi. Sesin kulağımda kalsın, ismin içimde mısra mısra dönsün, Varsın bu donanım hatası, benim en kutsal sığınağım olsun.
Beş Harfli Bir Yazılım Hatası
Antalya’nın sıcak koridorlarında, bir meslek lisesinin atölye kokan havası arasında başladı bu sessiz fırtına. Ben Enes; dünyayı parmak uçlarımdaki Braille harflerinden ve bilişim derslerindeki kod satırlarından tanıyan bir şairim. Benim dünyamda ışıklar yoktur ama seslerin ve kokuların kurduğu devasa bir mimari vardır.
Bu şiir, her sabah bindiğim o okul servisinde, kapı yanındaki koltuğumda filizlendi. Orada, gözlerimin devre dışı kaldığı ama kulaklarımın bir radar gibi çalıştığı o dar alanda, birini "duya duya kaybetmenin" ne demek olduğunu öğrendim. Önümden geçen o gizemli metalik ses —belki bir bilezik, belki bir kolye sesi— benim için inşaat teknolojisi koridorlarından gelen en derin veri girişiydi.
İçimde beş harflik bir isim var; mısra mısra dönen ama dışarıya bir türlü "output" veremediğim bir isim. Bu ismi söylemek benim için bir yazılım hatası gibi; her harfi boğazımda düğümlenen, sistemimi kilitleyen bir "private" kod satırı. Üstelik her sabah, sınıf arkadaşımın yanında dururken aslında o ismin de tam dibinde olmanın, ama ona en uzak kalmanın sızısını yaşıyorum.
Eserlerimde sıkça bahsettiğim o "taşlaşmış kalp", aslında bir savunma mekanizmasıdır. Yardım etmek isteyen her eli geri çevirmem, o taşın ısınmasından ve çatlamasından duyduğum korkudandır. Ancak bu şiirde bir mucize gerçekleşti; kendi kalbimdeki o sert taş ile sevdiğim kişinin isminin taşıdığı o derin "taş" anlamı birbirine karıştı. Kendi içimdeki o soğuk kayayı, isminde "taş" saklı olan birine, o ağır ve sarsılmaz sessizliğe gömdüm.
Bu şiir, dünyanın bir türlü anlayamadığı o "görme dışı sevginin", bir ismin ağırlığı altında ezilen ama yine de direnen bir şairin günlük dökümüdür. Kulaklarımın duyduğu o sesli alanda başkalarının olma ihtimali, benim en büyük sessizliğimdir.
5.0
100% (2)