2
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
89
Okunma

Ölene kadar cevabını veremeyeceğim sorular var içimde…
Gecenin en kör vaktinde kalkıp omuzuma çöken,
uykusuzluğun bile unuttuğu bir yorgunlukla
kalbimin kıyısına oturup beni seyreden sorular.
Her şeyi tek başıma yapmak,
beni gerçekten büyüttü mü
yoksa içimde hâlâ hiç büyümeyen,
yalnızlıktan yapılmış yaralı bir çocuk mu saklı,
bilmiyorum.
Ben susmayı öğrendim önce…
Çünkü bazı acılar bağırınca değil,
Yutkununca daha çok acıtıyor insanı.
Gözlerim alıştı karanlığa,
ellerim alıştı kimseye uzanmamaya,
kalbim alıştı kimseden bir şey beklememeye.
Belki de büyümek dediğin,
her darbeden sonra kendi kendine toparlanmayı öğrenmektir.
Ama içimdeki o çocuk,
her toparlanışımda biraz daha kırılıyor sanki.
Birine anlatmak istesem,
kelimelerim boğazımda kuyu gibi derin bir karanlığa düşüyor.
Sormuyor kimse,
“Nasılsın?” derken bile gerçekten duymak istemiyorlar cevabı.
Ben de yıllardır
“İyiyim” demeyi bir zırh gibi taşıyorum üzerimde.
O kadar alıştım ki,
bazen gerçekten iyi olduğumu sanıyorum—
ama gecenin en sessiz yerinde
o çocuk elimden çekip hakikati yüzüme vuruyor.
Korkularım var…
Büyüdükçe küçülen,
güçlendikçe daha da ağırlaşan.
İnsan en çok kendinden kaçıyor zaten;
ben de yıllardır gölgemle kovalamaca oynuyorum.
Ne ileri gidebiliyorum ne geri dönebiliyorum…
Yarım kalmanın en acı hâlini yaşıyorum kendi içimde.
Ve bazen düşünüyorum:
Belki de içimde büyümeyen çocuk
benim en gerçek yanım.
Kimseye anlatamadığım kırgınlıkların,
tutamadığım gözyaşlarının,
diz çöktüğüm duaların taşıyıcısı o.
Beni ayakta tutan da o aslında…
yaralı, suskun, ama inanılmaz dirençli.
Ölene kadar bazı soruların cevabı olmayacak biliyorum.
Ama şunu da biliyorum:
İçimde büyümeyen o çocuk,
bütün karanlığa rağmen
hayatta kalmayı bana öğreten tek ışık.
5.0
100% (2)