Kendi HapishanemBir sabah, tanımadığım bir gülüşle uyandım. Ayna kırılmış, yüzümdeki çatlaklar gözlerime sığmaz olmuş. Kimdim ben? Adımı unuttum, ya da hiç bilmiyordum. Odamda asılı bir takvim vardı, Ama tarihler hep aynı: geçmiş. Geçmeyen geçmiş, bir zincir gibi bağlı boynuma. Nereye gitsem, yankısını taşıyorum içimde. Duvarlarla konuşmayı öğrendim. Taşların sabırlı olduğunu söylediler, Ama bir taş bile benim kadar suskun olamazdı. Bir kalem buldum sonra, Bildiğim tek dost, tek sırdaş. Sayfalar dolusu kelimeye can verdim, Ama her cümlede biraz daha öldüm. Sözcükler kaçtığım dünyaya dönüştü, Kurtoğlu’nun günlüğü bu: Akılsızlığın aklımı çaldığı bir gece yazmaya başladım. Dışarıda hayat devam ediyormuş, dediler. Ama hangi hayat? Benim solduğum yerde çiçekler nasıl açabilir? Küçük bir pencere varmış odamda, Ama ben hep kapıya bakıyormuşum. Bir gün o kapı çalınır diye… Kim gelir? Bilmem. Ama umut, deliliğin en keskin yanı. Ve en acımasız düşmanı. Bir yudum su içtim, Gökyüzü boğazımda düğümlendi. Yağmur olsam, toprağıma düşer miyim? Ya da rüzgâr olsam, Kendi sessizliğimi sürükler miyim? Bir adım atsam dışarıya, Ayak izlerim hangi yola çıkar? Belki de dönüp dolaşıp hep aynı karanlığa varır. Ya da yol yoktur, sadece yorgun bir yürüyüş vardır. Bazı geceler yıldızlara bakıyorum. Beni çağırıyorlar mı, yoksa ben mi anlam yüklemek istiyorum? Aramızda ne çok mesafe var, Ama yine de yakınım sanki onlara. İnsan dünyadan kopunca göğe yaklaşır mı? Yoksa sadece kendine mi uzaklaşır? Her gün biraz daha az ben oluyorum. Kimse fark etmiyor, ama eksiliyorum. Bir yüzüm vardı eskiden, insanlar bakar ve gülerdi, Şimdi sadece bakıyorlar. “Acıma” doluyor gözlerinden, Ama acıma bir iyilik değildir, bunu kimse bilmiyor. Bir ses bekledim yıllarca, Kapıyı aralayıp “Hadi” diyecek bir ses. Ama rüzgârın uğultusundan başka bir şey yok. İnsan susunca anlar zannediyor, Ama oysa susmak, cehennemin kapısı. Kendi sessizliğinle baş başa kalınca, Delirmek bile bir kurtuluş gibi geliyor insana. Sahi, delilik nedir ki? Beni diğerlerinden ayıran ne? Onların kurallarına uymamam mı, Yoksa kendi dünyamı kurmam mı suç? Belki de delilik, özgürlüğün gerçek adı, Ve ben o özgürlükte kaybolmuş bir mahkûmum. Geceler uzuyor, sanki bitmek bilmiyor. Karanlıkla dost oldum artık, O, beni yutmaya çalıştıkça ben ona sarılıyorum. Bir boşluk var içimde, Kıyametin kopmasını bekleyen, Ve hiçbir şeyin sığamayacağı kadar derin. Zaman… Bir yolculuk bu, sonsuz bir bekleyiş. Bazen akrep yelkovana küsüyor, Ve saatler duruyor. Ama benim için zaten zaman hep aynı yerde: Hiç geçmeyen bir an, Düşmediğim bir uçurum. Pencereme kuşlar konardı eskiden, Bir umut bırakırlardı kanatlarında. Şimdi kimse uğramıyor, Sanki varlığım bile unutulmuş. Belki de gerçekten yokum. Bunu düşündüğüm anlar oluyor, Bir hayal miyim, Yoksa kendi hayalime mi mahkûmum? Kalbim bir ritim tutturmaya çalışıyor, Ama notalar birbirine karışmış. Öyle ya, hayat da böyle değil mi? Birbirine çarpan anlar, Unutulan yüzler, Ve hatırlanmaktan yorulmuş bir geçmiş. Kendime söz verdim bir gece, Bu odayı terk edeceğim diye. Ama kapıyı açtığımda anladım: Kilit dışarıda değil, içimde. Ben, kendi parmaklıklarımı ören usta, Kendi zihnimde yankılanan mahkûmum. Bazen düşünüyorum, Delilik bir duraksa, Varış neresi? Belki de bu yolun sonu, Bir insanın kendini unuttuğu yerde başlıyor. Beni yargılamayın. Ben zaten kendimle kavgalıyım. Hangi aynaya baksam, çatlaklarımdan utanırım. Ama bazen gülmek de güzel, Kendi deliliğime, Kendi unutulmuşluğuma… Ve kalem elimde, Son bir cümle arıyor gibiyim. Ama yazamıyorum, çünkü son diye bir şey yok. Her şey, bitti sandığın yerde yeniden başlıyor. İşte böyle. Kurtoğlu’nun günlüğü bu: Kelimeler var, ama cümle yok. Bir düş var, ama uyanmak zor. Belki de hiçbirimiz farkında değiliz, Hepimiz bir günlüğün sayfalarında kaybolmuşuz. |