FERİDE’NİN HAZİN DÜĞÜNÜ
Feride anlatıyor:
İsmim Feride, bu benim düğünüm… Anlatayım da dinleyin!..Karlı bir kış gecesinde dünyaya gelmişim… Babamın yedinci çocuğuyum. İlkokul birinci sınıfa gidiyorum. Bir akşam eve gelgeldiğimde kadın erkek ağlaşmalar ve kalabalıklar gördüm…Birden ürperdim, dilim tutuldu, yutkundum, konuşamadım. Annem sekizinci çocuğunu dünyaya getirirken ölmüştü... Dünya başıma yıkıldı sandım… On yaşına kadar öksüz büyüdüm. Babam çevredekilerin ısrarına dayanamayıp evlendi. Üvey anam çok müsrif bir kadındı. O geldikten sonra evimizde bet bereket kalmamıştı. Geçim darlığı çekmeye başladık. Ablalarım bu duruma çok üzülmekteydi. Babam ise endişe ve sıkıntı içerisindeydi… Nitekim daha fazla dayanamayıp o da vefat etti... Bir müddet sonra analık evimizi terk edip baba evine döndü… Kardeşlerimle anasız ve babasız kala kaldık. Amcam evimizin her türlü ihtiyacını karşılıyor bize her konuda yardımcı oluyordu.Günler, aylar, yıllar bu minval üzere geçti. Ablalarım bir bir gelin olup gitmişti. Ben yapa yalnız kalmıştım... Son ablamın da gelin gittiği gün bana daha çok dokundu... Gözlerimi odanın duvarlarında, eşyalar üzerinde gezdirdim… Duygularım şöyle sıralandı. Hey gidi güzel oda, bir zamanlar annemin babamın gelin odasıydı. Gözlerim bir noktaya dikilip kaldı... Tasalı ve kaygılıydım... Dört duvar arasında yapa- yalnız kaldım. Beni hafakanlar basıyordu. Yalnızlık çok acı!.. Bir müddet odanın duvarları ve de eşyalarla konuşup yatağıma uzandım. Gecenin karanlığı ile yüreğimi bir korku kap- lamıştı uykum kaçmıştı… Uyku girmeyen gözlerimi sıkmaktayım. Uyuyup bu kasvetli havadan kurtulmak istiyorumdum!.. Ama ne gezer? Uyumak ne mümkün? Bir oyana bir bu yana dönüyorum, nafile bütün gayretlerim boşa gidiyordu... Yatağımın üzerine çökerek, gecenin sessizliğini çözen hıçkırıklarla ğlamaya başladım... Ağladım, ağladım, ağladım... Ağlamaktan yorulmuştum. Vücudum kan, ter içinde kalmıştı. Gözümde yaş boğazımda hıçkırık, yorgun ve bitkin gözlerle, olduğum yer de uyuya kalmışım... Aradan uzun zaman geçti. Büyüyüp serpilmiştim. Beni gören komşu kadınlar evlenme çağımın geldiğini söylüyorlardı... Bir gün amcamla, baba annemin konuşmalarını istemeyerek duydum... - Ana, Feride’nin avucuna kınayı yakıp gelin etmeden içim rahat etmez diyordun ya, artık için rahat etsin, gönlünü ferah tut!.. Amcam aniden sürpriz yapıp anasının yüreğini hoplatmıştı!.. - Oğul beni merakta bıraktın!.. Otur da anlat hele!.. - Anacığım kasabadan tanıdığım bir arkadaşım vasıtasıyla oldu bu iş. Bulgurlu köyünde asil bir ailenin oğlu Feride’ye talip, ben bu iş uygun görürüm. Birbirlerini görsünler! Sen Feride’nin ağzını bi ara, he derse bu iş olur... - Mübarek ola oğul Allah utandırmaya... Sonunda bu işe karar verildi. Düğün dernek kuruldu. Davul zurnalar kulakları çınlatıyordu...Davullar dövüldü. Bayraklar açıldı. Düğün ilan edildi. Bütün köy halkına davetiye gönderilip düğün şekeri dağıtıldı. Bu işler başladığından beri yemelerden içmelerden kesilmiştim… Düğün başlar başlamaz eline defi alan oynamaya başladı. Ne hazindir ki ağlayan tek kişi vardı oda benim... Eller gülmekte ağlayan benim... Ayrılık hasreti içime çöreklenmişti… Kalbim sıkışıyor, üzerime ağırlık çöktükçe çöküyordu. Ağlıyorum, gözlerimden yaşlar akıyor. Ayrılık ne kadar zalimmiş meğer, kalanı da gideni de yıkıyor. İnsan birçok şeyin kıymetini kaybedince anlıyormuş meğer. Kocaman bir yalnızlığa düştüm… Kendimi dipsiz bir kuyu da gibi hissediyorum... Üzüntüden sararıp solmuştum...’’Babaanem, “böyle asık suratlı gelin olmaz kurban!.. Gülüp söyleyecek, oynayıp zıplayacak yüzün de güller açacak zamandır. Diyordu. Beni teselli için söylenen sözler bir kulağımdan girer ve öbür kulağımdan çıkardı. İçimde ki bin bir türlü kuşkularım, kuşlar gibi çırpınan körpecik yüreğimi yoruyordu. Kuşkulu, çok tasalı, düşünceler peşimi hiç bırakmıyordu… Ailem, kendi aleminde... Benim üzüntümün kimsecikler farkında değildi. Kuzular kesilip sırığa takıldı, kazanlar ataşelere verilip, şerbetler hazırlandı. Pilavlar pişirildi, ayranlar hazırlandı. Davullar düğüne gelen misafirleri yarı yolda karşılar. Hoş geldin tokmağını iştahla vurur, bahşiş toplardı. Bahşişler bol olunca da davullar, zurnalar daha kıvrak çalar, davullara tokmak daha bir coşkulu vurulurdu. Deyişler, söyleyişlerle halaylar çekilirdi. Ortaya çıkan gelinler, kızlar pervane kesilirdi. Oynayanları seyrederken benimde kafamda binlerce düşünceler kaynaşıyordu. Babaannemin seslenişiyle kafamdaki rakseden derin düşüncelerden kurtuldum… Babaannem: “ Kurbanım Feride’m. O iri maviş gözlerin, o yanakların kırmızı gül yaprağını andırıyor. Söğüt dalı gibi ince ahenkli o vücudun neden böyle titriyor kurban? ” Dedi, Bana böyle söylerdi fakat kendisinin ağlamaktan gözleri şişmişti, burnu kızarmış, yüzü solmuştu. Kara kaşlı, gül nakışlı torununa ağlamaklı bakıyordu, bir daha bakıyordu... Yengeler saçımı örüp de gelinliğimi giydirince başımdan kaynar su döküldü sandım. Nutkum tutuldu, ürperdim, dokunsalar ağlayacaktım. Ağlamak için bahane arardım. Kalbim çarpar, bütün vücudum titrerdi. Boğazım gıcıklanıyordu, nutkum durmuştu… Babaannem ve komşu kadınlar ağıda durunca, fırsat bu fırsat deyip, bende ağlamaya başladım. Bir den içim burkuldu. Sanki hançer sokulmuştu kalbime! Yüreğimin yarası delinmişti, gözlerimden oluk oluk yaşalar akmaya başladı... Kızarmış piliç, salçalı sığır eti, kuru fasulye, pilav, ayran, değirmen unundan yapılmış çörekler ihtimamla hazırlanıp düğün heyetine ikram edildi... Yemekler yenmişti. Sıra oyun oynamaya gelmişti. Çifte davullar çalmaya başladı. Genç kızlar el ele tutuşup oyna durdular. Davula ayak uydurup coştular. Oyunlar oynandı. Halaylar çekildi... Gece yarısı olmuştu. Kına gecesi başlamıştı. Elime kına yakacaklardı. Başımı sarıp belime kuşağı bağladılar. İlahi ve deyişler söyleyip, ağlattılar, ağlattılar beni... “Anan yok ki peşin sıra ağlaya, Baban yok ki, çeyizini bağlaya!” Bu deyiş benim yüreğime çöreklenmişti. San ki bu sözler beni ağlatmak için söyleniyordu... Ağladım, ağladım, ağladım. Düğünümde döktüğüm göz yaşlarımla gelinliğim ıslanmıştı. Öyle çok ağlıyordum ki, içimin sızısı ta iliklerime kadar işlemişti. Nasıl ağlamayayayım? Anam, babam kardeşlerim yoktu. Hem öksüz, hem yetim kızım, beni eller gelin ediyordu. Davul ve zurna gelin ağlatmasını çalıyor, ağıt havası yüreğimi dağlıyordu. Kına karılıp hazırlandı. Kızlar hep birlikte deyiş söylemeye başladılar... “Atma denize taşı, o taş batarda gider! Gurbete kız verme, o kızın yiter gider.” Yengeler beni giydirip, süslediler, benimse beynim de bin bir düşüncelerle kafam allak bullak? Öyle ya hiç bilmediğim diyara dönüşü olmayan yolculuğa çıkıyorum... Ya şöyle olursa, ya böyle olursa, türlü çeşit sorular kafamdan bir türlü gitmiyor.Yengeler aralarında konuşuyorlardı. İçlerinden biri: “ Anası bu günleri görseydi, Feride böyle ağlar mıydı?.. İlahiler söylenerek, elime kına yakıldı. Anasının elinden tutan küçük bir çocuk boncuk, boncuk gözlerle bakıp sordu: -Ana, geline niye kına yakarlar?.. Anne ciddiyetle cevap verdi. - Kocasına kurban olsun diye kızım. Çocuk bir şey demeden kafasını kaşıdı. Yarış, güreş, sinsin...Gündüzleri at yarışları ve güreşler yapıldı. Geceleri de sinsin oyunları için gündüzleri hazırlıklar yapıldı. Köy delikanlıları, dağlardan araba ve kanılarla odun taşıyıp, köy meydanına yığdılar ve odunları ateşe verip sinsin oyununa durdular. Akraba, eş ve dosttan düğün armağanları dolup taştı. Kiminden bakır sahanlar, siniler, tepsiler, kiminden ipek kumaş elbiseler hediye edildi... Çeyizlerim ve gelen hediyeler arabalara yüklendi. Kendi kendime ”Feride kız, dedim. Baba ocağındaki günün tamam oldu…Birden içim burkuldu, gözlerimden yaşlar akmaya başladı. ayrılık acısı babaannemin de yüreğine korku düşümüş olacak ki, gelip boynuma sarıldı ağlamaya başladı… - Sırma saçlı, maviş gözlü, ceylan bakışlı kızım. Ayrılık acısı şu yüreğime düştü. İçim yanar, yüreğim sızlar, ben senin hasretine nasıl dayanırım?.. Amcam cebinden çıkardığı iri taşlı bir yüzüğü parmağıma taktı!.. Babaannem de boynuma bir gerdanlık taktı. Amcam: " Kızım dedi. Er kısmı avradını sevmezse gönlü hoş olmaz...Gönlü hoş olmayınca kalbi boş olmaz. Böyle olunca da gözü dışarıda olur.Gelinin evi erinin yanıdır. Bu gidişin dönüşü olmaz Kocana itaat et!.. Kocanı sev, say!. Kocanı mutlu et!.. Gözün arkada kalmaya, gözü arkada kalanın bahtı da kalır...” Bende ki sıla hasreti şimdiden başladı. Beni baba evinden çıkarırlarken eşikten ayağımı atar atmaz evin çatısın önceden çıkan bir kişi tarafından sinilere doldurulan üzün, leblebi ve bozuk paralar başımdan saçıldı. Düğüne gelen çocuklar itişip kakışarak, saçılan çerez ve paraları topladılar… Bir taraftanda, düğün alayı ilahiler söylüyordu… “Dam başında arılar birbirini korular, Sizde salavat verin düğündeki komşular, Diyelim Allah, Allah ve verelim salavat!.. Helledi, hülledi minare başını salladı, Minarenin başında karıncayı kim nalladı? Diyelim Allah, Allah ve verelim salavat!.. Arşını ar eden bilir zülfünü yaradan bilir Onu benden soruyon onu yaratan bilir Diyelim Allah Allah/verelim salavat!.. Mani bilirim atmış güle zencefil katmış Yarim kokun geliyor her yeri mis kuşatmış Diyelim Allah, Allah/verelim salavat!..” Bu deyişlerle beni evden çıkardılar. Gelin atına bindirdiler. Atın yanına da bir kınalı koç getirdiler. Koçun yününden tutup, kaldırsam o koç benim olacaktı. Bu bizim köyün adetiydi. Maksat gelinin gücünü ölçmekti. Ya koçu kaldıramazsam diye çok telaşlandım. Besmele çekip koçun yününden tutup kaldırdım. Bana alkış tuttular… Amcam, beni almaya gelen düğün alayına “Feride’yi anasız babasız büyüttüm. Kusursuz noksansız teslim ederim size, kızım önce Allah’a sonra sonra size emanettir. Bu evlilik hayırlı mübarek ola" dedi. Tanımadığım, yüzlerini ilk kez gördüğüm insanlar topluluğundan meydana gelen düğün kervanına kattılar beni… Doğup büyüdüğüm evimden, baba ocağından, köyümden beni koparıp götürüyorlar beni yad ellere… İçime kor gibi bir yalnızlık çöreklenmişti. Yuvadan atılmış yavru bir kuş gibiydim... Yapayalnız olmanın sızısı çökmüştü yüreğime… Anacığım, babacığım mezarlarından çıksalar da, anasız, babasız gelin edilen kıymetli kızının halini görselerdi!.. Kervan sırtında gurbet ellere nasıl gider diye kendi kendime söylendim… Dağlardan aştık, derelerden geçtik. Taşlı topraklı yollardan, yokuş demez, dere, tepe demez, düz demez ha bire yol teperdik. Ne var ki yollar bir türlü bitmezdi. Belki de içimde sıkıntı olduğundan yollar bana uzak gelirdi. San ki günlerce yol gitmiş gibiyim, vücudumu kırgınlık basmıştı. Mola verildi az biraz da olsa dinlendim. Yorgunluğum biraz hafifledi. Çam kokulu o serin serin esen mis kokulu rüzgarlar ve köyümün arazisi çok çok gerilerde, uzaklarda kalmıştı. Kıraç bozkır arazide yol aldıkça, kavurucu sıcak dayanılmaz hal alıyordu. Sırtımdaki elbise kızgın saç gibi tenimi yakıyordu, elbisem sırtıma yapışıyordu… Gönlüme çöken gariplik, içime çöken hüzün hepsinden beterdi...Yorgunluk bir taraftan, heyecan bir taraftan içim çarpana çalıyor, yüreğim ağzıma geliyordu. Kalbim sıkışır, soluğum kesilir, dizlerimin bağı çözülürdü. Köyüm, çok uzaklarda kalmıştı. Bağırsam duyulmazdı. Acep esen serin poyraz sesimi götürür mü diye geçti içimden. Çok halsiz ve bitkindim. At sırtında yayık gibi çalkalanarak bedenim yorulmuştu… Bu gelinin rengi neden soluk derler mi ola?.. Yüzümdeki çarpıntı zifaf korkusu mu?.. Sevda sıtması mı?.. Bilmiyorum. Kendimi çarpıntıya kaptırıp, yüzümü soldurmamalıyım. Erime kendimi beğendirmeliyim ve sevdirmeliyim ki, üzerime kuma getirmeye. Er kısmı avradını sevmezse gönlü hoş olmazmış. Gönlü hoş olmayınca da kalbi boş olmazmış. Böyle olunca da gözü dışarda olurmuş. Eve gelende beni döver, söver, başım yarar, gözüm çıkarırsa halim nice olur?.. Anam babam yok ki geri baba evine dönemem… At sırtında yaş döker sessizce ağlar, yüzümün kederini içime akıtırdım. Atın ayaklarından sıçrayan tozlar her tarafımı toza, kire bulamıştı. Saatlerce süren yolculuktan öylesine bitap düştüm ki gözlerimden uyku akardı… Yorgun bitkin vaziyette bilmediğim bir diyara geldim. Korkum endişem bir türlü bitmedi… İşte böyle, Feride’nin hazin düğünü böyle son erdi… NAZIM TAŞTAN YORUMLAR Ümmühan Yıldız 6 Ekim 2021 Çarşamba 18:25:26 Okurken içimde oluşan ürperti kıvılcımlarının yok edemedim. Ağlattınız beni. Her hikâyenin hazin bir öyküsü var tıpkı Feride’nin hayatı gibi. Ve her insanın gerçek yükümlülüğünü kimse bilemez Saygılarımla. NAZIM TAŞTAN Gönülden Mısralar 6 Ekim 2021 Çarşamba 23:30:44 Ümmühan Yıldız Hanımefendi merhaba; sözlerime başlamadan önce ilginiz, alakanıza teşekkürler... Mesajınızdan anladığıma göre hikaye sizi etkilemiş. Yazarken, okurken bende ağlıyorum. Bu hikaye annemin hayatı... Bu hikayem dergilere kapak konusu oldu... Gazetelerde,sosyal medyada yüzlerce yerde yayınlandı. Annemin ismi Nazire,Feride diyerek isim değişikliğı yaparak yazdım geçek hayat öyküsü... Bunu roman olarak yazdım... Garip anamın hayat öyküsü,anam 18 yaşında gelin olmuş, 20 yaşında gözlerini kaybetmiş,8 çocuk doğurmuş. 2 si ölmüş 4 kız iki erkek çocuğunu ama gözlerle yakmadan yıkmadan büyütmüş... Başka anaların bir hakkı varsa, benim anamın bin hakkı var. Ne yapsak hakkını ödeyemeyiz. 80 yıllık ömrünün 60 yılını karanlıkta yaşamış, birtek gün şikayet etmemiş... Canım anacığımın makamı Cennet olur inşallah!.. Amin... Validem için çok şiirler yazmışım onlarca yerde neşredildi... İşte validem için yazdığım şiirlerden biri umarım beğenirsiniz... Hoş kalınız, hoşça kalınız, Allah’a emanet olunuz Ümmühan Hanımefendi... www.edebiyatdefteri.com/siir/1369228/validem.html VALİDEM Allah Kur’an da anaya! Öf deme diye emreder Ana yanın da sultanlar Sönük kalıyor validem! Yüce Rabbimiz, sizlere! Ana olmayı bahşetmiş Ne asil değer biçmiştir! Sen ne asilsin validem! Yüce Rabbimiz anaya! Nice kutsallık vermiştir. Nice özellik bahşetmiş! Bu onur senin validem! Rabbim cenneti anaya Müjde verip de söyledi! Nice mutluluk bahşetti! Cennet ehlidir validem! Cennet kokusu şenliği, Din cevherinin benliği! Yüce ufkumun şenliği! Başım tacısın validem. Ruh gibi yüce anlamlı Melekler gibi güzelsin, Sular gibisin,durusun! Billur nur gibi validem. Ne masumane anasın Hep çocukların kahrını, Derin şefkatle çekersin Şefkati büyük validem! Çok liyakatli şu başlar! Değer verilmiş o taşlar, Sönük kalıyor yanında! Çok değerlisin validem. Mavi kubbenin altında, Kıymetli olan ne varsa, Merhametinin yanında Sönük kalıyor validem! Çok şefkatlisin,vefasın, Değeri büyük validem! O kıymet ehli değersin, Yüce varlıksın validem! Mahşeri kıyam sabahı! Senle birlikte uyansam, Cennete layık anamsın Özlü cevherim validem. Şakıyan coşan dillerde! Şefkatle açmış kollarda Cennete giden yollarda Senin duan var validem. NAZIM TAŞTAN |
Umarım yücedir ahrette tahtı..
Hüzünlü bir hayat hikayesi..
Kelemine yüreğine gönlüne sağlık, duyarlı yüreğiniz var olsun Üstadım.
Saygılarımla