Mevlânayla Hoşgörü
Bir çağ ki...
Belirsizliğin ve temelsizliğin ardından, Fesada uğradı fıtrat, uzaklaşıp aslından. Hor kullanıldı, hor görüldü ruh ve beden, Istırabını yaşıyoruz bilerek yada bilmeden. Uzaklaşıyor insanlık, fıtri ve güzel olandan, Şaşkınız şu hiçbir meşru tarifi olmayandan. Çağa uyum ve çağdaşlık adına yaşadığımız, Kimlik bunalımının ardından dona kaldığımız. Eskiden olduğu gibi... Ruhlar eskimeyen esvaplarını giyinmez mi? Bahar yüklü ıtırlar, yeniden serpilmez mi? Su da ahenkle raks eden gün ışığı gibi, Yağmur damlalarının sulara düşüşü gibi, Kainatın bağrına yeniden düşmez mi? Mevlâna ve hoşgörü... Gel!..Ya Hazret-i Mevlâna!.. Gel!.. Gel yeniden! Ey yüce veli, gel! Ne olduğumuza, kim olduğumuza bakmadan, Gel ki tüm dünyaya hoşgörü dökülsün semadan. Ey hoşgörü ve mana insanı gör halimizi! Hoş gör, bu hoşgörüsüz, duyarsız ahvalimizi. İlahi aşkın, o kadim aşkın vecdini kainat dinlesin, Sal yüreklerimizin derinliklerine ruhumuza işlesin. Arıyoruz... Arayan kim, bulan kim, giden kim aşka? Seni doğru anlayanlardan başka... Nurdan pencereler açılsın ötelerden, İnsanlıktan nasipsizlere bak derinden. Sen bak ki dünya görsün hakikati yerinden, İşte yasladım başımı suvar beni mesnevinden. Dökülsün rayihalar gamzelerinden, leblerinden. Yıllardır dolaşır yaban ellerde, ah ruh-i garibimiz! Yetmez mi masivanın kavi anlarında gezdiğimiz? İşte muhabbetin demleri, güller gibi demet demet, İşte sen ve biz ve de ben, kalbimiz O’na emanet.. Ya Hazreti Mevlâna!.. Al Efendim! Bir avuç kül, bir avuç topraktan, Kokladım rengini, bu pembelik gül kokulu yardan. Seninle... Zaman durur, kâinat seni dinlerken, İnsanlık adına senin mânâ ikliminden. Dolar evrene eşsiz bir huzur ve sûrur, O engin hoşgörünle susma ne olur. Düş yüreğimizin sınırlarına, bilelim adımızı, Çalmasınlar şahsiyetimizi, koru fıtratımızı. Korusun Yüce Mevlâm!.. Şerefimizi yadımızı. İman adına, mukaddesat adına bu nefes, İnsanlık adına, bu çağın beklediği nefes... Ötelerden süzülüp gelen pörsümez, solmaz yeni, Senin nefesin bu, her çağda yepyeni. Hayata madde ve şehvet gözlüğünden bakanlar, Kokuşmuş yaklaşımlar karşısında kalanlar. Kulaklarını bu ulvi sese tıkayanlar, Sonra da özgürlük teranesi soluyanlar; İşte bu seda, işte bu ses özü gürleştiren, Bedenleri ve ruhları özgürleştiren. Herkes aklınca şerhler düştüler sana, Senin ne dediğin bu değil mi, de bana? Ben yaşadıkça Kur’an’ın bendesiyim. Ben Hazreti Muhammed’in ayağının tozuyum. Biri benden bundan başkasını naklederse, Ondan da bizarım, o sözden de bizarım. İşte şimdi bu demlerde Konya’dan, Bir nazenin ışık yansır aynadan. Bir yolculuk başlar ışığa doğru çağlardan, Hasret kaldığımız hoş görü insin dağlardan. Pervane ha pervane sancılı zahmetlerle dolu, Gurbete gark olmuş nay gibi Anadolu. Bir sema ahenkle dolansın kainatın merkezinde, Sonsuzluğa devinir kuş misali, ten kafesinde. Ve şimdi... Yolculuğun sonunda insan-ı kamil vardır. Yani Allah dostu Mevlâna ve aşktır. O kıymetli hazineler misali, Şeb-i arus oldu onun visali. Medeniyetler barındıran kitaplar gibi, Ulviyetiyle, sözleriyle hâlâ dipdiri. İlahi cezbeyle geçince kendinden, Bu dünyaya Allah’ın Rasûl’ünden, Çağlar ötesine bir model sundu. O’na tabi olanlar gerçek aşkı buldu. O’na doğru... Ve şimdi onunla tanışma, kardeşlik zamanı, Velayet temsilcisinin yolundan gitme anı. Öteden beri âşıkların gönlüne dolmuş orası, Sâlikin kesretten kurtulup, vahdete ulaşması... Vuslatın remzi değil midir şem ile pervane? Aşıkların ilham kaynağı, Şems ile Mevlâna... Aşka dair mevzu kar tanesi kadar hafif, Kelebek kanatları kadar hassas ve de nahif. Sende aşk, yağmur damlası kadar berraktır. Hakkı tutup dünyayı bir pula satmaktır. Dünyada... Her mevsimde yapraklar gibi dökülenler, Kara toprağa düşen, şu körpecik bedenler... Dünyayı kan gölüne çevirenlere kanmayıp, Şimdi kim olduğumu, ne olduğumu hatırlayıp; Hercai bir seher vaktinde aşkına salınayım, Düşeyim izine, gözlerinin cazibesine kapılayım. Düşeyim diyorum ve kendimi bulayım. Köyünün reyhan kokusu sinmiştir ovalara, Yollara, kırlara münzevi dağlara... Aşk sende ateş-i suzandır aklı fikri kül eden, Yüreğimde kuruyan lavların volkanını gül eden. Edilmez mi kurban bu can ki düştüğüm çarkına, Suyun şavkı gibi simasında varayım farkına. Yeniden... Bahşetsin Mevlâ’m, tutunayım sözlerine, Tutunayım ışığına, o nazenin gözlerine. Salınayım seninle hüzzamın ferahında, Âlemi süsleyen renklerin sabahında. Savrulsun su gibi kainata hoş görü, Yaratılanı sevelim yaratandan ötürü. Zekeriya Maral |
Çalımanızı ve bayramınızı kutlarım