Yağmur
Varoş bir üslupla rüzgar esiyordu ve bilirsin
bizi artık yaşamıyorum bir mâvi sis dokunuyordu pusuya ve sen şiddetli muhabbet kırması suskunluğum bilirsin aylar önce terk etmiştim bu şehri taşraya hüzün kokulu yağmur yağıyordu harabe bir pavyonun kapısından sızan mezopotamya aksanlı müzik eşliğinde ben sarhoştum belkide senle usul usul efkarla buharlaşıyor o uğuldayan güzelim müzik ve ben şarabı hâlâ içiyordum her yudum seni hatırlatırken unutmak için bekliyordum seni kaybetmiştim savaşı tüfeklerim kırıktı şâh mat çekilmişti satranca taşraya mevsimsiz bir yağmur yağıyordu gözlerime çekilen mil sızarken sana sunmuştum o kadim müziği ne derlerse desinler asla umrumda değildi şiirlerimi ise hiç sorma dünyânın tüm isyanıyla sarhoştum ama devrik değildim ışıklardan sel oluşmuştu geceyi aydınlatan sarhoştum o gece kapitalistin tanrısı olsaydım komünistin peygamberi çelişki yoktu bunlar hep sensizlikten mezopotamya’nın kadim kızı yokluğunda hint felsefesinde meczupun tekiyim işgâl etmişti görüntümüzü poseidon kadim bir göktürktüm bazen sensizlikte öfkeliydi kalbim ruhum ise safir rengi hümanist bir şaman gökyüzünde martılar vardı ben kırdım kanatlarını tüm isyanımla sarhoştum yüreğim acıyordu bozkıra mevsimsiz yağmur yağıyordu şarkı söylüyordum seni sevenin sana hürmet edenin ebesine belki tanrısına kadar sövdüm istanbul’a mevsimsiz bir yağmur yağıyordu varoş bir meyhanenin pencere kenarındaydım konsomatrislere yürünmemesi rica olunur yazılıydı tabelada trenlerdeki pencereden sarkılmaması rica olunur cinsinden âdet yerini bulsun diye belki de istanbul’a mevsimsiz bir yağmur yağıyordu sahnede bir rüzgar müziği ağlıyordu ben münâsip bir zamanda sövdüm gözlerine sözlerimi istanbul’a kurşunla dökmüştüm meyhaneye sarhoşluğum çökmüşken…. |