Şu "şefaat "konusu ne mi...
Şu "şefaat "konusu ne mi...
Genel kuraldır...Allah bilinmek istiyor...zatı hariç eylemleri halleri düşünceleri duyguları yarattıkları aynadır aynada görüntülenir...Şefaat yetkisi verildi bazı kullara...yaratılana yani..."şefaat"yetkisi sadece Allahta ama aynada da görüntülenir...Adl sıfatı ilim sıfatı yaratılanda nasıl görüntüleniyorsa genel kural gereği "şefaat yetkisi de" verilmiştir kullara... "Adam diyor ki "Hüküm Allaha aittir" hidayet Allaha aittir ama vasıta ve sebebler de var etmiştir...Allah kaynaktır yaratılan vasıtadır...rızık için de vasıtalar yaratmış ama Kaynak değil vasıtalar..."şefaat yetkisi verilenler de "meyve ağacı gibi şefaate vasıta...sadece... "Hidayet Allahtandırı "nasıl anlamalı mı...cüz’i iradesiyle hidayet isteyene dua edene verilir hidayet de...din de dua da zorlamıyor Allah...Arayan belasını arayan mevlasını bulur"denildi... "Allah yeter" i nasıl mı anlamalı...dua edersen Allah yeter esmaya sarılmazsan cennet yok...ne latif sıfatı ne vehhab sıfatı dua etmeyene fayda vermez...dua kuldan icabet Allahtandır..."armut piş ağzıma düş" yok sebeb-sonuç kuralı var varlıkta...Asa verilir musa olana...gemi verilir Nuh olana...Bedir de zafer verilir hz Muhammetisen duan ile...duasıza hiç bir şey verilmez...şefaat için de dua et...tevbesize şefaat da verilmez...ben tevbe edeceğim şefat sebeb olacak affedileceğim.duasıza tevbesize şefaat yok... Şefaat ne mi...bir kimsenin suçunun bağışlanması ya da dileğinin yerine getirilmesi konusunda o kimseyle bir başkası arasında yapılan aracılık...aracı sebeb vasıta var bu varlıkta genel kuraldır bu...duadır...sünnete uymaya karar vermek şehadet duadır...tevbedir...eksikler şefaatçilerce tamamlanır...aracılarca...aracılardan istemek suç ama aracı yoktur demek genel kurala kör olmaktır...sebeb-sonuç kuralı var bu varlıkta "şehadet" duadır eksiklerimiz için tevbedir...bilmeden işlediğimiz günahlarımız aracılar eliyle Allahın izni bu...affedilir...aslan parçalıyor karınca rızka kavuşuyor...vasıta aracı sebeb var etmesi Allahın genel kuraldır....peygamberleri şefaate aracı eder Allah böyle bir hali yok Allahın deme var...ve genel kural bu...Allahın sopası yok eli yok ama sebeb-sonuç kuralı koymuşluğunu da gör...kör olma...şefaatçi kıldı bazı kulları...Kaynak Allah değil deme ama o zaman kaynağı ikilemiş yani rakip üretmiş olursun...Tevbe de bir şefaatçidir...dua bir şefaatçidir...peygamber sevgimiz de cennete sebebtir...şefaatçidir...kişilere sevgi şefatçi olacak sebeb olacak cennete...şehadet tevbe dua şefaatçidir sebebtir cennete...sebebe sarılan adl sıfatının kapısından payını alır latif ve vehhab kapılarından da payımızı alırız...alimleri ilmi sevdik diye esmaya aşk da duadır sebebtir tevbedir şefaatçidir...duygularımız eylemlerimiz düşüncelerimiz de şefatçidir tevbedir şehadettir...İlme sevgimiz esmaya sevgimiz cennete sebebtir şefatçidir... Evet...şefaat...Sözlükte “tek olan bir şeyi dengi veya benzeriyle çift hale getirmek; birinin önüne düşüp işini görmeye çalışmak, işinin görülmesi için birinin aracılığını istemek” anlamlarındaki şef‘ kökünden türeyen şefâat, “suçunun bağışlanması veya dileğinin yerine getirilmesi için birine aracılık etme” mânasına gelir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “şfʿa” md.; Lisânü’l-ʿArab, “şfʿa” md.). Terim olarak “kıyamet gününde peygamberlerin ve kendilerine izin verilen sâlih kulların müminlerin bağışlanması için Allah katında niyazda bulunması” anlamında kullanılır. Şâfi‘ ve şefî‘ “aracılık eden, şefaatte bulunan” demektir. "Aracı" sebebtir eylemlerimiz hallerimiz düşüncelerimiz duygularımız da şefaatçidir...Kur’an böyle der...esma böyle der...esma aşk esmaya aşıklara aşk şefaatçidir...Allaha aşk Allaha aşıklara aşk şefaatçidir ...şefaat yetkisi verilenler de bu aşktan dolayı yetkilendirildiler...esmaya aşk iman secde sığınma şehadet dolayısıyla şefaatçilikle yetkilendirildiler aracılar...kural aşktır...aşkı olmayana şefaatle yetkililer de şefatçi olamazlar ki...sebeb aşktır esmaya aşka esmaya şehadet esmaya tevbedir sebeb...bu yoksa şefaatçi ilah mı ki şefaat edebilsin... Aşk sebebtir şefaate...İslamda...yani budistlerde ki ve hiristiyanlıkta ki şefaatçiler aşksızlara da aracı olurlar...AŞK yoksa şefaatçinin yapacağı bir şey yoktur Kur’ana göre...şehadet yoksa tevbe yoksa sebeb de yok demektir.din adamları ilah değil Kur’ana göre çünkü...ama aşk varsa şefaatçi aracı fayda verir...evet... Çin geleneğinde ruhban sınıfının vazifeleri arasında insanları ruhanî açıdan arındırma ve kâhinlik yapmanın yanı sıra tanrıların huzurunda onlar için şefaat dileme görevi de vardır. Bu kapsamda Budist rahipleri tarafından ölen kişinin ardından yedi hafta boyunca ölüyü kötü karmadan kurtarmak amacıyla kutsal metin okunur ve dua edilir. Mahayana (Tibet) Budizmi’nde ayrıca şefaatle bağlantılı olarak başkalarının kurtuluşu için kendi sonsuz saadetinden (nirvana) fedakârlık eden aydınlanmış ruh öğretisi mevcuttur. Bu kurtarıcılar, sahip oldukları fazileti henüz aydınlanmaya ulaşmamış fertlere bahşetme veya aktarma yoluyla onların aydınlanmasına yardımcı olurlar. Hindu geleneğinde, iyilerin tekrar bedene girmeden (tenâsüh) önce bizzat ilâhların şefaatiyle içinde yaşayacakları kısa süreli cennet ya da semavî âlem inancı mevcuttur. Bu âlem, ilâhî varlıkla (Brahman) bütünleşmeye ve kurtuluşa ermeye yetecek kadar güzel amele sahip olmayan iyi ruhların yaşayacağı geçici durumu, aynı zamanda ilâhî lutfa bağlı şefaati ifade eder. Zerdüştîlik’te Hindu öğretisine benzer şekilde doğrudan şefaat yerine günahtan arınma mekânına atıf vardır. Pehlevîce gelenek kitabı Dadestân-ı Denig’de (IX. yüzyıl) öteki dünyada cennet ve cehennemden başka Hemistegân denilen, günahları ve sevapları eşit durumdaki kişilerin yeniden diriltildikten sonra bir müddet kalacakları bir mekândan bahsedilir. Hemistegân’daki ruhlar acı çekmez, zira bizzat Zerdüşt peygamber onların affı için burada Tanrı’ya yalvarır. Pagan karakterli eski Yunan ve Roma dinlerinde şefaat kurban kültü biçiminde ortaya konmuştur. Buna göre yaşayanların ihtiyaçlarını ve arzularını bilen ilâhlaşmış ölü ruhların kendilerine şefaat yakarışlarıyla ibadet edilip kurban kesildiğinde mükâfat verdiklerine, ihmal edildiklerinde ise gücendiklerine inanılmıştır. Ahd-i Atîk’te âhiret inancına yönelik açık bir öğreti yer almamasına rağmen ölüm sonrası şefaat konusuna atıflar mevcuttur. Bunların başında, din uğruna canını feda eden birinin günahkârlar için şefaat edebileceğinden bahseden İşaya pasajı gelir (53/12). Kitâb-ı Mukaddes içerisinde -apokrif metin olarak- yer alan II. Makkabiler’de (12/42-45), yaşayanların ölüler için dua edip kefârette bulunmasının imkânından ve nihaî kader olan ateşten kurtarıcı şefaatten söz edilir. Ölünün şefaat yoluyla kurtuluşa ermesi fikri Rabbânî literatürde daha açıktır. Talmud’da İsrâiloğulları’ndan imanlı olup günah işleyenlere bizzat Hz. İbrâhim’in şefaat edeceği, zira onların İbrâhim ahdinin işaretini taşıdıkları ve bundan dolayı kısa bir süre ara mekânda kalsalar bile cehennem ateşine mâruz kalmayacakları belirtilir (Erubin, 19b; Hagigah, 27a; ayrıca bk. Sifre Deuteronomy, 210). Söz konusu ara mekân, günahı ve sevabı eşit olanların günahlarından arınmak için -on iki ay veya daha az süreyle- kalacakları yere karşılık gelmektedir. Günümüz Ortodoks yahudi öğretisinde arınma yeri inancı ve buna bağlı olarak ölünün arkasından bir yıl boyunca kutsama duası okunmasına yönelik âdet devam etmektedir. Ayrıca ultra-Ortodoks Hasidî gruplar arasında sâlih kabul edilen kişilerin şefaatine inanılmaktadır. Hıristiyanlık Îsâ Mesîh yoluyla kurtuluş öğretisine dayandığından fidye, bu dinde kefâret, mutlak aracılık gibi kavramlar kapsamında şefaate daha çok yer verilir. Ahd-i Cedîd’de şefaat kelimesi (Gr. entygchanein; Lat. interpellare), “bir kişinin bir başka kişinin savunucusu olması veya onun lehine af dilemesi” anlamında kullanılmıştır (İbrânîler’e Mektup, 7/25). Kutsal kişilerin şefaatini ifade eden aracı kelimesi (Gr. mesites; Lat. mediator) Tanrı ile insanı -kefâret yoluyla- birbirine yakınlaştırmayı ifade etmektedir (Timoteos’a Birinci Mektup, 2/5). Bu bağlamda özellikle Îsâ Mesîh, başrahip sıfatıyla inananların günahlarının bağışlanmasını dileyen (Yuhanna’nın Birinci Mektubu, 2/2) ve inananlar hatta bütün insanlık adına Tanrı katında şefaatte bulunan biri diye sunulmuştur (İbrânîler’e Mektup, 7/25). Ancak şefaat sadece Îsâ’ya ait bir eylem değildir. Pavlus’a göre Îsâ Mesîh göklerde şefaat ederken Parakletos (yardımcı) diye isimlendirilen kutsal ruh da tıpkı Îsâ gibi inananların zayıf anlarında Tanrı huzurunda onlar adına yakarır, yeryüzünde azizlerin mücadelelerine yardım eder ve onlara şefaatte bulunur; Tanrı bunun karşılığında kutsal ruhun şefaat duasına olumlu cevap verir (Romalılar’a Mektup, 8/26-28, 34). Ahd-i Cedîd öğretisine paralel biçimde ilk dönemden itibaren kilise babaları ruhanî varlıklara dua etmeyi ve onlardan şefaat istemeyi gerekli görmüşlerdir. Meselâ ilk kilise babalarından Origen, Îsâ’nın yanı sıra meleklerin ve azizlerin şefaatinden bahsetmiş, aynı şekilde Kudüslü Cyril, Nazianzuslu Gregory, Jean Chrysostome ve Jerome gibi Batılı ve Doğulu kilise babaları, hıristiyanları İbrânî atalarına, peygamberlere, kilise elçilerine, Tanrı’nın dostlarına ve din uğruna şehid olanlara yalvararak şefaatlerini istemeye teşvik etmiştir. Ortaçağ’ın hıristiyan teologu Thomas Aquinas da özellikle azizlere niyazda bulunmayı, onlardan dua ve tövbelere ortak olmalarını istemeyi öğütlemiştir. (T.D.V. ansiklopedisi) Evet...Kibirliyi taşla der hac...Kibirliyi aracı kılmak şirktir.hz İbrahimi aracı kılmak aşktır tevbedir şehadettir...tevhiddir... Evet...Kibirlileri yani papazı veya nirvanacıyı....aracı kılmak şirktir...kibirsizi imam kılmak aracı kılmak seçdedir tevbedir şehadettir...der mantık. |