Bembeyaz, kar gibi bulutlar, Kılıktan kılığa girerek uçuyorlar, Bir birlerine sarılıp ağlaşıyorlar, Yazları yağmur, sel oluyorlar, Kışları pamuk kar, çığ oluyorlar, Tüm canlılara can suyu oluyorlar.
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
CAN SUYU OLUYORLAR şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
CAN SUYU OLUYORLAR şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Nuri Killigil ve Silah Fabrikası ile İlgili İddialar Doğru mu?
Yazar: Simge Akkaş
Bir Instagram sayfası tarafından 2 Temmuz 2021 tarihinde yapılan paylaşımda Nuri Killigil’e ait silah fabrikasının İsrail’e karşı savaşan Araplara silah satmaya kalktığı için havaya uçurulduğu, devlet yetkililerinin cenaze törenine katılmadığı ve diyanet tarafından Nuri Killigil’in cenaze namazının kıldırılmadığı iddia edildi. Gönderi 27 binden fazla görüntülenme alırken 4 bine yakın da beğeni topladı.
Paylaşımda geçen metin şu şekilde:
Türkiye’de özel silah sanayisini kurmak için bütün engellemelere rağmen mücadele eden Nuri Killigil Paşa silah fabrikası kurdu. İsrail’e karşı savaşan Araplara silah satmaya kalkınca fabrikası havaya uçuruldu, Şehit olan bedeninden geriye kalanlar bu ufacık tabuta sığdı. Devlet cenaze töreninde yoktu! Diyanet namazını kıldırmadı!
Nuri Paşa (Killigil) Kimdir? Nuri Paşa; I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi'nde elde ettiği askeri ve siyasi başarılar ile Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanmasında oldukça önemli bir yeri bulunan Osmanlı komutanı. Bu dönemde ayrıca Trablusgarp Cephesi'nde savaştı. Kurtuluş Savaşı’nda Doğu Cephesi'nde görevler aldı. Nuri Killigil Paşa ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin en önemli isimlerinden olan, Osmanlı komutanı ve siyasetçi Enver Paşa’nın kardeşi.
Nuri Paşa, Kurtuluş Savaşı sırasında Türk Ordusunun silah ve cephane ihtiyaçlarını karşılayan fabrika, tamirhane ve imalathanelerde görevler aldı. Cumhuriyet Dönemi'nde İstanbul’da metal eşya, silah ve mühimmat üreten fabrika sahibi bir özel girişimciydi. 2 Mart 1949’da İstanbul/Sütlüce’de bulunan fabrikasının henüz tespit edilemeyen bir sebep ile patlaması sonucu 6 itfaiye eri ve 22 işçi ile birlikte hayatını kaybetti.
Sütlüce Patlaması Neden Oldu?
2 Mart 1949 günü Nuri Killigil’in sahibi olduğu metal eşya fabrikasında kuvvetli bir patlama yaşandı. Patlamada Nuri Killigil ile birlikte 6 itfaiye eri ve 22 işçi hayatını kaybetti. İşçiler ve halk arasından yaralananlar oldu. Olay anında fabrikada bulunan Nuri Killigil’in hadiseden birkaç gün sonra bazı kıyafet ve eşyalarının dağılmış bir halde bulunması üzerine ölmüş olduğu kabul edildi. Kamuoyunda ilgi uyandıran ve meclis toplantılarında da tartışılan Sütlüce Patlaması, dönem gazeteleri ve meclis tutanaklarından takip edilebilir. İstanbul’da, şehrin oldukça yakınında bulunan fabrikada bu şiddet ve yıkıcılıkta bir patlamanın nasıl gerçekleştiği üzerine yapılan soruşturma ve tartışmalarda en çok iki ihtimal üzerinde durulmuş. Bu ihtimallerden ilki ihmaller zinciri ile önüne geçilememiş bir kaza olmuş olması. Diğeri, Nuri Paşa’ya bir sabotaj yapıldığı iddiası. Bu ihtimal üzerinde durulurken vurgulanan en önemli nokta Nuri Killigil’in bir fabrika sahibi olmaktan öte taşıdığı askeri ve siyasi kimlik. İddiaların odak noktası ise olaydan sonra ilk olarak Muhasebeci Sengaras'ın açıkladığı üzere; o günlerde Suriye Hükümeti'nin siparişi üzerine üretilen ve henüz sevk edilmemiş mermiler.
Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kurulması ve ardından Arap Birliği’nin İsrail’e savaş açması ile başlayan savaş sırasında Suriye Hükümeti'nin verdiği siparişi üzerine Sütlüce Fabrikası'nda üretilen mermiler hakkında Milli Savunma Bakanı Hüsnü Çakır’ın 18 Mart 1949'da gerçekleşen meclis görüşmelerinde dile getirdikleri ise şöyle:
“Bu zatın son 1948 senesi zarfında Suriye için, Mısır için ve Pakistan için sipariş müsaadesi istediği doğrudur. Suriye ve Mısır için, (Birleşmiş Milletler) Güvenlik Konseyinin bu memleketlere silâh ve mühimmat sevk edilmemesi yolundaki kararına binaen, Bakanlıkça kabul edilmemiştir. Yalnız Güvenlik Konseyinin Pakistan hakkında bir kararı olmaması hasebiyle Pakistan için senenin son ayında böyle bir sipariş müsaadesinin kabulünde bir mahzur görülmemiştir.” Anlaşıldığı üzere Suriye Hükümeti'nden alınan siparişler, usulüne uygun olmayan bir şekilde Milli Müdafaa Vekaleti'nden üretim için gerekli izin alınmadan gerçekleştirilmiş.
Paylaşımda yer alan, Sütlüce Metal Eşya Fabrikası'nda o günlerde İsrail ile savaşan Araplara gönderilmek üzere harp malzemesi üretimi yapıldığı iddiası doğru. Fakat Nuri Killigil Paşa ve diğer patlama kurbanlarının bu üretim ile alakalı düzenlenmiş bir saldırı sonucu hayatlarını kaybettiklerine dair kesin bir karar vermek oldukça güç.
Soruşturmalarda takip edilen diğer olasılık, patlamanın işleyişte yapılan ihmaller sebebiyle gerçekleşen bir kaza sonucu yaşanmış olması. Tanıkların ifadeleri incelendiğinde ortaya çıkan tablo kapsüllerin korunduğu dolabın hararetinin 80 dereceyi aştığı ve bu durumun fark edilmemesi üzerine ilk patlamanın gerçekleştiği yönünde.
Çıkan yangının etkisiyle kimyahanede bulunan eczalar yangının kısa sürede büyümesine sebep olurken o sırada fabrikada bulunan Nuri Killigil’in Hasköy İtfaiyesi’ne haber verdiği ve yangın yerine koştuğu olaya tanık olanlar tarafından dile getiriliyor.
Fabrikanın Kapsül ve Fülminat Şefi Şadan, savcıya verdiği ifadede yaşananları şöyle anlatmış:
“Yangın çıkar çıkmaz Nuri Paşa benim bulunduğum yere geldi ve orada bulunan ve içinde ne olduğunu bilmediğim bir dolabı derhal dışarıya çıkarmamızı söyledi. Hâlbuki benim kapsüllerin rutubet derecesini ölçen tav dolabının önünden ayrılmamam lazımdı. Israrı karşısında dolabın nakline yardım etmek zorunda kaldım. Bu sırada dolapta bir takım çıtırdılar olmakta idi. Nitekim birkaç dakika sonra müthiş bir infilâk oldu.”
Olay yerine gelen itfaiye erlerinin kimyahanedeki yangını söndürmek için çatıya çıktıkları, şiddetlenen alevlerin yayıldığı alanın altında barut ve trotil gibi patlayıcı maddeler bulunan bir depo olduğu söyleniyor. Kısa bir süre sonra bu alan çöküp içerideki patlayıcı maddeler infilâk ettiğinde, İstanbul’da büyük bir gürültü ve sarsıntı ile hissedilen esas patlama meydana gelmiş.
Nuri Killigil’in Cenaze Töreni ile İlgili İddialar
Hadiseden birkaç gün sonra Nuri Killigil’e ait bir ayakkabı teki, not defteri, parçalanmış bir kravat ve onun olduğu iddia edilen bileğinden kopuk bir el tahribatın kaldırılması sırasında bulundu. Patlamada hayatlarını kaybeden Nuri Paşa dahil 10 kişinin cenazeleri 7 Mart 1949’da Beyazıt Camii'nden törenle kaldırıldı. Cenaze töreninde İçişleri Bakanı Mehmet Emin Erişirgil, Çalışma Bakanı Reşad Şemsettin Sirer, İstanbul Savcısı İhsan Köknel ve Orgeneral Kazım Orbay hazır bulundular. Cenazeler şehitliğe defnedildi.
Nuri Paşa’nın şehit olan bedeninden geriye kalanlar için cenaze namazı kılınmadığı ve düzenlenen törene devlet yetkililerinin katılmadığına dair iddiaların dayanağı 22 Mart 1949’da Nuri Paşa’ya ait olduğu düşünülen kolları ve bacakları kopuk, kafatası parçalanmış bir üst beden bulunmuş olması. Nuri Paşa ailesi, bu buluntular için de bir cenaze merasimi talep etmiş. 23 Mart 1949’a ait Yeni Sabah Gazetesi olayı şöyle anlatıyor:
“Nuri Paşa (Killigil) ailesi Sütlüce’de infilak sahasında son arama ve taramalar esnasında sahilde bulunan bir ceset parçasının Nuri Paşa’ya ait olduğunu iddia ederek bunun için bir cenaze merasimi yapmak istediklerini bildirmişlerdir. Alakalı idare makamları keyfiyeti müftülüğe bildirerek bu vaziyette bir cenaze merasimi yapılıp yapılamayacağını sormuşlardır. İstanbul müftülüğü de bu hususta verdiği cevapta cenaze merasimi için cenaze namazı kılınması icap ettiğini, halbuki herhangi bir ceset parçası için cenaze namazının dinen caiz bulunmadığını bildirmiştir.”
İslamiyet’te yanmış, parçalanmış, ya da bir parçası bulunmuş bedenlerin nasıl defnedileceği konusu mezhep ve görüş farklılıklarına bağlı olarak ayrı hükümlere varılabilen bir konu. Bu kararı veren dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali’nin 544. maddesine göre; “Ölmüş olan bir Müslüman'ın başı ile beraber vücudunun çoğu bulunuyorsa yıkanır; kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuş olsa yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak gömülür.”
Cenaze merasimi tamamlandıktan sonra bulunan beden parçalarının hangi uzuvları barındırdığına dair teyit edilebilen kesin bir bilgi bulunmuyor. Bulunan parça ile alakalı yukarıda verilen betimlemeler Atilla Oral’ın Nuri Paşa adlı kitabından alındı. Oral, beden ile ilgili bilgilerini fabrika işçileri ve olayın görgü tanıkları ile yaptığı görüşmelerden elde etmiş.
Facebook’ta paylaşılan iddiada yer alan fotoğraf, bu buluntular üzerine aile tarafından düzenlenen cenaze törenine ait.
Nuri Paşa’nın cenazesine devlet görevlilerinin katılmadığı ve diyanet tarafından cenaze namazının kıldırılmadığı iddiaları kısmen yanlış. Nuri Paşa için iki cenaze töreni düzenlendi. Biri, diğer bazı kazazedelerle birlikte devlet görevlilerinin de katıldığı bir törenle şehitliğe defnedildi. Diğeri, olaydan günler sonra bedenine ait olduğu iddia edilen buluntular için ailesi tarafından, İstanbul Müftülüğü bir imam atamadığı halde düzenlendi ve aynı şehitliğe defnedildi.
Yazar: Simge Akkaş
Bir Instagram sayfası tarafından 2 Temmuz 2021 tarihinde yapılan paylaşımda Nuri Killigil’e ait silah fabrikasının İsrail’e karşı savaşan Araplara silah satmaya kalktığı için havaya uçurulduğu, devlet yetkililerinin cenaze törenine katılmadığı ve diyanet tarafından Nuri Killigil’in cenaze namazının kıldırılmadığı iddia edildi. Gönderi 27 binden fazla görüntülenme alırken 4 bine yakın da beğeni topladı.
Paylaşımda geçen metin şu şekilde:
Türkiye’de özel silah sanayisini kurmak için bütün engellemelere rağmen mücadele eden Nuri Killigil Paşa silah fabrikası kurdu. İsrail’e karşı savaşan Araplara silah satmaya kalkınca fabrikası havaya uçuruldu, Şehit olan bedeninden geriye kalanlar bu ufacık tabuta sığdı. Devlet cenaze töreninde yoktu! Diyanet namazını kıldırmadı!
Nuri Paşa (Killigil) Kimdir?
Nuri Paşa; I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi'nde elde ettiği askeri ve siyasi başarılar ile Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanmasında oldukça önemli bir yeri bulunan Osmanlı komutanı. Bu dönemde ayrıca Trablusgarp Cephesi'nde savaştı. Kurtuluş Savaşı’nda Doğu Cephesi'nde görevler aldı. Nuri Killigil Paşa ayrıca İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin en önemli isimlerinden olan, Osmanlı komutanı ve siyasetçi Enver Paşa’nın kardeşi.
Nuri Paşa, Kurtuluş Savaşı sırasında Türk Ordusunun silah ve cephane ihtiyaçlarını karşılayan fabrika, tamirhane ve imalathanelerde görevler aldı. Cumhuriyet Dönemi'nde İstanbul’da metal eşya, silah ve mühimmat üreten fabrika sahibi bir özel girişimciydi. 2 Mart 1949’da İstanbul/Sütlüce’de bulunan fabrikasının henüz tespit edilemeyen bir sebep ile patlaması sonucu 6 itfaiye eri ve 22 işçi ile birlikte hayatını kaybetti.
Sütlüce Patlaması Neden Oldu?
2 Mart 1949 günü Nuri Killigil’in sahibi olduğu metal eşya fabrikasında kuvvetli bir patlama yaşandı. Patlamada Nuri Killigil ile birlikte 6 itfaiye eri ve 22 işçi hayatını kaybetti. İşçiler ve halk arasından yaralananlar oldu. Olay anında fabrikada bulunan Nuri Killigil’in hadiseden birkaç gün sonra bazı kıyafet ve eşyalarının dağılmış bir halde bulunması üzerine ölmüş olduğu kabul edildi.
Kamuoyunda ilgi uyandıran ve meclis toplantılarında da tartışılan Sütlüce Patlaması, dönem gazeteleri ve meclis tutanaklarından takip edilebilir.
İstanbul’da, şehrin oldukça yakınında bulunan fabrikada bu şiddet ve yıkıcılıkta bir patlamanın nasıl gerçekleştiği üzerine yapılan soruşturma ve tartışmalarda en çok iki ihtimal üzerinde durulmuş. Bu ihtimallerden ilki ihmaller zinciri ile önüne geçilememiş bir kaza olmuş olması.
Diğeri, Nuri Paşa’ya bir sabotaj yapıldığı iddiası. Bu ihtimal üzerinde durulurken vurgulanan en önemli nokta Nuri Killigil’in bir fabrika sahibi olmaktan öte taşıdığı askeri ve siyasi kimlik. İddiaların odak noktası ise olaydan sonra ilk olarak Muhasebeci Sengaras'ın açıkladığı üzere; o günlerde Suriye Hükümeti'nin siparişi üzerine üretilen ve henüz sevk edilmemiş mermiler.
Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kurulması ve ardından Arap Birliği’nin İsrail’e savaş açması ile başlayan savaş sırasında Suriye Hükümeti'nin verdiği siparişi üzerine Sütlüce Fabrikası'nda üretilen mermiler hakkında Milli Savunma Bakanı Hüsnü Çakır’ın 18 Mart 1949'da gerçekleşen meclis görüşmelerinde dile getirdikleri ise şöyle:
“Bu zatın son 1948 senesi zarfında Suriye için, Mısır için ve Pakistan için sipariş müsaadesi istediği doğrudur. Suriye ve Mısır için, (Birleşmiş Milletler) Güvenlik Konseyinin bu memleketlere silâh ve mühimmat sevk edilmemesi yolundaki kararına binaen, Bakanlıkça kabul edilmemiştir. Yalnız Güvenlik Konseyinin Pakistan hakkında bir kararı olmaması hasebiyle Pakistan için senenin son ayında böyle bir sipariş müsaadesinin kabulünde bir mahzur görülmemiştir.”
Anlaşıldığı üzere Suriye Hükümeti'nden alınan siparişler, usulüne uygun olmayan bir şekilde Milli Müdafaa Vekaleti'nden üretim için gerekli izin alınmadan gerçekleştirilmiş.
Paylaşımda yer alan, Sütlüce Metal Eşya Fabrikası'nda o günlerde İsrail ile savaşan Araplara gönderilmek üzere harp malzemesi üretimi yapıldığı iddiası doğru. Fakat Nuri Killigil Paşa ve diğer patlama kurbanlarının bu üretim ile alakalı düzenlenmiş bir saldırı sonucu hayatlarını kaybettiklerine dair kesin bir karar vermek oldukça güç.
Soruşturmalarda takip edilen diğer olasılık, patlamanın işleyişte yapılan ihmaller sebebiyle gerçekleşen bir kaza sonucu yaşanmış olması.
Tanıkların ifadeleri incelendiğinde ortaya çıkan tablo kapsüllerin korunduğu dolabın hararetinin 80 dereceyi aştığı ve bu durumun fark edilmemesi üzerine ilk patlamanın gerçekleştiği yönünde.
Çıkan yangının etkisiyle kimyahanede bulunan eczalar yangının kısa sürede büyümesine sebep olurken o sırada fabrikada bulunan Nuri Killigil’in Hasköy İtfaiyesi’ne haber verdiği ve yangın yerine koştuğu olaya tanık olanlar tarafından dile getiriliyor.
Fabrikanın Kapsül ve Fülminat Şefi Şadan, savcıya verdiği ifadede yaşananları şöyle anlatmış:
“Yangın çıkar çıkmaz Nuri Paşa benim bulunduğum yere geldi ve orada bulunan ve içinde ne olduğunu bilmediğim bir dolabı derhal dışarıya çıkarmamızı söyledi. Hâlbuki benim kapsüllerin rutubet derecesini ölçen tav dolabının önünden ayrılmamam lazımdı. Israrı karşısında dolabın nakline yardım etmek zorunda kaldım. Bu sırada dolapta bir takım çıtırdılar olmakta idi. Nitekim birkaç dakika sonra müthiş bir infilâk oldu.”
Olay yerine gelen itfaiye erlerinin kimyahanedeki yangını söndürmek için çatıya çıktıkları, şiddetlenen alevlerin yayıldığı alanın altında barut ve trotil gibi patlayıcı maddeler bulunan bir depo olduğu söyleniyor. Kısa bir süre sonra bu alan çöküp içerideki patlayıcı maddeler infilâk ettiğinde, İstanbul’da büyük bir gürültü ve sarsıntı ile hissedilen esas patlama meydana gelmiş.
Nuri Killigil’in Cenaze Töreni ile İlgili İddialar
Hadiseden birkaç gün sonra Nuri Killigil’e ait bir ayakkabı teki, not defteri, parçalanmış bir kravat ve onun olduğu iddia edilen bileğinden kopuk bir el tahribatın kaldırılması sırasında bulundu.
Patlamada hayatlarını kaybeden Nuri Paşa dahil 10 kişinin cenazeleri 7 Mart 1949’da Beyazıt Camii'nden törenle kaldırıldı. Cenaze töreninde İçişleri Bakanı Mehmet Emin Erişirgil, Çalışma Bakanı Reşad Şemsettin Sirer, İstanbul Savcısı İhsan Köknel ve Orgeneral Kazım Orbay hazır bulundular. Cenazeler şehitliğe defnedildi.
Nuri Paşa’nın şehit olan bedeninden geriye kalanlar için cenaze namazı kılınmadığı ve düzenlenen törene devlet yetkililerinin katılmadığına dair iddiaların dayanağı 22 Mart 1949’da Nuri Paşa’ya ait olduğu düşünülen kolları ve bacakları kopuk, kafatası parçalanmış bir üst beden bulunmuş olması.
Nuri Paşa ailesi, bu buluntular için de bir cenaze merasimi talep etmiş.
23 Mart 1949’a ait Yeni Sabah Gazetesi olayı şöyle anlatıyor:
“Nuri Paşa (Killigil) ailesi Sütlüce’de infilak sahasında son arama ve taramalar esnasında sahilde bulunan bir ceset parçasının Nuri Paşa’ya ait olduğunu iddia ederek bunun için bir cenaze merasimi yapmak istediklerini bildirmişlerdir. Alakalı idare makamları keyfiyeti müftülüğe bildirerek bu vaziyette bir cenaze merasimi yapılıp yapılamayacağını sormuşlardır. İstanbul müftülüğü de bu hususta verdiği cevapta cenaze merasimi için cenaze namazı kılınması icap ettiğini, halbuki herhangi bir ceset parçası için cenaze namazının dinen caiz bulunmadığını bildirmiştir.”
İslamiyet’te yanmış, parçalanmış, ya da bir parçası bulunmuş bedenlerin nasıl defnedileceği konusu mezhep ve görüş farklılıklarına bağlı olarak ayrı hükümlere varılabilen bir konu. Bu kararı veren dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali’nin 544. maddesine göre;
“Ölmüş olan bir Müslüman'ın başı ile beraber vücudunun çoğu bulunuyorsa yıkanır; kefenlenir ve namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız vücudun yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuş olsa yıkanmaz, kefenlenmez ve üzerine namaz kılınmaz. Bir beze sarılarak gömülür.”
Cenaze merasimi tamamlandıktan sonra bulunan beden parçalarının hangi uzuvları barındırdığına dair teyit edilebilen kesin bir bilgi bulunmuyor. Bulunan parça ile alakalı yukarıda verilen betimlemeler Atilla Oral’ın Nuri Paşa adlı kitabından alındı. Oral, beden ile ilgili bilgilerini fabrika işçileri ve olayın görgü tanıkları ile yaptığı görüşmelerden elde etmiş.
Facebook’ta paylaşılan iddiada yer alan fotoğraf, bu buluntular üzerine aile tarafından düzenlenen cenaze törenine ait.
Nuri Paşa’nın cenazesine devlet görevlilerinin katılmadığı ve diyanet tarafından cenaze namazının kıldırılmadığı iddiaları kısmen yanlış. Nuri Paşa için iki cenaze töreni düzenlendi. Biri, diğer bazı kazazedelerle birlikte devlet görevlilerinin de katıldığı bir törenle şehitliğe defnedildi. Diğeri, olaydan günler sonra bedenine ait olduğu iddia edilen buluntular için ailesi tarafından, İstanbul Müftülüğü bir imam atamadığı halde düzenlendi ve aynı şehitliğe defnedildi.
Daha ayrıntılı bilginin olduğu kaynak:
https://www.dogrulukpayi.com/dogruluk-kontrolu/nuri-killigil-ve-silah-fabrikasiyla-ilgili-iddialar?gclid=EAIaIQobChMImbHwuLe8-wIVUbTVCh0OawW0EAAYASAAEgLVjvD_BwE
Olayı sayfanızda görünce merak edip değişik kaynaklardan da teyit etmek istedim.
Bu nedenle sayfanızdaki iddia tamamen bir iftira niteliği taşımaktadır. İftira ise dinde en büyük günahlar arasındadır.
Saygılarımla.