NEYİN YANLIŞI
Bu yaşadığım neyin yanlışı, tutunduğum bütün dallar yapışıyor ellerime. Bir sesim yok, kendimi bağışlamayan bir yanım, gerçek gözüm yok, melek, yaşam, yaşamak yok… Gizli kapalı, kopkoyu, zamana söz geçiremeyen yeteneksiz, yaban otlarıyla uzak insanları bulan, derinlerde soluk alan ben yok… Yerçekimim yok. Gizli ve yoksul bir ölüm var sadece. Dudaklarım, dilim, terim bile bu yüzden kanıyor şimdi…
Perdeler titriyor önce, gece olmamış herhangi bir sokak; yani benim talanım. Üşüyen kaldırım taşlarından ansızın bir elinde hançerle, tanımadığım biri çıkıyor, karanlık perdeleri titretiyor, sonra ince bir kan sızıntısını taşıyorum ellerimle. Al sana ölüm. Esrar çekmiş yalnızlık gibi geceyi koynumda taşıyan korku, alışmadık bir anda bitiveren yazı tura oyunu artık, al sana ölüm. Firar etmiş, ardımdan gece yatısına gelen azılı bir aşktır şimdi Perdeyi titreten, bütün yollar tutulur, çocuk sesi boğazıma yapışır, yerden toplayabildiğim sadece gözyaşı, ulaşamadığım unutamamak, al sana ölüm. Zora sokma kendini deyiverirsin bir anda, tam da ölmeye müsait bir akşamdır şimdi; al sana ölüm… Hatta gerçekten bir oyunun var olup olmadığı hakkında sınırsız bir kuşku var içimde… İlk defa yaşama isteği güç geliyor bana. Yalansız olduğum anları anlatırken, şehrimin varoşlarında mekan tanımaz yüzleri nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum. Nereye dönsem yeryüzünü ardımda bırakarak ilk defa ben olduğumu hatırlıyorum artık… Ama neye yarar, gidiyorum ağırca. Dört beş satıra sığan hayatımı, yarım bıraktığım onlarca hikayemi, kuru bir ekmeğe muhtaç olmama rağmen, buruşturup çöpe attığım özümü anlatmalıyım bu nedenle. Çelişkinin kara örtüsü, dünden arta kalan günün ilk ışıklarını söndürüyor ve yaşam bana tutsaklığımı geri getiriyor. Ölümden korkuma değil içimin sızısı, zamansız oluşu. Oysa her acıda bir martının çığlığına tutunmuşum, öfkeyle yoldaş olup, güçlü ayaklar giyerek yürümüşüm, yürekli bir bakışa bilmeden, inanarak serpilip büyümüşüm… Yaşamı kuşanmışım, yarına bıraktığım her günde bir meleğin kanatlarında nefes almayı hissetmişim, anladım artık… Çocukluğumun tek gerçeği buymuş. Ölümün sitemsiz ezgileri sağ yanımdan sızarken, acıkan özlemlerimi, sımsıcak bir düşün mutluluğunu, bir su damlasının nehirlere karıştığı gibi, içimde hissediyorum şimdi… |
NACİZHANE ŞİİRDE Kİ GÖRSELİK ÜZERİNDE ÇALIŞMALISINIZ
BAŞARILAR EMEGİNİZE