SESSİZ METRONOMhep ikinci yüzünle sevdin beni sen mâsûm, tertemiz, güzel yürekli ne olurdu sanki ilkini gizlemesen kötüler konuşur, iyiler susar melekler sevinir , şeytanlar küser miydi ?! o yüzünle severdi diline alan seni kolay kolay bulunmaz eşsiz bir hanımefendi; doğruydu dedikleri, eşsizdin(!) ya bilmedikleri, kendinden bile gizlediklerin ! beleyip kendini içindeki tuzlaya salamura düşler kurardın ikimizi doğrarcasına can cana turşuya... acı soğurup kanlı gözyaşıyla çığlıkları kendine yankılanan sessiz bir metronom sarkacında salınır durur sağdan sola, soldan sağa gelir vurur, gider vurur zamanla döne döne insan olanın beyni kudururdu... dolu dolu günleri ipe çekerdi gözlerin ecelsiz gece gündüzün boynunda düğümlenen ip öyle mahzun, içli suskun, ağlamaklı garip... bir uçurumun iki yakasıydık sendeki girinti, bendeki çıkıntı sular geçti aramızdan çağlayıp taşlar eridi, derinleştikçe uçtu uçurum iki yakamız bir araya gelmedi hiç tozlanırken sevdayla ilkyazda asılıp kaldı y/amaç çiçeklerimiz... nelere mal oldu bir yalan ne kurbanlar verdim ilk yüzüne uzatıp boynumu dolunayla yüreğimi uzatırcasına bazalt sunağına dış yüzünde papirüsler nil nehri değil sevdayla yüreği yanan bir heykeltraş taşı ancak böyle süsler... şorladıkça kanım, yandı canım adak değildim oysa yalnızca seven bir insandım; ’ ya sev beni böylece ya da al başını çek git! ’ çaresizliğin, köşeye sıkışan kedi gıcırdayan dişlerin, gerilen sinir tellerin her hareketin ayrı bir tehdit... merhamet fişeklerini göğsümde yaktım sen yanma diye boynuma düğümler attım; çok kan kaybettim nafile uykuluğundan kurşun yemiş yaralı bir ceylan sürüklendikçe can havliyle... her şey tükenmiş değil, çok şey var dumanı tüten ateşlendikçe omuzumu tepen, iç denizlerimde bir köpekbalığı neslini sürdürme kavgasında(!) küçük balıkları parçalayıp yavrularını yutan ... ne kâğıda sığarsın ne kaleme ibret için mi geldin âleme ; ... cennetimdin cehen/nem oldun aşkında cinnetim, ekosu kendine suskun bitimsiz çileli yoldun; salıverdik ellerimizi özgür bıraktık kollarımızı yitirdik artık bize çıkan yollarımızı... ... en az benim kadar mutlusun benden uzak zamanla çözüldü bak, kurduğun her tuzak aynalarda yalnızlığın görüntün sıra tutsak... saydam suların berraklığında her şeyi bilmek hakkım öyle sürüklendimki girdabında kaybolan bilincim aklım vurgun yedim dip sularında yedi kıta birden girdi birbirine beşi belli, ikisi biz ne senden ne benden kalmadı geriye hiçbir iz kainat toz olup, kürelendi üstümde her şeyi külden yaptım yeni bir dünya yarattım mabet kurmadım yüreğimde yalnızca güle taptım; sebebi sendin dönüşsüz meyhane akşamlarımın asıl boçlusu idin (?) gayri meşru faturaların, müteselsil kefil oldum hayatına ödemedin kayan yıldızlarımı ateş düştü sineme yalnızca... şimdi içe batan hıçkırıklarla yok oluşlara eriyip akışınla, düz yolda yokuşlara ve başıma gökten düşen taşlara süremezsin yüreğimi ’ merhametten maraz doğar ’ her gün biraz biraz doğar kin doğar, nefret doğar, garaz doğar ... hep o ikinci yüzünle sevdin beni gizleyip kendinden ilkini; gittikçe kronikleşen nefretin içinde besleyip büyütemediğin ’ saman altından su yürütüp ’ uyutamadığın hasretin sürecek gözlerin kapanıncaya değin... kim ne derse desin herkes içinde iki yüz saklar biri melektir, biri şeytan şeytan meleği, melek şeytanı aklar tek yüzüyle tanımak mümkün değil insanı sırlanmıştır yüzümüzde aynalarca yasaklar... Şaban AKTAŞ 18.08.2008 |
melekler sevinir , şeytanlar küser miydi ?!
ne güzel bir söz...kutlarım sizi