Safahat yok bu şehirde
Sefaletler içindeki sefahatler
sıkıştırıyor göğsümü, içime ağlıyorum cokkk birikmiş yazamadıklarım var konuşamadıklarımı çağlıyorum Ne olacak erteleyip şöyle yazarım perdeleyip çığlıklarımı b/öyle derim şahsıma münhasır beni bağlar ağız büküp söylediklerim!... Çarşı-pazar kalabalık hava sıcak sanki yaz günündendir... yolun hikâyesi, bu şehirde bir şekilde yolcunun sürgünündendir! Sürünerek yokluğa yürüyor emek çalışır karşılığını bulamazsın ne demek elim cebimde can çekişirken boşuna mı? sefaletin son bulmasını dilemek Ak dediler pak dediler neler neler yediler safahatı bile balık baştan misâli yolları çıkmış yolsuzluğa daha nasıl getireyim dile... Esir düştükleri zihniyetin dernek-mernek açılışlarında eseri olanlar var her şeyin açığına ne gerek anlayan anlar yalanlar var dolanlar var Çivilenmiş sokaklarından geçiyorum iniltilerle alay eden kahkahalara haykırarak bir yere varılmaz diyorum varılmaz gönül yıkarak, kalp kırarak. Neyse çıkayım şu yokuşu bir şey daha daha diyeceğim inişte sefalet içinde yazılan şi’rin bir yanı eksik oluyor işte. Gümüşhanlı’yım daha dur daha yüreğimden yanıyorum gecenin karanlığını yüklenip omuzlarıma ışığına sabahın uyanıyorum (safahat yok göremiyorum) |