SİZ İYİ KIZLARSINIZ SONSUZA DEK!
SİZ İYİ KIZLARSINIZ SONSUZA DEK!
Sevgili A, sana söylediklerimi ileriki yıllarda tek tek yapacağım, hindi alacağım, civcivler alacağım. Yumurta ve et tavukçuluğu yapacağım, kaz da bakacağım, kaz eti yedin mi bilmem; ama kaz eti bambaşkadır, tavuk etine hiç benzemez. Bizim burada bir tavukçu var, oradan alevde pişen tavuk aldım, (tüp alevinde çevirme) o ne rezil bir tavuktu. Önceleri orada çevirme tavuk alır yerdim, bir gün aldım, lan bunda lezzet yok dedim, tat alamıyordum bir türlü, saman yiyordum sanki ve oradan çevirme tavuk almayı kestim, hiç almadım, zınk diye içimde bir sinyal oluşmuştu. Sevdiğin kızı terk etmek gibi. Bak sevgili A, o tavukları öyle ruhsuz yetiştiriyorlar ki. Onlara gerekli yemler verilmiyor. Lap diye kesiyorlar onu, her şey ruhsuzca, fabrikasyon, onlar yeşil otlar yememiş, çayırlarda delice gezip sıçramamışlar. Hiç şımartılmamışlar tarlalarda, yaşan sevinci ve aşkla. Benim tat duyum kozmik gelişmiştir. Market zincirinden krem çikolata alırdım, kahvaltıda ekmeğe sürüp yerdim, son aldığımı ekmekle yedim, sonra karnımda bir rahatsızlık hissettim, mide bulantısı gibi. O gün zınk etti içim ve o kırmızı kaptaki adi krem çikolatayı yiyemedim, kaldı, dolapta duruyor öylece. O şeyi asla almam marketten, bitti. Arkadaş, o çikolatanın içine ne katıyorlarsa çok zararlı bir şey katıyorlar. Yani krem çikolata gibi tavukçularda satılan tavuklar da yenilecek türde değil; zehirdir. Döner tavuk satılır, ekmeği yağa batırırlar, içine bir sürü şey koyarlar ve lezzet oluşur, yoksa tavukta lezzet yok. Zaten ekmek arasına çok az koyuyorlar, bir tavukçu var bizim orada, hep oradan ekmek arası tavuk alıp yerdim, son aldığımda baktım, içine o kadar az tavuk koymuş ki; o gün oradan ekmek arası tavuk almayı kestim; çünkü adam işine yürek koymamış, kâr edeyim diye kısmış tavuğu, tavuk içine şeytan girmiş. Şeytani şeyleri hiç sevmem, rahatsız olurum, o şeyden uzaklaşırım. Tavukçu pişmiş tavuğu satar, o tavuk yağsızdır, oysa yağ bir tavuğa lezzet verir, yağ da tek buğdayla olmaz, mısır lezzet verir tavuğa, kaz yetiştiren adam söyledi bunu, kazın yağlı olması onu lezzetli yapar, adam mısır verilmeli demedi, mısır verilmesi gerektiğini ben biliyorum, taklacı kuşlarıma mısır verip duydum çok, eşek gibi oldular, şişmanladılar, kendilerini kaldıramaz hale geldiler. Bilirsin Trabzon’unun mısır ekmeği meşhurdur, hiç yedin mi tereyağlı. Müthiştir tadı. Kanatlı hayvan ya da büyük baş yetiştirenler bilmelidir ki mısır bambaşka bir enerji içerir. Balık kızartıyoruz, balığa mısır unu deli lezzet verir. Bizim tavukçular tavuğu mısır unuyla kızartmaz. Hiç yemedim, bir gün yaptıracağım anneme. Yani bütün gıda maddelerinde mekanizmamızı bozacak şeyler var, bizi hasta ediyor o şeyler. Normal biri tavukta lezzet olmadığını anlayamıyor, anlayamaz, gidip aynı tavukçudan tavuk alıp durur. Annem dualı bir kadındır, dindardır, tertemizdir, yaptığı yemeklere geçer enerjisi. Bir keresinde et kavurmuş, odama getirmişti, çatalla etten bir parça aldım, bir parça yer yemez doyduğumu hissettim, bir ufak lokma, o an duydum, bitti. Zınk etti, içim, beynim. Tek lokmayla insan doyar mı? Doyar, insan yemeği ruhuyla da yediğini hissederse, o derin algıya sahipse. Kişilerin enerjisi yaptıkları yemeğe aynen geçer, ben yediğim yemeklerden kişilerin enerjilerini analiz ederim. Din, mide, kafa, yürek uykudaysa, yani bir tür uyuşukluk içindeyse yediği şeyi nasıl doğru analiz edebilsin? Yediğim şeye yanlış bir şey, enerji sızarsa bunu algılarım. O şeyi yiyemem. Hemen anlarım bunu. Ya arkadaş milletin yediği zehir, neden? Kâr elde etmek istiyorlar, kısa zamanda et elde etmek istiyorlar, tavuk hemen büyüsün, keselim, tavukçulara gitsin. Ya arkadaş sistem zehir. Herkes buna esir. Arkadaş bu sistemi kökten değiştirelim o zaman? Birader, her saniyeni bir sanatçı gibi yaşa, kazanma ya da kaybetme korkusu olmadan, sen şu an hayatının kahramanısın, senin yapacakların çok mühim. Ama insanlar kendi hayatlarını kaçılması gereken bir kara delik olarak görür, kendilerini, başlarına gelenleri küçümserler, başka hayatlara özenirler, o hayatları içeren dandik dizilere bağımlı olurlar, o saçma sinema filmlerine. Güzel yürekli arkadaşım, sistem bizi bu hale getirdi, bir gence okuyacaksın, sınıfta kalmayacaksın, iş bulacaksın, evleneceksin… türünde binlerce baskı uygulanır. Gerçek bir cehennemi biz doğmadan çok önce yaratmışlar. Ben bu sistemin büyük mağduruyum. Ailem beni mağdur etti, etmeye de devam ediyor, yaşlı babam öldü gitti, annem bana öfke saçıp duruyor. Kadının psikolojisi bozuk, enerji merkezleri, babam ölünce dengesini kaybetti, kavga gürültüyü hiç sevmem, kimseye bağırıp çağırmam, ölü gibi sakinimdir. Çoğunlukla böyledir, deli deli sürekli konuşurum kendimle, sokakta, sesli düşünürüm, küfür ederim, isyan ederim, deliririm, ne fırtınalar kopar içimde, ağlarım, kimse bilmez. Ama sokakta…insanlara saygım vardır, terbiyem…saygım…derin atların dağlarda sessiz soluklarında yaşıyormuş gibi. Şöyle diyorum kendime: Sanatçı gibi yaşa her anını, öyle algıla, her şeyi. Asla b.ktan bir iz bırakma, ne olursa olsun b.ktan bir iz bırakma. Önemli olan sürekli olarak güzel ve iyi izler bırakmaktır hayata. Hakkımda ne düşünürlerse düşünsünler, ne derlerse desinler, umurumda değil; ama ben kendim için, yaratıcı için en güzel izleri bırakmalıyım diyorum kendime: Her anını sanat gerçekleştiriyormuş gibi yaşa. Bizleri büyütenler böyle algılardan yoksunlar. Ülkede hiçbir çocuk gerçekten sevilmiyor, hiçbir gence cidden saygı duyulmuyor. Bu büyükler çıkarlarının gerçekleşmesini bekliyorlar, çocuklarına bir rol biçiyorlar ve onun gerçek olmasını bekliyorlar. Ya baba, ağzımın içine edecek herşeyi yaptın, yaptın da ne oldu, ben de kafama eseni yaptım, beni dize getiremedin, istediğini gerçekleştiremedin, öldün gittin, ne geçti eline? Miras bıraktığın trajediyi sürdürüyorum. Ve annem balyoz gibi saldırıp duruyor, sürekli olumsuz şeyler söyleyip duruyor, sürekli bir yerleri temizliyor, ve sürekli ne kadar pis olduğumu söylüyor, kızarak şerefsiz olduğumu söylüyor. Annem delirmiş, farkında değil. Bak sevgili A, kaçmak istediğin insanlar kaçmaman gereken insanlara dönüşür, öyledir de, (annem harika biridir) şimdi anneme bozulduğumda gideceğim diyorum, bir planım var. Kendi içimde diyorum bunu. Amaç dağda bir yer almak. 1000 metre kare. Yaz ayları odada durulmuyor, biliyorsun tek odada yaşıyorum. Boğucu bir sıcak oluyor. Kaç yazdır böyle hissediyorum, bu odadan kaçmam gitmem lazım dağlara. Dağlara bakınca inanılmaz hissediyorum, kozmik bir enerji hissediyorum, büyülü bir his geliyor içime. İlhan İrem şarkıları gibi güzel bir şey. Bugün şehre gittim, akülü aracımla, Samsun Büyük Cami tramvay durağından geçerken doğu yönünde dağları gördüm, yeşil örtüyle kaplı dağlar, üstünde yağmur bulutları. Kadının biri dedi, “yağmur geliyor.” İçim gitti dağlara, durdum, sigara yaktım, karşıdan karşıya sürüyle insan geçiyor, dağları seyrettim, bir ufak tarla, mezar yeri kadar bir yer, toprak parçası, yeşil otlar, birkaç ağaç…Bunun için deliriyorum her gün. Yeryüzünde kim bunu benim kadar çok ister? Toprağa basmıyorum uzun yıllardır, bu insanın vücudunda elektrik biriktirmesi demektir, bu insanı delirtir, iyi ki kedim var, kedim bu gece kucağımda uyudu. 2 seferdir böyle yapıyor, geçen sene edindiğim kedi bu. Onca süredir ilk kez kucağa geldi, yavruyken kucağa gelirdi; ama büyüyünce uzaklaştı ve yeni yeni bana sokuluyor. Kediler bioenerji uzmanlarıdır, kedi enerjimi hissediyor, güzel bir enerji olmazsa yanaşmaz, hissediyor hayvan. Gözümün içine bakar, miyavlar, konuşurum; anlar. Bir kere şöyle oldu, yatağımda bağdaş kurdum, pc açık, pc’den tv izlerim, romanımı yazarım filan. Belgesel izlerim, suç programları, saatlerce gazete okurum. Olay şu, oturuyordum, dışarı çıksam mı, çıkmasam mı diye düşünüyorum, karar veremiyorum, öne doğru eğiliyorum, kalkacağım, emin değilim, geri yaslanıyorum, bir an gözüme takıldı, baktım kedi de öne eğiliyor benim gibi, oysa o an bana bakmıyor; ama yapacağım hareketi otomatik olarak algılıyor, şimdi ben kalkarsam o da peşten geliyor ya. İnsanlarla da böyledir. Kediyle telepati gerçekleştirmişim. Toprağa basmak çok önemli, basarsan beden enerjiyi yere bırakır, yerden enerji alır. Bu rahatlatır insanı, enerjisi yenilenir. Yere basamıyorum. Düşüncelerimde basıyorum. Özellikle rüyalarımda, annemin elinde bir uzi var, birkaç tane, birkaç eli var, mutfak kapısının önünde, mutfağa girmeme izin yok, cephe açmış bana, mutfağa gireni uzi marka silahla tarayıp öldürecek. Annem temizlik hastası, hayatta en tehlikeli hastalık temizlik hastalığı, annemi bu şeyden kurtarabilsem ne güzel olacak. Etrafa bakıyor ve yıkayacak, temizleyecek şey arıyor. Rahatına baksana anne sen. Bçk içinde yaşamaya alıştım ve b.k içinde kalır insan çokça. Gerçekte odam pistir. Umursamam, kirlenir, kafaya takmam. Öldürmez ki. Toz toprak…yerde kağıtlar, soğan kabukları… Arkadaş, annem bana blok koyuyor duruyor, gebermem için. Korkunç bir enerji saçıyor, bende büyük, güçlü ruh olmasa çoktan gebermiştim, bende kötü yürek olsa annem düşer ölürdü. Sakinliği severim, kavgaya hiç karışmam, sakin adam kavga etmez; ama bağırıp çağıran, parlayan, huzur kaçıran deli bir anne olunca ne yapacaksın? Anneme tavuk baktırıyorum, bahçeye giremiyorum, ortağım o, böylece sürekli temizlik yapması gerektiğine dair saplantısından uzaklaşıyor. Ablalarımla saatlerce telefonda konuşuyor, mutlu oluyor, sevgi veriyor, bana ise çatıp duruyor, sürekli eleştiri, sürekli olumsuz şeyler, odamı, balkonu temizliyor, canı çıkıyor, kemikleri ağrıyor, eve geliyorum, mutlulukla bir şey diyorum, çok kötü şeyler diyor, hakaretler, kötü bir şey yapmadım, zerre kötülüğüm yok, kadın delirmiş, huzurumu, sevincimi kaçırdı. Annem ne yaparsa yapsın beni ezip geçemeyecek, ben kafama koyduklarımı yapacağım, annem 73 yaşında ve sinirli oluyor bana, aynısını babama yaptı, babam kaçar giderdi evden. Babamı annem hasta ediyormuş meğerse, yıllar sonra anladım. Din şizofrenisi ve temizlik şizofrenisi. Bana bir kere sarıldığı yok, bugün gel sarılayım dedim; ama yürekten sarılmıyor, bunu bilmiyor, biliyorsa da unutmuş, yok dedi kaçıyor, “pisim ben” diyor. Ailem bana çok kötü şeyler yaptı, özellikle annem, kimse bilmiyor. Demirim ben, demir leblebiyim, ben bana kötü enerjilerin sızmasına izin vermem, nerden kimden gelirse bilirim. Kötü enerji en yakınından geliyorsa? Annem kalbimi kırdı, ağzımın içine etti, hakaretler etti, çıktı gitti odamdan, saatler sonra geldi, “bana acımıyorsun, baban bana acırdı” deyip demagojiye girdi, huzurumu imha etti, yaşama sevincimi, gelmiş özür diler gibi konuşuyor, “düşüp ölsen ne olacak, git başımdan” dedim, bir şeyler dedi, gitti. Ben üstüme gelinse de insanların kalbini kıracak şeyler demem. Ailemin beni imha etme çabaları sonucunda dertli oldum, gurur ve deli bir ego geliştirdim. Annemin enerji merkezleri bozulmuş delirmiş. “Git tedavi ol anne” diyorum. Beni zamanında harcadılar, delirttiler, ne yaparlarsa yapsınlar artık boşa, annem ne yaparsa yapsın delirmem, zaten delirdim, delirmede çağlar aştım. Anne, her şeyim değişecek, ben bioenerji uzmanıyım, çakra açıcı, yazar, kitaplarımı dünya okuyacak, milyonlar satacak kitaplarım. “Anne bay A ile Termeli teyzenin oraya kümes yapacağım” diyorum, gülümsüyor. Destek yok, küçümseme mi o? Bir şey diyorum, tersini diyor, sürekli bana karşı. Sürekli bir düşmanlık var. Doğruyu, iyiyi ve güzeli göremiyor, bir körlük içinde. Ona yardımcı olmalıyım. Onun pislik sözlerini dikkate almayacağım. Babam bana saygı duymazdı, aşağılardı beni. Bana hep düşmandı. Şimdi annem sürdürüyor o mantıksız düşmanlığı. Onlarda o varsa bende de deli bir sabır vardır. Bende bir çılgın ve sınırsız direniş, akıl almaz bir dayanıklılık gelişmiştir, t. sandalye kullanan benim gibi bireylerde yoğun vardır bu. Bana gelen ilhamlar var, ben 50 tavuk bakmaya başlamışsam bu ilham geldi diye başladım. Bu iş benim sanat alanım, yazarlığımdan sonra, zarar eder miyim, sorun değil, edeyim, ben tavuklarımı seviyorum. Tavuklar yumurtlar, yumurtalarını satarım, sonra 50 yumurta tavuğu alırım, 50 adet genç et için tavuk alır bakarım. Gelişirim, param olur, dağdan arazi alırım, geçer gider orada yaşarım. Kaybedeceğim hiçbir şey yok. Onca romanım henüz basılmadı. Bu sistem kendinden utanmalı. Elma yetiştiren, inek, tavuk böcek, solucan bakana destek, hibe var, karşılıksız para var. Ulan yazar adama beş kuruş vermiyor devlet. Vermez, oysa yazan adam düşünen adam, o adamı desteklese asla kaybetmez sistemin iyi yanı, yazarı desteklerse sistemin fikir yönü güçlenir. Ülkeleri dışarıda ticaret yapanlar, sporcular temsil etmez tek, yazarlar da temsil eder ülkeleri. Sistem yazarlara yatırım yaptı mı; asla. ((Sistem şeytan olmuş) Ben kendi kitabımı basmak için para biriktirdim, sonra tuttum o parayla 50 yumurta tavuğu aldım. Yayınevine yolluyorum romanı, editör bakıyor, malın teki, anlamıyor ne yazdığımı, biz bunu basamayız da demiyor, size başarılar diyoruz. Babasıyla ya da annesiyle çarpışanlara ne olur? Son sürat gelen tomruk yüklü kamyonun altında kalmaktan beter olurlar. Neden? Enerjisi bozulur, ondan. Böyle milyonlarca örnek var. Yalnız; ben onlardan olabilirdim, olmadım; henüz ölmedim! Acılarım beni deha yaptı, önüme koydukları engeller. Beni imha etme girişimleri sadece ışığımı güçlü kılmıştır ve beni dirençli ve büyülü yapmıştır. Onlar bana evrenin, kozmik ışığın ve Tanrı’nın yüklediği mucize anlamları bilmiyorlar, bilemezler. Babam harika biriydi. Annem de öyle. Bütün acılar, yaşadıklarım beni sınırsız biçimde müzakereci yapmıştır. İnsanları silip atmamayı öğretmiştir! Aramıza sızan karanlık enerjiler var, onlara müsaade etmeliyim, sımsıkı sarılın birbirinize, aksi halde araya girecekler. Karşı tarafın enerjisini yıkama yolu var, onu silip atarsan bunu yapamazsın. Bakış açısı: İşte tam sırası, korkunç biri var yanında, karşında, işte ben bu durumdayım, sanatçıyım, en b.ktan durumda nasıl bir davranış gerçekleştirirsin, nasıl düşünceler? Ben b.ktan durumlarda sanatımı konuşturacağım. Bilinçaltıma bunu yazdım dostum. Zor durumları severim, zor durumlar olmasa gelişmem ki. Önümde dev ve canavarca ve şeytani engeller olursa sıçramayı öğrenirim. Ruhum öğretir. Fiziksel ve ruhen sıçramak en trajik durumlarda olur dostlar. En belalı, en karanlık, en canınızın acıdığı anlar, zamanlar. Köşeye sıkıştırmak istedikleri muazzam bir ışığım. Kedi gibi. Sanat peşinde, derdinde olan. Söylediklerim, bütün söylediklerim, ben ölüp gitsem de güzel ve iyi bir iz olarak kalacaktır. İşte sanat bu! Bunu becermeliyim, becerebiliyorsam İsa’yım, adamım, insanım. Bana zamanında aşık olmuş, benle şık ve ışık olmuş kızlar eserlerimi okuyunca, toplumda, dünyadaki etkinliğimi, yaptığımı görünce; “İsa’yı sevmekle çok iyi yapmışım” diyecekler. Ve ben sonsuza dek onların en çok sevdiği adam olarak kalacağım. Bazısı söyledi bunu. Beni bambaşka sevdiler. Ben de ne olursa olsun sonsuza dek yaşatacağım onları içimde. Siz iyi kızlarsınız, sonsuza dek! Ve hiçbir derdim yok sanatımdan başka, yaşam sanatım, ve edebiyat alanındaki sanatım. Ruhlara, kalplere sesleniyorsam sonsuza dek. Topluma saçtığımız bioenerji milyonlara geçer. Bunu unutmayınız. Bu enerji toplumun, toplumların ruhun belirler. Zor durumlar olur. Pes etmemezlik geliştirmeyi acı çeke çeke öğrendim. Acılarınızla gurur duyun. Hayatta en sevdiğim ilk insan babam, annemdir! Problem var, vardı, onu izah ettim; aksi halde okurda etki olmazdı, yazının anlamı olmazdı. Ben böyle bir yazı okusam çok severim. Rehberim, duam şu şarkı: Fear of the Dark (2015 Remaster), Iron Maıden, 04:41 14 ekim 2021 perşembe İsa Kantarcı |