Çok Bilinmeyen-li
Seni kaç metre,
kaç ton, Kaç tane, Kaç dakika sevdiğimi bilmiyorum. Sana ikiyüzlülüğümü neden anlatamadığımı, Bışkoj evresinde bir gülün; Nice aşkı varken yaşanacak, Neden benim günah meleğim, ilham perim olmayı seçtiğini, Meleklerin neden senin sevdana uşak olmayı, Nice ibadetleri varken edilecek. Bilmiyorum. Bildiğim: Seni senden başka her şeye yabancılaşarak, Mevlana’ya; “hicrandan kalbini parçalarsan sen, özlemin derdini anlatırım ben” dizelerini hangi ruh halinin döktürttüğünü anlayıvererek sevdiğim ve özlediğim. O zamanlar tirajının doruklarında olan ‘Mahalle karısı dedikodu gazetesi’ haberi manşetten vermişti. Artık senin yüreğinde istenmeyen sevgili ilan edilmişim. Tezkere annene takılmış, Sen demeçlerinde annene yalaka… Aklıma geldiğin her yer cehennem. Ve ben… aklımdan taşınmış, Aşkına sığınmışım. O anı anılaştırmak yıllarımı aldı, O arada çağ dahi atlatmışız. Öğle ki; Diyanet takviminin dahi O günkü yaprağını tıklayıp acılarımın bu yılın hangi gününe rastladığını bulabilirsin. Bunca zaman… Bunca zaman sen ne yaptın? Kaç yaşamda kaç aşka milad oldun? Kaç sahilde kaç yürek hoplattın? Kaç şehirde kaç yuva yıktın? Kaç gecede kaç yastık çürüttün? Şimdi hayatın tam ortasındaki Hangi acemi gemicinin can simidisin? Çeko’nun eteğinde bir çobanın en sadık dostu, Yada Güzeldere geçidinde mahsur kalmış Bir kamyoncu çırağının alet çantası… Nerelerdesin… Bilmiyorum. Bu esnada ben… Bir şeylere ve kimselere karışmadım. Terim de karışmadı, Hiçbir kadının şehvetin doruklarında döktüğü tere. Nefesim de karışmadı kadın teninin başdöndürücülüğüne. Ve tenim karışmadı tenine. Dudaklarımın cinsel oyunu izmarit emmekten öteye gitmedi. Bir kadın neden ağlar? Nasıl sever? Ne zaman yalnızdır? Ne zaman güçüdür… Bir kadının elleri hangi yemek gibi kokar? Bir erkeğe hikayesini; Hangi kelimelerle? Hangi fasılada? Hangi bakışlarla ballandırarak anlatır? Bir kadının kulağına ‘yastığa dağılmış saçlarını serçe parmağıyla yana çekip’ “seni seviyorumlar” fısıldayarak uyuyakalan bir şairin, sabahı beklemeden, aç kurtlar misali saldırdığı dizeler hangileridir, Bilmiyorum… Tanrının vaatlerinin yeryüzündeki tek kanıtı; Yüzünün… Kimi zaman pitunvari, Kimi zaman bomboş, Kimi zaman manidar, Kimi zaman da annem gibi bakan, Her zaman “aşkın devamlı ikamet adresi” olmayı başaran gözlerinin, Seni ve arzularını en çabuk ele veren bakışıyla, Kimi şereflendirdiğini, Kime diz çöktürdüğünü, Bilmiyorum… Bildiğim… Nazım Hikmet’in babasının elini öpmek, Bekir’in de yerde bulduğu parayı almak için yaptığını, Benim de, arada bir, -Sırf sana sitem olsun diye- şiirin kanına girmek için yaptığım. Evet! Hala seviyorum seni, hak dinim bildiğim, dinim imanım... Devrik bir krala duyulan saygıya benzer ama... şimdi ki seni sevmelerim... Bildiğim…. Bildiğim bir şey var Kibele! O da seni, Quto’nun beni ağlatan şiirindeki gibi sevdiğim ve özlediğim. Ve senin o şiirdeki beklenenden daha geç geleceğin. Beklide hiç gelmeyeceğin. İ hsan SUVAROĞLU |