Ismet Gedik
18 Şubat, 11:17 ·
Kuantum fiziği nasıl ve neden doğdu? Fizikçiler neden kuantsal alemi “canlı” kabul etmiyorlar?
Quantum terimi Latincede “ne kadar” anlamına gelen bir kökten türetilmiştir.
Doğadaki varlıklar arası etkileşimlerde “en küçük etkileşim enerjisi ne kadardır? sorusunun yanıtı 1901 yılında Max Planck tarafından verilmiş ve (h) si mgesiyle 6.62607015×10−34 Joule⋅saniye değerli ve “Planck-sabiti” olarak bilinen bir temel etkileşim birimi bilim dünyasına girmiştir.
Doğadaki tüm diğer enerji birimleri bu (h)nın katlarından oluşurlar. Buna kuantizasyon sistemi denir, yani tam sayılı katlar söz konusudur, asla buçuklu veya ondalıklı vs. olamaz. Kuantizasyonun bilinen en temel örneği, doğadaki maddelerin oluşumunda görülür: Tüm elementler birer proton eklenmesiyle oluşur, asla yarım veya 1.5 protonlu element yoktur. Bunun anlamı, doğadaki hareketliliği, canlılığı vs. oluşturan en temel bir birim vardır ve o hep TAM olarak işe girer, yani parçalanamaz. Bu nedenle canlılığın-hareketliliğin temeli bu kuant öğesindedir.
Kuantum kavramının ortaya çıkmasından sonra fizikçiler doğadaki enerji kaynaklarını dikkate alıp, Güneş ışınlarına bakarlar. Einstein 1905’te Güneş ışınlarının bitkiler tarafından nasıl alınıp, şeker gibi moleküllere dönüştürülmesinin “Lichtquant = ışık kuantları” sayesinde olduğunu yayınlayarak kuant teriminin bir başka kullanım alanını oluşturur. Foton denilen güneş-ışığı bu şekilde kuantum sistemiyle eşlenmiş olur.
Daha sonraki yıllarda devam eden araştırmalarda, foton denilen kuantsal öğelerin atomların çevrelerinde bulunan elektronlar tarafından yayıldığı veya alındığı, dolayısıyla doğadaki tüm etkileşimlerin kuant denilen enerji öğesiyle gerçekleştiği ortaya çıkar.
Atomlar proton-nötron-elektron üçlüsünden oluşmaktadır. Bunlara atom-altı-öğeler denir. Kuantlar hem atomlar hem de bu atom-altı-öğeler arasındaki etkileşimleri etkileyip- yönlendiren temel oyunculardır.
İnsanlar atom deyince, sanki birer bilye gibi sabit öğeler tasarlar. Ne atomlar, ne de atom-altı-öğelerin hiç biri sabit, cansız öğeler değildirler. Tam tersine onlar cıvıl-cıvıl hareketlidirler ve sürekli olarak çevrelerinde neler olup-bittiğini araştıran tam anlamıyla canlı varlıkladır.
Şimdi atomlar ve atom-altı-öğelerle yapılan fizik deneylerinden örnekler vererek onların ne kadar bilinçli olduklarını gösterelim:
Aşağıdaki bilgiler FEYNMAN’ın (1985) “The Strange Theory of Light and Matter” adlı eserinden yararlanılarak hazırlanmıştır
Şekilde görüldüğü gibi bir deney hazırlanır. (S) noktasına bir kaynak ve önüne iki perde konulur. En arkadaki perde üzerinde (5) nolu noktaya bir detektör (D) yerleştirilir. Aradaki perde üzerinde de (A) noktasına bir delik açılır.
Deliğin boyutu, (S)deki kaynaktan 100 öge gönderildiğinde, delikten sadece bir öge geçebilecek şekilde ayarlanır.
Aynı boyutta ikinci bir delik (B), biraz daha aşağıdaki bir noktada açılır. (A) deliği kapatıldığında, (B) deliğinden de, gönderilen 100 ögeden sadece bir tanesinin geçtiği doğrulanır.
Her iki delik birlikte açık tutulduğunda ise, daha önce mutlaka bir öge kaydeden detektörün, (şekilde gösterilen (5) konumunda) artık hiç öge algılamadığı görülür.
Hayret! Delikler tek tek açık olduklarında her delikten bir adet geçebiliyordu, şimdi deliklerin ikisi de açık, ama hiçbir şey delikten geçmiyor. Bu nasıl iş?
Detektörün konumu kaydırıldıkça öge algılamaya başladığı fark edilir. Örneğin (1) nolu konumda dört tane foton algılandığı saptanır.
Yine hayret: bir delikten geçebilecek öğe sayısı bir tane idi, deliklerin ikisi birden açılınca, nasıl oluyor da 2 yerine 4 tane öğe geçebiliyor?
Bu değişimin hangi kurala göre olduğu araştırıldığında ögelerin şöyle bir olasılık hesabı yaparak davranışlarını belirledikleri ortaya çıkmaktadır.
Kuantsal sistemlerde fizikçiler bir dalga-boyundan söz eder. Bu “dalga-boyu” kavramı, gerçekte bir dalga-boyu değil, kuantsal öğelerin ölçme-değerlendirme adımlarıdır. Kuantsal öğeler hedeflerini bu adımlarıyla ölçerek değerlendirirler. Adım sıfır (0), (0.5), (1), (0.5), (0), (-0.5), (-1), (-0.5), (0) gibi değerler arasında değişir. Hedefe bu değerlerden hangisiyle vardığına bakarlar.
Kuantsal öğeler hedeflerini bu ölçme adımıyla değerlendirirler.
(5)numaralı konumdaki (D)’ye ulaşmak isteyen bir ögenin önünde iki seçenek vardır:
Ya (A) deliğinden geçecektir, ya da (B). Öge her iki seçeneği de teker teker değerlendirir:
(A) yolunu adımına göre hesaplamaya başlar; (D) hedefine vardığında salınım adımının hangi değerde bulunduğuna bakar. Diyelim maksimum (+1) değeriyle son buldu. Şimdi diğer (B) yolunu aynı şekilde hesaplamaya başlar; diyelim minimum (-1) değeriyle son buldu. Öge bu iki değeri toplar: +1-1=0. Sıfırın karesini alır: yine sıfır. Ve öge kararını verir: Bu durumda hedefe varmanın hiçbir yararı yok; (S)den gönderilen 100 ögedan hiçbiri delikten geçemez ve (D) detektörüne hiçbir öge ulaşmaz.
(1)numaralı konumdaki (D)’ye ulaşmak isteyen bir kuant için, (SAD) yolu sonunda ulaşılan değer (+1), (SBD) yolu sonunda ulaşılan değer de ( +1)dir; +1 +1 = 2. 2’nin karesi alınır: 4 eder.
Bu durumda (S)den gönderilen 100 ögeden 4 tanesi deliklerden geçer ve detektör 4 öge kaydeder. Delikler normalde birer öge geçirecek kadar büyüklükte olmalarına rağmen, normalde 2 ögenin geçebileceği deliklerden 4 tane öge geçer!
Olasılık hesaplı işlemlerin ilginç yönü bu noktadadır. Normal değer 1 = bir olarak kabul edildiğinde, hesaplama sonucu 1’den büyük olan değerlerin karesi alındığında sonuç çok büyük oranda artarken, 1’den küçük sonuç değerlerinin kareleri gittikçe küçülürler.
Örneğin 1.5’in karesi 2.25 gibi büyüyen bir değer verirken, 0.5’in karesi 0.25 gibi küçülen bir sonuç verir.
Doğadaki tüm olaylar ve işlemler de böyle bir olasılık hesabı sonucuna göre yapılmaktadır. Peki ögeler neden davranış değiştiriyorlar?
Çünkü ögelere seçme olanağı sunuluyor: Sadece bir delik açık olduğunda, ögenin önünde sadece bir seçenek olduğu için, öge gösterilen o hedefe gitmektedir.
Ama iki delik birlikte açık olduğunda, ögeye seçenek sunulmaktadır. Ve öge de bir olasılık hesabı yaparak davranır.
İşte kuantsal alemin mucizevi özellikleri, onların olasılık hesaplarına göre davranmalarıdır.
Diğer mucizevi bir özellikleri ise, kuantların bu olasılık hesabı verilerini, hedefe gidip-gelmeden yapabilme yetenekleridir. Kuantlar anında çevrelerindeki her şeyi algılarlar, ölçüp-değerlendirmek için oraya gitmelerine gerek yoktur.
Atomik öğeler bilgili-bilinçli davranırlar; daha önceden kendileriyle ilişki kuracak bir varlık oluşmuşsa, o varlığı algılayıp, onun isteğine uyuyorlar; ama, önceden bir şey oluşmamışsa, çevre-koşullarını algılayıp, o koşulları dikkate alacak şekilde bir olasılık hesabı yaparak davranıyorlar.
Yani doğadaki etkileyici-karar verici makam, alt –sistemlerdedir. Üst-sistem hedef, amaç gösterir. Ama o hedefe gidilip, gidilmeyeceği kararını al-sistemler verir. Doğadaki etkileyici-yönlendirici güç sisteminin, tabana mı tepeye mi dayalı olduğu konusu açısından bu konuda bir görüş oluşturmak, çok önemlidir.
Burada beş noktanın vurgulanması gerekir:
Birinci nokta şudur: Kuantsal sistem canlı, tam özellikli varlıklardır, yarım veya buçuklu olamazlar. Yani detektörde asla 1.5 değeri görülmez, ya 1, ya 2 olur. Bu da kuantsal sistemin canlı, özel varlıklar olduğunun tipik bir delilidir. Bu birer artış veya eksilmeye yapılan işlemler kuantizasyon olarak bilinir. Bu nedenle doğa QUANTIZATION denilen bir sistemde oluşmaktadır. 1 proton=H, 2 P= He, 6 P= C, 8 P=O vs. Yani 6.5 protonlu bir element yoktur, olamaz.
İkinci nokta ise, kuantsal canlılık öğelerinin kesinlikle olasılık hesabı yaparak, bilinçli davrandıklarıdır. Bu durum, kuantum fiziğinin olasılık hesaplı-bilinçli davranışlı olduğunu kabul eden Kopenhag yorumcuları ile, geleneksel deterministik görüşlü fizikçilerin anlaşmazlığının kaynağını oluşturur. Einstein’ın “Tanrı zar atmaz” demesi, klasik fizikçilerin doğadaki yaratıcılığın varlıkların içsel bileşenlerinde değil, varlıkların haricinde bir güç sisteminde olduğu önyargısından kaynaklanır. Yani gelenek ve görenekler bilinç-altımızı öylesine şartlandırmışlardır ki, Einstein, Schrödinger gibi fizikçiler bile atom-altı öğelerin olasılık hesaplı bilinçli davranışlarını kabul edememişlerdir. Maalesef günümüzde de hala fizikçilerin çoğu bu yönde davranmaktadırlar.
Üçüncü önemli nokta şudur: Kuantlar bu hesaplama işlemini hedefe gidip-gelerek yapmıyorlar; yani önlerine konulan seçenekleri orya gitmeden anında hesaplayabiliyorlar. Yani delikten geçerek hedefe kadar adımlayıp sonra geri dönüp, diğer yolu ölçmüyorlar. Yani uzaktan algılama yetenekleri var. Ne olağan-üstü bir davranış ve yetenek, değil mi? Böyle bir varlık nasıl cansız- bilinçsiz kabul edilir? Bilim insanlarının ne kadar önyargılı davrandıkları bundan anlaşılmıyor mu?
Dördüncü önemli nokta şudur: Kuantlar doğada belli noktalara hiç gitmeyerek, belli noktalara ise hiç beklenilmeyecek şekilde anormal sayıda giderek enerji gradyanları oluşturuyorlar. Enerji-gradyanları da “kuvvet” oluşumunu yol açtıklarından, doğadaki tüm olay ve gelişimleri yönlendiren temel faktör oluyorlar.
Beşinci önemli nokta ise şudur: Seçenekler (yani öğeler) birbirleriyle uyumsuz iseler, o oraya hiç kuant gitmiyor; ama öğeler birbirleriyle uyumlu iseler, ekstra kuant oraya gidiyor, yani normalde ancak 2 kuant gitmesi gereken yere, 4 kuant gidiyor. Bu nokta toplumsal hayatta çok–çok önemli, çünkü, insanlar birbirleriyle uyumlu olurlarsa, kazançları anormal derecede artar, uyumsuz olurlarsa da, o oranda kazançları düşük olur.
Görüldüğü üzere kuantlar alemi öğeleri, doğum-ölüm döngüleri olan, çevrelerini algılayıp, olasılık hesapları yaparak çıkan sonuca göre davranan BİLİNÇLİ ve CANLI VARLIKLARdır; Her yaşamdan -bir salınım döngüsünden- sonra tekrar doğarlar. Bu nedenle onlara KUANTSAL CANLILAR denilmesi gerekir.
Kuantlar aleminde katı, sabit, değişmeyen hiçbir şey yoktur; sürekli bir değişim-dönüşüm döngüsü söz konusudur. Hücrelerimiz içindeki atomların içleri kaynayan kazanlar gibidir, kuantsal canlılar onların içlerinde sürekli devinim içindedirler ve hücredeki-bedendeki değişimleri algılayarak, hücrenin, dolayısıyla bedenin çevreye uyumunda en aktif görevi yerine getirirler.
Evrensel sistemin başlangıcındaki sürekli devinim halindeki çok kısa ömürlü bu kuantsal canlıları düşünün. Çok hareketli, sağa-sola, aşağı-yukarı, ileri-geri; çevresindeki zilyonlarca diğer kuantsal canlı ile karşılıklı etkileşen, sürekli bir salınım ve titreşim içindeki bu kuantsal canlılar, ne yapmalılar ki, daha rahat bir duruma ulaşsınlar?
Bunun cevabı için, insanların davranışına bakalım: İnsanlar tek başlarına yaşasalardı, her işi tek başlarına yapmak zorunda olurlardı ve kafalarını kaşıyacak zamanları olmazdı. Ama ortaklıklar oluşturup, iş-bölümü yaparak ve ürünlerini takas ederek, daha rahat bir yaşam düzeyine ulaşmışlardır. Buna rahatlama dürtüsü denir ve doğadaki tüm varlıklarda mevcuttur.
Fizik bilimi verilerine bakarsak, onların da rahatlama prensibini uygulayarak, çok devingen, çok kısa ömürlü kuantum-aleminden, daha az hareketli ve daha uzun ömürlü üst-sistemlere geçtikleri, bunun için birleşerek daha büyük ortak-yaşam sistemlerine doğru bir gidişatın söz konusu olduğu görülür.
Geleneksel fizikçiler şimdiye dek doğadaki oluşumlarda “bilgi-bilinç” diye bir parametre kullanmamışlar, bilgi ve bilinci hep varlıkların dışındaki bir sistemde kabul etmişlerdir. İşte bu fizikçi ve diğer bilim-insanlarının bilinç-altlarına yerleşmiş en büyük şartlanmadır.
Görüleceği-anlaşılacağı üzere, kuantsal alemin (kuantsal canlıların) işi o kadar zordur ki, sürekli didinip, çaba sarf etmesi, yeni bilgiler oluşturması ve o bilgilere göre de örgütlenmesi, yapılaşması gerekmektedir. Kuantların yerinde siz olsaydınız, bu kadar yorucu-hareketli işlemlerden kurtulmak için ne yapardınız?
• Her şey en temeldeki öğelerle başlar ve bu temel öğelerin birer birer artırılması veya eksiltilmesiyle oluşur.
• En temeldeki bu öğe kuant diye tanımlanmıştır ve bu nedenle doğada kuantizasyon denilen birer birer artırma yöntemi işler.
• Kuant denilen bu en temel öğe ile yapılan deneyler şunları göstermiştir:
• Oluşturucu güç, enerji vs. kuantum alemindedir;
• Kuantlar pasif varlıklar değil, bilinçli davranan öğelerdir,
• Çevreleriyle sürekli etkileşim içindedirler;
• Bilgi oluşturularak sürekli yeni üst-sistemler yapılır;
• Oluşan yeni üst-sistemlerin en iyileri seçilip, kötü olanlar terk edilir;
• Evrensel ölçekte anında birbirleriyle haberleşip, enerjinin nerede ne oranda kullanılacağını onlar tayin ederler;
• Bu nedenle hayat enerjiyi en ergonomik şekilde kullanma yarışlarından oluşur. Bu ise bilgi edinilerek yapılır ve “Information & self- re-organisation” olarak özetlenen dinamik sistemli doğa oluşur.
• Tüm varlıkların içlerinde mevcut olduklarından,
• her an her-yerde (omnipresent) özelliklidirler;
• her şeyi yapabilirler (omnipotent) özelliklidirler;
• Doğum-ölüm döngülü olduklarından, yeni bilgi oluşumlarına göre, doğa her gün yeniden oluşturulur, düzenlenir.
Böylece doğa ve dünyayı sürekli bir evrimsel sürece sokmuştur. Anında tüm evrenle etkileşim içinde olan ve bilgi oluşturup, olasılık hesapları yaparak evreni oluşturan bir yaratıcılıkla karşı karşıyayız.
Bedenimiz böyle mucizevi özellikli atomlarca oluşturulmaktalar. BUNU HİÇ UNUTMAYIN!