GECE YARISI SAVAŞÇILARI
Biz üç kişiydik yalnızlık kaldırımlarında.
Tam üç kişi gece yarısı savaşçıları. Yorgunluk kancaları takılıydı omuzlarımıza. Otellerde kirletilmiş en güzel anılar. Buruşturulmuş kağıt gibi üstümüze atılıyordu. Gecenin camlarını kırıyordu çocukların ağlaması. Ayaklarımız bizi bilinmez yerlere sürüklüyordu. İçimizden birisi vurulmuş gibi korkuyorduk… Üç büyük umutsuzluk yan yana yürüyorduk. Gece ağacına takılmış dalgın bir yıldız. Ayın altından çelik ıslıklar gibi geçiyordu. Açlığını sırtına vurmuş bir hamaldı gece. Mavnaların karnına saklıyordu yoksul düşlerini. Barlarda denizciler korkularını içiyordu. Sinek lekeleri gibi yapışmıştı camlara. Kadınlığını azaltan daha çok kadınlar… Birincisi kırmızı saçlı bir adamdı. Nerde çiçek görse hemen aldanırdı. Boğazına sarılmıştı korkunun örümcekleri. Kurtulmak için akan sulara doğru koşuyordu. İncecik yüzünde gecenin simsiyah tülü. Bir gerçeğe uzanıyordu sivrilmiş tırnakları… Denize doğru sürüklüyordu ikincisi onları. Parmaklarına takmış hüzünlü sonbaharı. Sapsarı kağıtlara yazıyordu ilk aldanışlarını. Sanki bir yenilgi vardı umutsuz bakışlarında. Dudaklarının arasında yarım bir sigara. Duman duman içiyordu bir kızın yalnızlıklarını… Üçüncüsü çok uzundu ve dalgındı. Yaralı bir geyik gibi düşürdü geceyi yere. Kan görünce parmaklarını ısırırdı. Yağmur bulutları takılmıştı ıslak saçlarına. Birini vursalar çiçekleniyordu kederi. Düşlerinde karlar ülkesine gidiyordu. Siyah saçlı bir kadın tutuyordu elinden… Yenmek istiyorduk dev gibi büyüyen şehri. Yorgunluk akıyordu omuzlarımızdan. Tam üç kişiydik gece yarısı savaşçıları. Karanlığın çamuruna bulaşıyordu ayaklarımız. Gecenin çiçekleri elimize değince soluyordu. Önümüzde yükseliyordu yalnızlık duvarları. Boş tenekenin çıkardığı paslı tıkırtı İçimizde söylenen umutsuz bir şarkıydı… |