Misketini Dünya Sanan ÇocukI yorgun bir gecenin ardından yüzü kirli bir sabaha uyandım duvara bir resim gibi çizdiğim - aslinda olmayan - penceremin üstünü iyice karaladım süpürdüm odamda kalmış ayak izlerini gölgeni / gözlerimden usulca kovaladım yakamoz renkli bir güvercin uçtu kaçıp gitmek istedim içimden olmadığın hiç bir şehre ısınamadım II avuçlarımdaydı hep en ufak soluğunda alaza çalan bir sevdanın közleri ilk kalp krizi değildi bu gecenin ne de son ağlaması kan çanağıydı yıldız gözleri bir adak mumu kadar ömrüm ergüvan bir şarkı ayrılık uzatsam denize bir çölde kaybolur ellerim bilir misin kaç aşk ödedim sana karşılık III söz etme / sevda bir yalan sen de bir yalansın düpedüz kapandı sana çıkan yollarım gecenin her yanı diken patikalar her (y)anım güz IV ne gündüzün farkındayım ne gecenin / ne saatin barışığım karanlığımla ışığı sevse bedenin dışında yaşardı tin.. V kayıp tanrıların kamçıları sevda dediğin havai fişek duygular ya da dinsiz bir tanrıya yapılan kulluk ben... gazoz kapağını para misketini dünya sanan çocuk... |
Bedenin dışında yaşardı tin"
Çok anlamlı ve bir o kadar da vurucu dizeler. Gözümüz görmeye alışkın olmayınca, pencereler bile saklıyor artık seyre daldığı güneşi. Kuşlar göğüne uçmanın güzelliğinde, bizler ise düşen kanatlarının gölgesinde ölüme gebe. Keşke biz de misketi dünya sanan o çocuk saflığında kalabilseydik hep. Gördüğüm en güzel benzetmelerden biri, kutlarım şiirinizi, kaleminize sağlık...