0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
461
Okunma
Motorcular kulübündeyiz. Ben ve hayali arkadaşım Celal’in yolu ilk kez buraya düşüyor.İlginç bir mekan , hakkını teslim etmeliyim; duvarlar boğazına kadar envayi çeşit motor resimleri ile dolu . Bir sürü deri ceketli macera düşkünü motorcu büyükce bir masa etrafında yüksek sesle kavga edecesine bağrışarak birbirlerine hikayelerinı anlatıyorlar. Arada bir de ani bir tufan çıkmış gibi adabı aşmışlar olarak kükrercesine kahkahalar savurarak susma sıraları kendilerine geldikçe önlerindeki menemenlere ekmeklerini banıyorlar .Celal’in canı menemen çekmişti, İstemeye istemeye burada mola vermek zorunda kalmıştım . Celal bir şeyi tutturdu mu koparmadan bırakmaz. İblisin menemen aşermesi durduk yere kabarmamıştı pek tabii;buranın menemeninin meşhur olduğu,meşhur olduğu kadar doyurucu olduğu beş kilometredir tabela reklamlarında Celal’in doymak bilmeyen midesini ve beni ikna etmeyi başarmıştı. Tabelalar şaka gibiydi. -Nefis menemene 4 km kaldı- Açsan midene 2,5 kilometre sonra bir iyilik yap-Sık dişini 500 metre kaldı -Celal onun için bitmek bilmeyen bu mesafede menemen krizine girip kolumun etini sıkıp moraratmıştı.Huzurlu bir pazar sabahını baharın öncü işaretleriyle taclandirmak niyetiyle yola çıkmıştık. Asvalt kenarları yeşilin en gösterişlı tonlarıyla parlamış,türlerini bilmediğimiz ağaçlar kar gibi çiçekler aşmış, yeni yetme uçuşcu böcekler şuursuzca her köşeden vizildayip ön camımıza çarpıp can vermişti . Masumane bir hevesin peşine elbette ki yayan ,yalınayak çıkamazdık. Altımızda 97 model bir renault flas marka otomobilimiz vardı dostlarım. Boyası yer yer güneş yanığından solmuş Fransız malı bir otomobildi bu.Dile kolay 23 yaşında,otomobil yurdunda ihtiyar bir delikanlı sayılırdı. Küçük, içi oldukça dar arabadır model Flaşh. Üretimden kaldıralı üç tane beş yıldan fazla oluyor. Böylesine küçük otomobile 1700 motor koymuş şu bizim burnu yere hiç düşmeyen ukalâ Fransız dostlarımız. Ne mi demektir bu 1700 motor ? Gerçekten merak ediyorsan, cevabı uygulamalı olarak sana gösterebilir birlikte küçük bir tura çıkabiliriz. Hayali dostum Celal de buna pek memnun olurdu, o arkadaş canlısı biridir. Böylece ben de otomobilimizin gaz pedalına biraz sert basmana izin verir, özetle ne demek istedigimi hemencecik kavrayabilmene yardımcı olurdum . Altımızdaki bineğe geri dönelim. Uçan tabut lakabını Fransa’da almış yürümüş zamaninda bu küçük canavar. Yersiz bir lâkap da değildi hani bu; cüceliğine, boyasının solukluğuna bakmayın siz. Bmv,mercedes,audi sahipleri piçlerle kırmızı ışıktan her kalkışta onları beşyüz metre boyunca ayağımın altında can veren karıncalar gibi ezdiğime şahit olsaydınız, küçük diliniz Normandie çikarmasindaki destiriyatör kapaklarının sahile vurduğu gibi yerinden fırlayıp çenenize yapışırdı . Sonradan hızlanarak bizi geçerken intikam aldığını zanneden bu züppelere diyecek söz bulamıyorum. Celâl böyle zamanlarda hemen devreye girerdi . Sonradan aklı başına gelip devrini alan lüks arabalar bizi sollarken yerinden doğrulur, avazı çıktığı kadar "Ne oldu cicim ne oldu hahh diye bağırıp durur,ağzından salyalar saçarak en bilinmedik küfürleri savurdu. Neyseki Celal’i bir tek ben duyabiliyordum. Aksini bir düşünsenize; Celal’i başkalarının da duyabildiği bir dünyayı. Halim nice olurdu.
O kalbur üstü otomobillerde kasılarak oturan nice avukatlar, nice şirket ceoları belki de polis müdürleri ,savcılar vardır haddimizi bize derhal bildirecek. Korkum, bir gün böyle bir talihsizliği yaşayacak olmamızdı. Şükürler olsun ki onu sadece alzheimera yakayı ele vermiş yaşlı bunaklardan başkaları duyamıyordu. Deri ceketlilerden biri, ait olduğu guruptan ayrılmadan önce bir kaç kez masamızda ürkütücü bakışlarını gezdirmişti. Sonra kararını verip bize doğru yürüdü. Sol işaret parmağını iki porsiyon menemen tabağına dikerek aynen şunları söyledi. "Hey adamım birini mi bekliyorsun yoksa ikisini de sen mi yiyeceksin" 1.90 dan daha uzun koca bira göbekli ,şişkoluğundan sırtındaki deri ceketi kambur belinde gerilmiş,kırk yaşlarında sert erkek görünümlü,kır sakallı biriydi bu. Başında da nazi subayı şapkası ve bu şapkanın anlında kurukafa kabartması vardı. "Bela istemiyoruz dostum "diye bir kaç alt perdeden cevap verdim. Amerikan filmlerindeki yankilerin birbirlerine horozlandiğı bir sahneyi canlandırıyor gibiydik dostlarım. Celal sinirden deliye dönmüş masanın üzerine fırlamıştı. Elindeki çatalla ona doğru hamleler yaparak "Ona haddini bildir kardesim, domuz burnunun ortasına yumruğunu indir,hadi ne duruyorsun o aşağılık burnundaki kanı masaya boşalt diye tepinip duruyordu. Ait olmadığımız bir yerde; motorcuların uğrak yerinde,evinde,çöplüğündeydik.Hayali dostum Celal’ı adam yerine koyup saysak bile kaba bir hesapla yirmiye karşı sadece iki kişiydik. Burnunu çeke çeke, elinin ıslaklığını dometes lekeli önlüğüne silerek yanımıza gelen menemen ustası acınası gözlerle bana bakındı ve tam olarak şöyle sordu; "İyi misin abicim?" Bu arada motorcuların kalabalığı da sus-pus olmuştuş dikkatlerini bize döndürmüştü. Aklından geçen ilk şeyi yapmalısın derdi büyükbabam böyle durumlarda. Yumruğumu sert bir hindistan cevizi şekline dönüştürüp kürek kemiğimden desteklediğim kuvvetle motorcunun burnuna bu sinerjiyi indirmem, çıkış kapısının koordinatlarını belirlememle bir olmuştu. Çam yarması önce geriye doğru savrulup boş masaya çarptı. Sonra da burnundan boşalan köpüklü sıcak kanla birlikte kütük gibi devrildi enayi. Celal böyle durumlarda sonuna kadar kalıp kavganın tadını almamız gerektiğini savunur. Ama kaçmak bu şartlarda en iyisi görünüyordu . Bizim flaş köpükler içerisindeydi. Herifçioğlunun biri onu yıkamayı iş edinmişti kimseye bir şey sormadan.Bir kaç lira çorba parası için bunu size sormadan yapan çulsuzlardan pek hoşlandığımı söyleyemem. Elindeki hortumla şoke olan bu fukaraya da aynı tarifeyi tereddütsüz uyguladım. Amam anam diye elindeki hortumu bırakmadan o da yere kapaklandı. Boştaki elini de yüzüne tutup ikinciyi yemeyi hiç de istiyor görünmüyordu.
5.0
100% (2)