İslam ŞairiİNCELİKLERİN EFENDİSİ kuşu vefat eden çocuğa taziyeye giderdiniz rengarenk ebabiller yağardı gül şerbeti kıvamında hıçkırınca yavrular; namazlar, dualar kısaltırdınız mukaddes Sina dağı gibi mübarek sırtınızdan pak torunların inmek istemeyişi gönlüm umarsız gözyaşlarının tadını iyi bilen mecalsiz diller hatrına geceler, gökadalarca çullanırken yüreğimin boynuna ruhumun çocukluğu ahlarken gövdemin mağarasında siz ki hizmetçilerinize dahi öf bile demeyendiniz söküğünüzü diker, karnınızda taşlarla gezerdiniz ayinlerinin kibriyle -piştim- der iken nice kavuklu günde en az yeştmiş defa; aşkla istiğfar ederdiniz cümle canlılardan; ezilen emekçilerin safındaydınız ortaya doğru yeşertip öğütleri kimseleri kırmazdınız kölelerin ki, azadı için hiçbir fırsatı kaçırmazdınız anlatmaktan anlattığını yaşamayı kaçırmalar değildi yaşamaktan anlatmaya vaktinin kalmayışı sahih sevgi ürkek tavşanların mahzun ceylanlarla buluştuğu altından saflıklar akan ırmaklar gibi bir geceydi zarif nehirlerin başını taştan taşa vura vura çağlayıp uçurumlardan şelale olarak atlarken ki nezaketi gibi bir havaydı hilalin pırıltısı vururken alın yazgımıza meltemlerin korosu, resmi törendi kulak zarlarında ve hasretin şu dağdan yumruğu gırtlağın yatağında ve zulüm; suskudan tükenen dilceler kördüğüm vurulan masumların babasından kurşun parası isteyen otokratları şimdi hangi tarih kabul etsin hafızasına ey kalbimizin diktatörü siz diktayı bile güzelleştirirdiniz yeter ki bir işe başlayın, kılınçlar çiçek açardı buzulda gitmeseydiniz, bitmeseydik, tutuşsaydık yağsaydık sevdası için kavrulan cehennem gibi küfür tepesine sessizliğiniz, aniden bastıran mutlak bebek gülüşleri durgunluğunuz, boraları çekip dindiren kadim kasırga dolaşırdınız, kuşlar uçardı sanki okyanusların dibinde canlar sizsiz, vadilerde şaşkın gezen şimdi dilsiz “Şuara” GÖLYAZI zeytin ormanları, gam leylekleri sazlıkta salınan nazlı sandallar Apolyont gölünde mahzun gökada Ağlayan Çınarını ağlaşmakta sevdaya pervane yel değirmeni Eleni’yle Mehmed’i anlatmakta yerinden yurdundan eden acılar bazı mevsimler çınarın göğsünden birkaç damla kan olur göğe damlar uğultular duyulur Rum evinden derler ki; aşkları ah olup tozar çığlıklar yükselir harabelerden ey devrik ulu çınar; bir bilseler ne sırlara şahid ihtiyar gövden koynunda can veren nice hasretler hesap günü için bir mahşer bekler miras hatıralar, Mübadele’den yüreklerce çarpar zerrelerinde çığırsın mayanı Zambak Tepesi dallarında; Taş Mektep öksüzleri Kazım Paşayı hayırla yad etsin dağlan hey Gölyazı, ağla ve çağla saplı durdukça tarihin bağrına sönmez hakkın hilali karalarda MAHZUN SEVİNÇ yaşamın en güzel sahne performansıydı rol yapmamak içindeki o tamtakır kavanozun kapağını bir sıyır da gör içlerden göklere kanatlanan ne kelebekler keşfedeceksin bayındır bakışlar, güzel bereket suda tadılmazın tadı mı, görülmezin yüzü mü dallarında Gülibrişim çocukları; buruk Petunyalar; kar suyunda serpilen kainat çiçeği yeşilin nefesini hisset, ak mavilerin taksimini ıslığını bozkırların, meraların utancını buğuda ruhunu poyrazların, gülüşünü yağmurların, dansını ateşlerin içindeki boşluğa batırdığın çiviler gibi ceset kokan şehirler içindeki evrenin yıldızlarını keşfet gözlerini çevirip kalbine bir vapur Nuh adaşı; hayret makamı özerk düşüncelere ve güneşte kavrulan esmer merhamet bozkır teninde bir ormanda bir ırmağın bir ceylanla buluşması endamlar sararmış mahzun fotoğraflar emsali kartondan albümlerde filmleri kopmuş özlemin; paslanmış denklanşörü gurbetin gel etme gel etme gülleri tomruk; ahvah çiğdelerinde gül şerbetine uzatırken ağzını dibine inen serinlik sanki hilalden bir güneşin altında gölgelenirken Güzbatımı ölümün üzerine sürüyor motorunu Hamza yürekli panzerlerin altına yatan Ömer öfkeli kalbi kırıklar savaş uçaklarına tornavida fırlattıran gariban sevda bir ateş ki tutuşmaz her fitilde en doğru en dobra yalan oğlu yalan; yiğitlik destanlarında gördüğün öldürmeler değil yaşatmaklarmış asıl kahramanlık tankları durduran o şefkat çıplağı ellerimizden öğrendim kendisine çevrilen hain namlulara; konuşur gibi mikrofona son anda dahi -gel vazgeç evladım- diyen ananeler mesela utanır sloganlar; işte bu anlatılmaz işte bu yaşanır idam isterken bile şu heba edilenlerine üzülen kırgınlık tutuşmuş Hakk aşkıyla kavrulmuş derviş cehennem hey sevgilisinin hasmını beklemektedir; taşkın içimde hep bir senler beklemektedir, aşkın beklemek; beklemektedir, beklememeyişleri beklememek; beklememektedir, bekleyişleri gayrı eminim, hüznün en yakıştığı gönüldür mahşer yeri KIYAM SAATİ biley taşlarıyla sevişen çetin kılınçlar bilenişin koynu tırmalayan yalçın düeti hıyanete vefa, zulme ıslah, çalıma vicdan markası mıhlanan kepaze devranlardan geçtin kıvrak ve keşşaf, bıçkı ve haklı karaltıya bir kandil kısrağını sürerken dört nala şamdanlıklar, hırıltılar, bazalt kokuları ökçelerin o baygın tekrarında kaybolmadan en derine sürülmüş mahkum kınından sıyırmadan boykot sancağını ruhsuzluğa, aşksızlığa, banka bankerlerine doğrulmaz devrildiği yerden domino taşları çünkü birlik, cümle lehçeleriyle veciz daha elvan, daha gür, daha kokteyl bin balyozdan tek yumruk gibi çökmektir tuğlara oysa biliyordun, sancaktar olduğun kadar tiryakisiydim sokulgan süzüşlerin tayfunda uçuşan perçemlerine, dalgın uyandıkça tomruklar, yiten saflık içinde, büyüdükçe küçülen bir çıkra oğlaklar, zeytin ağaçları, kıraç dağ etekleri açtıran, acar içtenliklere filiz ki fukara ocaklar, başkenti insan haklarının insanlık, senatolarda bahsi geçen yalnızca senatolar, tek dişi kalmış canavarın edemeyip kendini kendine itiraf yatsıların kuştüyü yastığında kıvranan yaratık nefsinin dahi inanmadığı tıraşlarına rağmen PR çalışmalarına, ikna odalarına halklarının bile gözünde yosma çünkü gümrahtık, bir ırmak ne denli olacaksa alemi yoktu sökülmenin ifşa ajanslarına yetiyordu bir dargını ondurmak her lügatte barınmayan karşılıksız kelimesi en fazla müminlerde anlamını bulmaktaydı oysa katrandan kazınırken garibanlar hazmedecek kadar alçak bir sinikliğimiz yoktu yokluk bazen varlıktır varlıklıydık ve rugan duruşlarda parıldayan bir urgan gülbankımız nerdeyse gözleriyle devirecek adamlar arasında nerdeyse gözleriyle devirecek madamlar arasında sendelerken de putçuklar satırlarımız için can atıp durmaktadır yeter ki bir rüzgar ya Rahman neresinden başlarsak birleyecek kenetlendikçe suskun kenetlendikçe eforları tıngırdatan orijinal bir seda toplayarak dergahında cihad diye çarpan fuad oğlu fuadlara tarihi işlevini andıracak aceb mutluluktan uçuştu mu melekler seni gördükten sonra insan yaradıldı diye seni yani nereye yükselebileceği insanlığın hasılı onur, miracınla insan fıtratına ölüm ki bildirir kıymetini ebediliğin göçtün ve güzelleştirdin kalbe mevti, göçtün fakat bu paramparça surları kardeşliğin çaktı yokluğunun zorluğunu körkütük boğaza şimdi bu kumandan yelkenleri fora bu sultan gemileri dans ettirecek zilanlarla mürettebat hani bir Sur nefesi elzem birleyen kıyamlara uzakça afradan, tafradan, hanlık hırsından bir de İsrafil baştan ayağa uyaran uyanışları birbirine varis kılan hızırla kırkbirinci saate uyandıran KALBİSTAN GEMİLERİ pek sever saklambacı sevda dediğin evladı aç kalmasın diye günden güne zayıflayan varsıl babaların sayılan kaburga kemiklerinde anaların demirden yoksun ama metalden pehlivan kanında pek sever saklambacı sevda dediğin nice aydınlıklar ki karanlık nice karanlıklar ki aydınlık gösterir aydınlığa kimliğini karanlık öğretir karanlığa benliğini aydınlık ne çare inkarlara beyazlar ışıklar içinde ne keder imanlara yusufçuklar kuyusu oysa küpeşte kılan geceyi sır olmaktır kaybolana söyle derman hangi ışık pek sever saklambacı sevda dediğin neyleri nargile gibi tüttüren adamlar birşey kaybetmez takip etmemekle gündemi ceplerinde aşkın gözyaşları çiçeği yaprak güzeli yatsılardan patiska seherlerden ahşap oyalardan ovalara güldancası kurulan obalardan aktolgalı otağlardan cana bir sinan timsali saplanan kederi kaderine Elest bezmindensadık kökleri göklerin ve dalları kürenin göğsünde öyle bir yakılsın ki Kalbistan Gemileri kalmasın fedakarlık çiçeklerinden başka ırmaklara bırakılan ümitlerin öksüzleri sürsün firavunları gazabın kızıl denizlerine destanını -aşkı cephane diye taşıyanlar- nakşetsin gamları gerdanına ney gibi üfleyen adamlar düğümlene düğümlene çözülen elmaslarıyla füzeli akşamlarda kırlentleri kanter içinde bırakan milyonlarca yavru ağlarken utanan sırıtmaktan vebalinden hayır onlar da sıyrılamayacaklar şimdi mevsim, mahşerde yakalara takılan çocuk elleri durdukça boy veren düşler gayrı tartıların denk düşmesi öyle bir zaman ki bu çaresizlikten tarifsiz cinnetler çağın Ömerlerini dahi ölümün ötesine karşı sarartan duvarlarda milyarlarca çatık kaş sanki sıfatına daralıyor sıkılmış yumruktan kurusıkı sadırlar döşler ki öfkeden çıldırmış saatli birer bomba toplansa cümle ruhiyatçı değil derman ümmetin yalazına derdini boynunun küfesinde taşıyan adamlar çünkü birşey yapamamak herkesin birbirinden kaçırdığı ama buruk muhitlerde ağzına kadar dolup taşan burada sanarken hayat sürdüğünü bostanına orada adalet merhamet için yaşamaktadır artık çünkü Suriye akkordan bir zülfikara dönmenin adıdır eninde sonunda siyonizmin başında parçalanan milyonlarca şehadetten sonra içine çekebildiğin ıtır Cebel-i Târık’da bir figan asırlardır dolanıp durmaktadır çünkü kıyamet kıyamet büyüyen bir diriliş vardır bir velâdet için ya Rab ne cehennemler dalgalanıyor MAVERA TAKVİMİNDE BİR YAPRAK kırımlarda, beraber katledilirken evladına kefen olmuş valide cesetleri çünkü anneler, şu zamanda bile çabalar, vefatı nazik göstermeye kınalı kekliğine, kırkı çıkmamışken bambaşka yörelerde, apaynı sahne hiçbir şey olmamış gibi devam etmek hayatına günde milyarlar kere, çok kahkaha, az insanlık nafile değil, hoyrat sokak köpeklerinin gittikçe daha fazla imtinası, gelip geçenden oysa gümlememiş ketum füzelerden saksılar, oyuncaklar çıkaran mustazaflar etti mi hicret, kuşunu, kedisini unutmayan işte bu sessizlere, cevrederken tiranlar masumu terörist, teröristi kahraman vatanseveri hain, haini yurtsever kılan anırırken ıslah diye bozgun üzre bozgun çıkaran bir çeperi, bakışlara çekmek istiyordu oysa tam bu zamanlarda tam bu noktada hayır, değil -az sonra, yok -şimdi reklamlar tuzakların üstünde bir tuzak vardır gerçeği usanmadan asırlardır, devreye giriyordu cerenlerin sıcacık gülüşünü bölüşürken erenler, şurada helak olmuş bir kavim gibi gözler yeşeriyordu ertesi nesillere, ibret mirası, kalan talan ağarırken ağır, erkler, bükümler, hendeseler cümbüşler, tin saatleri sanrı köşklerinde esrardan savruk, cismiyle bir tan vakti garb şarka dönüşecektir, yeter ki çemren çünkü asla dönmeyecek faytonlar balkabağına sabretmek, yarısıdır dikey zaferin BİLİNÇ YAZITLARI idam, fizik saatinin durduğu hazin zaman yeni bir doğuma yüklü, körpecik devranlara dibinde depremler gibi sızlayan kemiklere ne zaman aldırış eder varis nasıl bir demde uykular mı gözlere, uyanışlar mı yakışır bilmem kaçıncı bahar, gökte kaçıncı ıtır söyleyin ey rahimler, ekin ne vakit biçilir özünden kıyametler taşan yiğit asker vaktindir sen haykırmasan ben haykırmasam hangi devir eğrileni kılıcıyla; nerede, kim düz edecektir çarpar alemin nabzı hakkıyla atan yürekte mağlubiyetten başka galibiyet mi var katle inleterek enseleri, muştuların muştası doğunca emekçiler birbirinin tam aynası kaynaştıkça hakikiler; zırhlı, roket işlemez musibet olup yağsa dünya bu bilek bükülmez teknik, sadrına iman üfürmeni beklemekte sanat, bağrına irfan nakşetmeni özlemekte diller, kültürler Hakk’ın ayetidir, inkar etme kendi ahalin için susadığını ey müslüman kardeşine dilemedikçe düşün tam mı iman değil mi ki cümlesi; teğmen ata yadigarı nedir bu hınç bu telaş bu tüketme ihtirası vallahi paramparça eyler son vahdeti ileri gelenler, tanrı edinirse, kibrini tufan olup kopsa evrenler ne keder Nuhlara vardır her dem bir kadırga en dipteki ruhlara kesilip nil/fırat/dicle, çağlayacak çağlara Asr-ı Saadet nurun; iliklere, ırmaklarca öyle bir kıvılcım bahşet ki bize ey Rabbî görmesin başka bir çıkış yol kaçaklar dahi saçılan kırıkları ancak yangınlar zamklar öyleyse yansın yürekler ta kaynaşana kadar BEYAZ KARANLIK Gövdeyle kuşatılmış dinmeyen ruhlarımız! Ağlar, yırtar kendini sonsuzluk diye diye… Sanki evvelden tanışmış gibi canlarımız; Yosun gözler boğuk kellede ürkmüşçesine. Dalardın; sen değil, uzaklar koşardı sana. Bakışların, sumruların sarsılmaz töresi… Uyurdun; uyanışa dönerdi uyku, hırsla! Nakışların, varlığa gebe bir yokluk sanki… Çiçeğin yüreğinde çiçek açan polenler; Anlatsın öykümüzü ceylansı yavrulara… Yatağanlarla doğranmış batağandı keder; Mahzunlar mahzeninde kurulmuş kursaklara. Dikiş tutmaz ülküler çaçaron göğüslerde. Mevte battıkça çıkardık doğumun yüzüne! Tabutlar bağırıyor toprağın yüreğinde… Kefenler, kuduruyor okyanuslar dibinde. Duyamaz; yangın kuleleri bu cehennemi. Bulamaz deniz fenerleri şu pus gemiyi… Bir sıyrık ki, âlemler saklambaç pıhtısında! Aklın dil, vicdânın göz kesildiği boyutta... Sisten, çığlıktan bir kaledir beyaz karanlık! Çektikçe çeker göğünü göğüne, haylazca. Ah ne afet katliam; rahim nurda kayıplık! Nadide eriyiştir; katışmak, karışmaza… DEMLİ SAĞANAK Dünyayı sömürmediğin ölçüde erkinsin! Mülksüzlük; en hıncahınç mülkü zengin yüreğin. Işık, yürekçe atar karanlığın büstünde… Zulmün celladı adalet peşinde zalim bile! Derviş ki sırf taliptir; talebi, talepsizlik… Sığ seslere en gökçek refleks derin sessizlik. Dikilmiş; inleyişler gibi mezartaşları, Seyyahı durdurmak isteyen uyartı gibi. İşkilsiz, kavrulanlar için kış bir bahardı; İnleyiş ki beş mevsim dinmeyen ruh depremi. Şimdi esmeyen poyrazların bereketinde, Bir kuraklıktır gayzer kılan ötleğenleri… Bahçeyi tatmak sizsizlikler işkencesinde, Sağlamlaştırır bülbülün bağır kafesini… Çatlar kafatasları yeryüzünün koynunda, Başı dik gözü yerde kuşlar gezer magmada. Çürümeye kıyamayan çocuk kemikleri… Çatırdar; ahların arşa yükselmesi gibi. Önlesin kalbin bakır zehrini kalaycılar! Hüngürdesin sipsiler; dile gelsin uzaklar, Gassalları kızartsın gazelinde kıskaçlar… Dalgalansın canlardan bir umman yaşamaklar! Körükler, esnedikçe tımarhaneler boyu… Keskin pas; tırnak kılar bronşa her soluğu! HELAL GÜZELLİK Yüzleri tanınmayan cesetler arasında; Tanımama hissi ağır basan annelerce, Öldü antik kaygılar beklenen gün doğunca, Caiz cemal sofrası serildi ezgimize… Deha deha yeşeren rasathaneler kalbin, Eş zamanlı indirilen uzay roketleri… Mümin filozoflar ki ecdadıydı bilimin! İslam, medeniyetlere insanlık öğretti. Ey kafataslarından parklar doğuran hande! Yüksel yüksel büstümden üstlerin kursağına! Ufalanır mumyalar azmin gömütlerinde! Gıcıklanır kuşkular ruhların gırtlağında… Dirilişe adaklar doğurmalı rahimler; Akıncılar aşkına doğrulmalı gerdekler. Anneler dantel gibi işlemeli yelkenler, Örmeli yıldızlardan; ışıl ışıl şilepler… Sılanın volkanik gölünde yüzen aşıklar, Haşinleri inletmek o mertlerin cenneti! Kabre definden sonra aniden canlananlar; Anlayabilir belki bu araflar pistini… Değil dudaklarla nefesdaş şu mısralarım! Kendini bildiğini sanırsın, bilemezsin. Sempati! Neye göre? Nafile çağrılarım, Gözden bakan eremez görküne görünmezin! KALABALIK YALNIZLIK Ay: gökkuşağı çelengiyle arşta bir kuyu, Namlular alınlarda volkanik kış mevsimi. Buzulda har kesilen nabızlarda çarpan su; Öksüz kalderalar gibi haykırır tevhidi… Ölümcül yerle gök arası fışkıran hayat! Çağırır; hepliğin, hiçliğin tek sahibine… Uzay okyanusunda inci devran ne bayat, Heyecanla gelenler hep gider çöküntüyle. Onlar siyah aydınlık! Biz özgürlük tutsağı! Onlar havra sessizlik! Biz barışın kurbanı! Unutma! Ey boşluklar çölünden sızan feyiz, Kumsaati yurdunda çıdamdır sermayemiz! GÜNEŞ HİLALİ telgraf tellerine dizilen kumrular gibiydik nakışlarımız gökyüzüne dalarcası dolarken vatana ezanlar saçlarını okşardı sayvan zarlarımızın derimizde erkin ülküler gerilirdi tam ilkeli alnımızda bağımsız bir yurdun hayat çizgileri ellerimiz hür memleket kokardı batarken deryalara büyüttüğümüz her gonca; çocuk bahçelerinde kurulmuş bir Hakikat Devleti çağın ufuklarında aşkın ahlakıyla sancağa çekilen nur yüzlü umutlar ırmaktan sofralarca serilir içimizin kış çölüne her dem yeniden diriydik yavrucak heyecanıyla sola sola bağışıklık kazanmak bütün solgunluklara yoksullar yönetseydi dünya iyileşirdi bilirdik anneler başı çekseydi resmi kurumlarda dantel örtüeri kibirli ve hırslılar ezse de arzın bütün çimlerini toprağın sakındığı tohumlar henüz çürümemişti ezilen gül içinde kabını yarıp çıkacak yeni bir gonca inadına suladıkça azmi güzellik yorgunu vicdanlar kötüyü iyiliğin selinde boğup yılmadan susturacaktık güneşten hilalin gölgesinde selama duracaktık yoktu ümitsizlikten ehem öldürücü nefretlimiz karanfil yağmurlarına karışan ıhlamur burcuları arasında hakkını arama meslekleri adalet gününe dek biliyorum ama nasib et Rab cennetinde bile helal marşlar istiyorum bizi ordun kıl diz sarsılmaz fazilet ipine ebabiller gibi mazluma rüya zalime kabus eyle cehennemlerin tarzı aşkın kâbesiydi cihad meydanları yoktu itirazımız sevdanla vurur, vurulur, sevdanla yaşar, yaşatırız DAVA ADAMI kalemini asa diye kuşandın, kağıtlarını sahra mahşerî bir sükûnetle haykırdın asrın sadrına iki parça cama sığmayan o canlı bakışlarında yaşama sevincin gibi serpildi müslüman coğrafya bilirim düğünün bugün; Aliya’ya selam söyle Akif abi de ki her belde şimdi Srebrenitsa inananlara öyle yalnız bırakıldın ki şu hakikat davanda ilk nefesini alır gibi verdiğin son nefesinde bile takdiri bir başına karşılamak düştü nasibine bir ömür çabaladın; çarpıştın Leyla uğruna sonunda Halid gibi göçtün şehadet aşkıyla Malcom’a selam söyle abi; Basayev’e, Ahmed Yasin’e bil ki yarım kalmayacak bu çağrı ağır yüreklerde haleflerin muştular serpecek mahzun makberine şimdi bir Asım’ı olarak; Mehmed Âkif’e selam söyle gözlerim durmuyor Akif abi, dinlemiyor mantığımı Zarifoğlu ağabeyin serçeleri zikretsin toprağında -dünya ne kadar da fani- dercesine yaşadın, gittin Sezai üstad gibi devişi oldun kentin, kesilmedin gelseydi elinden; bilinç için alemi belgesele çekerdin Arakan’lı çocuklarca, Bosna’lı annelerce rahmet sana komşu kılsın Rahman; Metin Yüksel’e, Seyyid Kutub’a Kudüs’ü bileğinde saat diye taşırdın Pakdil gibi görmese de gözlerin, imanın gördü hür Filistin’i emaneti savaştığı emin elçide olan Kureyş misali öyle edepliydin ki; hayran kaldı hakkın hasmı dahi bildik eylesin Allah… evliyasına seni Akif abi… Ömer’in, Ali’nin, Fâtih’in kalbine yoldaş etsin kalbini |