neler neler yaşamıştık yarım asır o günden bu güne alavere, dalavere, çirkeflikler ne bitmez geceler, gelmeyen gündüzler, bitler, pireler neler neler ne düzmeceler sinsice ve kalleşçe kesmeceler ezmeceler korkular da vardı tarifsiz endişeler dertler elem ve kederler ne acılardı yüreklerde, sinelerde silsileler, titremeler payımıza düşenler kepçe kepçeydi de tekelinden çaldığımız mutluluk gıdım gıdım yarımşar birer soysuzca saklamışlardı hepsi belki içimize atmıştık birçok şeyi yaşamıştık gene de
yazmıştık sonra bunları bir yerlerde bu sebeptendi isyanımız, yaralıydık belki de ve sızlanışlarımız dantel dantel hikâye ve şiirlerde kimi aleni, kimi saklı, gizli dize içlerinde, satır diplerinde, kelimelerde kimi coşkun bir selde, kimi de hüzünçiçeklerinde kutuplardaydık kimi kereler buz gibi yorgan yok, çul yok üşümüş donmuştuk kimi kuru çöllerde yanmıştık cayır cayır kavrulmuştuk sırılsıklam olmuştuk yaz baharlarda hazan mevsimlerindeki deli yellerdeydik bazen kuru yapraklar gibi savrulup çalınmıştık yerlerden yere çaresizce ve çaresizlik üretenler inisiyatifinde zifiri karanlıklar içinde, kör kuyular dibinde bir ışık aramıştık hep yol, iz olmayan bu ıssız yerlerde göz yordamıyla düşe kalka bir ışık diye yalvar yakar insafsızlara
bağırmıştık haykırmıştık dar sokaklarda, boş alanlarda ya onlar duymazlarda isyanlardaydık bazı bazı evet prangalarda, mahpuslarda, falakalı dayaklarda kimi zamanlar ağlamıştık da anlatamamıştık anlaşılamamıştık anlamamışlardı oysa dilimiz döndüğünce anlatmış, kelimeler yettiğince yazmıştık tükenmez kalemle özen bezene kimi zamanlar da kan ve gözyaşı katmıştık dizeler içine ama kime yeter demiştik sonra bir gün gözyaşı niye kime yürek yangınları beyhude böyleyken acıları allayıp pullayıp baş tacı etmek niye İsyan kime yalvarmak kime yara senin, merhem ötekinin, şu, bu, kiminse kimin seninki sana, onunki ona, hayat işte, ölüye değil yaşayana kimden kime ne gerçekler böyle yetsin gayrı demiştik sonra yeter böyle demiştik kendi kendimize bıktık usandık yorulduk halsiz, mecalsiz takatsiz kaldık, dermansızdır dizlerimiz
ve yırttık o sayfaları, kırıştırıp attık kara kaplı defterleri bir bir yaktık sonra yeni bir sayfa açtık ak yapraklı defterlerden ve kara değil ak yazılar yazdık
yeni bir dünya yarattık kendimize hayal ve düşlerde bir başka bağırdık bu sefer gülen yüz gülen gözle haykırdık dağlara, taşlara, ovalara yüreğimizden, ciğerimizden, içimizin en derin yerinden güzelin güzeline en güzelinden merhaba dedik kurtlara, kuşlara yerdekilere, göktekilere, ara yerdekilere merhaba dedik derelere, tepelere kelebeklere, sineklere, böceklere, yüksek ve alçak yerdekilere merhaba dedik otlara, ağaçlara ve suya ve toprağa yedi başlı ejderi değil, pembe masallar anlattık çocuklara bebeklere meme verdik, sağırlara dört kulak dinledik ses verdik sessizlere şiirler yazdık sevdalara, sevdalılara sevgilere selam yolladık, sevgililere oyalı mendil kucak açtık sarıldık sarmaştık susuzları suladık çatlayan dudakları dilimizle ısladık saygılar sunduk dostlara arkadaşlara komşularla merhabalaştık ninniler söyledik uykusuz gecelere yorgun gündüzlere türküler yazdık insanlığı satır satır pembe renkli hikâyelerde, gül kokulu şiirlerde kin ve nefreti öldürüp gömdük temizledik irinleri yaraları diktik sarıp sarmaladık, kanatmadık okları, bıçakları, kasaturaları savaş alanlarında bıraktık silahları astık baruttan toprak yapıp saksılara kattık kurşun askerlerle çocukça oyunlar oynadık işte böyle dedik böyle bir dünya, böylesini istedik çalıştık, çabaladık, başardık yedi cihana sesimizi ulaştırdık ikna ettik, cümle âlemi tek yürek ettik kurdu kuzuyla arkadaş eyledik tavşanı tilkiyle, kuzgunu civcivle gezdirdik kimseyi kimseye yem etmedik yedirtmedik yerdegezeni ürkütmedik, göktekinin kanadını kesmedik karıncayı çiğnetmedik işte böyle dedik, böyle bir dünya düşledik
el ettik yıldızlara el ettik aya güneşi baba ettik, toprağı ana böyle seslendik bulutlara yedi cihana yüreklerdeki sevgiden, bal damlayan dillerden, güzelin güzelinden yılan dayanamadı çıktı deliğinden, köstebek yerin dibinden endişeleri, kaygıları yerle bir ettik çiğnedik, ezdik bütün korkuları yendik yalnızlıkları cehennemlere gönderdik ümitleri çayır çimen ettik, yeşerttik cennet ettik her yeri, mutluluklar ürettik merhaba dedik dağa taşa merhaba diye haykırdık dört bir yana ota, ağaca, havaya, suya, ışığa merhaba hayvanlara ve insanlara duyanlara, duymayanlara, konuşanlara, konuşamayanlara merhaba
ve yıldızlar yere indi tek tek sevincinden ay da mavi denizin üstüne yel amber çiçeğinden kokular getirdi güneşgülümsedi ve merhaba dedi bulutlar gürlemeden terleyip silkelendi de zemzem suları döküverdi toprak ana bire bin verdi, bolluk, bereket geldi soysuz iblis korkudan ürperip mora kesti ve ak kanatlı meleklerden korkup titredi
Azrail gelmişti hani zamansız ikna ettik onu, gönderdik, gitti ölümsüzlüğün sırrına ermiştik çünkü baykuş bile bülbülle gül çiçeğindeydi ki incitmeyip yücelttik ve bu sebepten kimseleri öldürmedik İşte biz dönmeyen düş dünyasında böyleydik
lakin unutmuşuz bir şeyleri bir yerlerde belki birilerini de galiba görememiştik ölüleri mezar içlerinde düşteki bu güzellikte onlar yoktu nedense yeryüzünde ılık yağmurlar yağmış toprak kabarmıştı da çıkmamışlardı birisi sarıçiğdem, birisi beyaz lale, mor menekşe, sümbül misalinde hayvanları bile getirmiştik de güzellikle dize ne fayda ki sökmezdi bunların hiç biri biz olamamış bizlere
ah nene ah dinlemedik bak gene seni evrimleşemediğimiz nasıl da belli hala eskisi gibi dur demiştik dünyaya, artık dönme hâlbuki ne haddimize neyimize belki paranoyak bir gecede, ya da saçma bir düş içinde güpegündüz hayalperestçe hep gündüz kal gelmesin artık karanlık geceler demiştik hayat dene dönenceye de ne haddimize
neydi yanlış olan eksiklik kimde ve nerede unutmuşuz işte insanız ya enikonu, bir ses duyduk bir yerlerde akrep ateş çemberi içinde ve çaresizce onu gördük o zalimce çevrilmiş dar yerde umutsuzdu kuyruğuyla oynuyordu bir ikilem içinde ve kurtuluşu yoktu su döküp söndürdük ateşi umut olup yanına koşmuştuk ve kördük belki görmemiştik yeşil zehir kuyruğunun ince yerinde, kin ve nefretse yüreğinde kötülük bu ya, ta öz benliğinde kim bilir suçu, günahı yok, bilmiyordu belki dünya durmuştu ya hani dönmüyordu, hani devran sürmüyordu hani kuzu kurt memesi emiyordu ceylan aslanla geziyordu da haberi mi yoktu belki korkmuştu belki de haberi yoktu
ah nenem ah bileydin bileydin de söyleyeydin diyeydin bırak oğul, kalsın akrep ateş çemberi içinde
yanıldık aldandık uykulardaydık galiba hazırlıksız yakalanıp gafil avlandık hâlbuki ne güzel söylemiştin yıllar öncesinde hani önde giden pusuya düşerdi hani geriden geleni kurt enselerdi ne oldu can nene Orta yerlerde akrepler geziyordu da haberin mi yoktu Ama ne yapsaydık nene ateş çemberindeki akrep umutsuzdu gerçek bu ki kurtulunca unuttu kim bilir belki de korkmuştu ve gelip bizi soktu demek vefa buydu anlayamadık gaflet uykusundaydık zehirlendik de uyandık düş yatağımızdan kalktık baktık ki gerçekle kucak kucağıyız, aynayı konyayı anladık geç mi kalmıştık ya da güneş doğmamış daha erken her şey düş veya hayalde
oysa duran bir şey yoktu dünya hala dönüyordu ve gerçek olan buydu ama yer ve mekân ve akrep ve yelkovan ve zaman oysa başı ve sonu olmayandı gerçek olan yaşam ve düz bir çizgiydi hayat denilen kavram dünya dönecekti durdurmak kimin haddine hep dönecek, devran bildiği gibi sürecek gittiği yere kadar dur demek ne haddimize
öldük mü? bak ölmedik böğrümüzde iki kurşun, belki bir hançer, can evimizde yumruk soluksuz kalıp öldük mü? kaç kez söylemiştik oysa gafillere bir kere öldüysek bin kere dirildik biz kim bilir belki de ölmüş gene dirilmiştik biraz bu yüzden bekledik özeleştirideydik ve sonra gerçeklerle yüzleştik
ey gafil! ve dönüp kendimize böyle seslendik ey gafil dedik kurt kuzuyla gezmez! tilki et sever tavşanla yarenlik etmez! akrep akreptir; arı değil o, kuyruğunda bal üretmez ya insanoğlu doyumsuz oğlu doyumsuzdur o dünyaları versen eyvallah demez
ve döndürmüştük duran dünyayı yeniden durdurmak ne haddimize köylü köyüne, evli evine, tatlı düşler gül yüzlü çingeneye yolcu yoluna dedik kuzgunu gönderdik leşe, civcivi kümese köstebek yedi kat yerin dibine yılan deliğine zehirli akrebe dedik, sen de ateş çemberinin orta yerine
gök alçalmıştı başımız üstüne, yükselttik yeniden yer temizlenmişti, kirlettik bilerekten dünya zaten yuvarlak dönsün dursun devran sürsün dedik bize ne yıldızlar ağladı bu çirkinliğe, gittiler yükseklere ay kalktı denizden iki gözü iki çeşme, olup biteni bilemeden bulutlar hiddetlendi, gürledi, gümbürdedi sinirinden yıldırımlar, şimşekler kapkaranlık, kar, boran, tufan
işte böyle ateş bile isyan etti, sitem etti akılsız akrebe iblisi azat ettik git dedik isli baca içlerine, pis kokulu çöplüklere hain pusular kur dedik, güzel, çirkin demeden herkeslere ötsün dedik gamlı baykuş viranelerde ölmüşler üstüne ve bu yüzden sustu bülbüller soldu çiçekler, sevgiler, güzellikler
akrepti ateş çemberi içinde biz değildik kuyruğunda zehirli iğne ve can derdinde merhamet dilemiyordu belki ama candı onun canı da acıdık yardım ettik ölümü görmüştük kendi gözümüzle su döktük gönül tasından, ateşi söndürdük bir düş dünyasıydı ya bu dost sanıp yaklaştık, el uzattık, okşadık sokmaz sandık galiba yanıldık gafil avlandık ve yaralandık ve yazık oldu, yedi bin seneyi boş bir hayale harcadık
“Ah nenem ah, seni hiç dinlemedik. Zavallı yaratıklardan çok şeyler bekledik. Kanatları yok ki onların, melek olsunlar istedik. Göz göre göre şeytan oldular da; ona yanarım nenem, üzgünüm engelleyemedik…”
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yaralandık Bak gene şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Yaralandık Bak gene şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.