BU NE GÜZEL İSTANBUL
-Yahya Kemal Beyatlı’ya ithafen-
Bu ne güzel İstanbul! Şehirlerin sultânı, Güzellik âbidesi, medeniyet harmânı… Yok bu şehrin dünyada, yok ikinci bir eşi! Onda doğup parıldar, saadetin güneşi. Bu güneş, ışığını yayar cümle cihâna. Yarımburgaz Lygos’tan Khalkedon’dan bu yana, Yedi tepe üstünde yükselir imâreti. Bu, Tanrının bir lütfu, bir cennet ziyafeti… Kimler oturmamış ki bu nadide sofrada? Nicesi yemiş içmiş yaşamış bir arada. Seyyah ol da seyreyle denizde ve karada, İstanbul boğazıyla taçlanmış Marmara’da. İki deniz suyunun buluştuğu vadi bu! Burada gelin güvey, yeşil koru, mavi su… Üzerinde salınır selvi boylu köprüsü, Köprü değil sanki bir elmas, gerdanlık süsü. Süsleri rengârenktir, kuşamları rengârenk… Neyini ele alsan başka tad, başka âhenk! İstanbul; tarih, kültür, uygarlıklar beşiği, Ticaretin, turizmin, sanayinin eşiği… Türkiye’nin kalbinin attığı bu aziz yer, Sayısız şühedânın yattığı bu aziz yer, Yâkutların yâkutu, incilerin incisi… Göz kamaştıran bu kent, şehirler birincisi! Değil mi asırlarca milletler dayanağı? Şairin, sanatkârın bitmez ilham kaynağı… Kilisesi, camisi, türbesi, kuleleri, Sarayı, bedenleri, hisarı, kaleleri… Bu, öyle bir şehir ki ismi takdire şayân, Yirmi bin metre kadar surları var uzayan. İki ömür seyretsen yine de doyum olmaz, O tomurcuk bir güldür açar, dört mevsim solmaz. Bu bir kent değil, elbet tarihte benliği var, Bin beş yüz elli dokuz yıllık başkentliği var! Roma’nın Osmanlı’nın yaşar ayak izleri, Üzerine çevirmiş bu yer bütün gözleri. Muhammed müjdelemiş fethedilecek diye, Bu müjde gerçekleşmiş Fatih’in fethi ile! İş bu kentin uğruna dökülmüş nice kanlar, Şehitlik şerbetini zevk ile içmiş canlar. Bizans olmuş İslambol, padişahların tahtı; Bir hilâfet merkezi, Müslüman pâyitahtı! Şehr-i Konstantiniyye toprağına giren Türk, Çağ kapatmış, çağ açmış onu Türkleştiren Türk! Savaşlarda harabe olmuş batının ruhu, İşlenmiş Türk dilinin Türk sanatının ruhu! İki sahil boyunca âli mimârisini, İzle içine sindir yalı mimârisini. Pek muhteşem mabetler inşa eylemiş Sinan, Tâ göklere ulaşmış okundukça her ezan. Ezanlar ki mü’minin ruhunu şâd eyler şâd! Hangi ruh bu şehirden almak istemez murad? İmaretler, tekkeler, mektepler, medreseler, Yapılmış dönem dönem yetişmiş talebeler… Nice kasr u konaklar, nice kütüphaneler, Nice hânlar, hamâmlar, mezârlıklar, müzeler… Her semti baştan başa bir tarih hazinesi! Kavuşmuş bulutlara minaresi, kubbesi. Mehtaplı gecelerde bir başkadır İstanbul, Ey nâ-murâd olan kul! Var bu kentte murad bul Bura, iki kıt’anın kucaklaştığı bir kent, Her milletten insanın dolup taştığı bir kent… Güzeldir yaşam kadar ölüm Eyüp Sultan’da, Hayranlık uyandırır gezip gören insanda. Teneffüs edildikçe onda ruhâni hava, Yetişir yaraya em, çaresiz derde devâ. Bir başka huzur bulur ziyaret eden herkes. Bu topraklar mübarek, bu topraklar mukaddes! Mukaddeslik bu yerin en bariz özelliği, Cennet-üd-dünyâdır, bu lâ-nazîr güzelliği Üsküdar’dan Eyüp’e konakla, kapı kapı… Görkemli surlarıyla ayaktadır Topkapı! Topkapı Sarayı’nda yazlık ve kışlık köşkler, İçinde sergilenir en güzide eserler. Olmaz başka şehirde, ne bu şöhret ne bu şan, Ne bunca çeşme, sebil, fıskiyeli şadırvan… İki bin kadar camii, mescit var her yerinde, Âlimi, ulemâsı medfûn türbelerinde. Eyyüb Ensari, Akbıyık Sultan, Akşemseddin, Atın sürmüş surlara haykırarak Şemseddin! Dikmiş yüce sancağı burçlara Ulubatlı Yanında adı mechûl otuz kartal kanatlı Şan vermiş bu beldeye daha nice ulu zât, Onlar ile kudrete erişmiş ma’neviyyât Arkadaş, görmediysen gez gör dünya gözüyle! Bu şehir göze, gönle hitap eder özüyle. Sularında gemiler, sahilinde yalılar… Söyle Allah aşkına, bu güzellik nerde var? Gök mavi, deniz mavi, martılar beyaz uçar, Bu kent yaslı ruhlara zevk saçar, neş’e saçar… Bir Kız Kulesi var ki gelinlik giymiş sanki, Dudağın ısırırsın gördüğünde inan ki… Hele Ayasofya’sı dünyalar harikası, Güzellik diyarının ezelî şâhikası! Harikası saymakla bitecek gibi değil, Paris, Londra diyorlar asla rakibi değil! Bir Haliç var burada “iç liman” ihtişâmı Biz Haliç deriz; lâkin “Altın Boynuz”dur nâmı Başlar Sarayburnu’ndan uzar Kâğıthane’ye, Sâdâbâd’ı bir devir ün salmış cihâneye. Boy ölçüşen olursa bil ki ikiye katlar, Sularında kayıklar, vapurlar, feribotlar… Yük taşır, insan taşır, durmak dinlenmek bilmez. Kaynar karınca misli, artar her gün, eksilmez. Samatya, Garipkuyu, Fikir, Dumanlıtepe, Yedi tepe değil bu, belki de yetmiş tepe! Bir âlemdir Alemdağ, Aydos ve Kayış Dağı, Kandilli, İstavroz’un enfestir bahçe, bağı… Başka bir lezzet vardır baharında yazında, Palamut, kılıç, lüfer avlanır Boğaz’ında. Yetişir elma, armut, şeftali, incir, narı Ah lâle bahçeleri ah gül ü gülizârı Bu eşsiz güzelliğin bütün dünya farkında, Elvan elvan çiçekler açar Yıldız Parkı’nda. Silivri, Selimpaşa, Kumburgaz kıyıları; Büyük, Kınalı, Burgaz, Heybeli adaları… Çilingöz, Elmasburnu, Dilburnu, Odayeri, Taşdelen, Sazakçeşme, Çamlıca Tepeleri… İmrahor, Marmaracık, Küçükkoru, Emirgân, Bu yerler neşve yeri, ne hüzün var ne efgân. Ormanında makiler, kayın, kızılçamları, Uzanıver, keyif çat, ilkbahar akşamları. Yükselir buram buram nefes kesen kokular, İner ciğerlerine bâdla esen kokular. Çekmece, Terkos Gölü kuşlara cennet mekân, Konaklar bozdalağan, kepçel, kartal, balaban. Karadeniz, Akdeniz iklimli yöreleri, Akışır Nakkaş, Göksu, Eskice dereleri. Anadolu Hisarı, Rumeli karşısında, On sekiz kapı açık Kapalı Çarşı’sında. Galata, Eminönü, Sirkeci, Mahmut Paşa… Beyazıt Kulesi’ne çık, şehri kıl temâşâ. Göz at Sultan Ahmed’e, Şehzade Cami’sine; Süleymaniye’den geç Fatih Külliyesine. Zaman ki zî-kıymettir boşuna etme isrâf, Gez Mihrimah Sultan’ı, Selim Han’ı kıl tavâf. Ölmeden bu yerleri arşınla, adım adım, Kâseden mutluluğu içiver yudum yudum… Yürü Unkapanı’ndan Tahtakale’yi tanı, Galata üzerinde suya daldır oltanı. İniver Karaköy’e, çıkıver Beyoğlu’na. Gezip yorulsan bile değer yorulduğuna, İstiklâl caddesinde dalma kedere, gama. Kadem bas sinemanın merkezi Yeşilçam’a, Şişli, Mecidiyeköy, Beşiktaş koyma, dolaş; Boğaz’dan Kadıköy’e, Kartal, Pendik’e ulaş. Kâşif ol, güzeli keşfetmek için bir ağ ör, Kendi kulağınla duy, kendi gözlerinle gör. Hayalî anlatımı, sâhi olmaz bu şehrin, Vücudun çarpan kalbi, gözbebeğidir dehrin… Tarihte muhakkaktır âbidelik kanıtı, Çatalca’nın çınarı bir tabiat anıtı. Ne anıtlar yükselmiş işlenerek taşbetaş, Baksana gökyüzüne, set çekmiş Dikilitaş. Bu şehir kazanılmış, vazgeçilmez payımız, Gündüzde güneşimiz, leyl içinde ayımız… Gece zifre mahal yok, râhımız serv-i simin, Türk’ün yurdudur derim, derlerse bu yer kimin. Bu yer ki yeryüzünde yalnız kendine benzer, Bu şehir bir mânendi olmayan tek şâheser! Şehir mi dedim, hâşâ şehir değil, bir ülke! Ülke demek daha bir yakışıyor bu mülke. Mülk-i Osmaniye’den miras bu toprakları, Canımız sağ oldukça görmez yâd ayakları! Bayrağı al İstanbul, aşkı kutsal İstanbul, Zevâl yok helâline, ebedî kal İstanbul! |