ANADOLU EVLİYASI HÜSEYİN GAZİŞiirin hikayesini görmek için tıklayın SEYİT HÜSEYİN GAZİ Kimdir?
Özet Anadolu coğrafyası tarihin muhtelif dönemlerinde birçok veliye ev sahipliği yapmıştır. Bu velilerden biri de Seyyid Hüseyin Gâzi’dir. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesine bakıldığında Seyyid Hüseyin Gâzi, Battal Gâzi’nin babasıdır. Hüseyin Gâzi’ye, gazilik unvanı Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması için göstermiş olduğu üstün başarıları, kahramanlığı, yiğitliği esas alınarak verilmiştir. Seyyidliği ise, nesebine binâen yani Evlâd-ı Resûl olmasından dolayıdır. Alevi Bektaşi inancının temelinde; Hakk-Muhammed-Ali inancı, Ehl-i Beyt aşkı, On İki İmam sevdası, Evlâd-ı Resûl’e bağlılık, Kur’an’a, imana ve insana verilen değerler gelmektedir. Alevi ve Bektaşilerin tarihi geçmişine bakıldığında da pirlerinin ve mürşitlerinin seyyid olduğu aşikârdır. Kur’an’da “Tathir (Ahzab-33)” ve “Meveddet (Şura-23)” ayetlerine dayanarak temiz soydan gelen bir velinin sevilmesi, Alevi Bektaşi inancına mensup canlarca da itibar gören bir husustur. Yaşadığı dönemin bir velisi ve Evlâd-ı Resûl olmasından dolayı Seyyid Hüseyin Gâzi’ye de âşıkların atfen şiirler yazması ve deyişlerinin de canlar tarafından cemlerde hep bir ağızdan terennüm edilmesi, onun gönülleri fethetmiş bir kahraman olmasından kaynaklanır. Çalışmamızda Anadolu’yu mayalayan âşıklığın ve sadâkatin temsilcisi Seyyid Hüseyin Gâzi’yi, âşıkların gönüllerine yansıyan yönlerini dikkatlere sunacağız. ------------------- Giriş Anadolu coğrafyası tarihin muhtelif dönemlerinde pek çok evliyaya ev sahipliği yapmıştır. Arapça “velâ” kökünden türeyen velî kelimesi ve bu kelimenin çoğul hâli olan “evliyâ” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 80 küsur ayette geçmektedir (Öztürk 1993: 610). “Velî” kelimesi Türkçeye “sahip, ermiş ve eren” anlamlarıyla geçmiştir (Devellioğlu 1993: 1146). Ayrıca, velî kelimesi sevgili, dost, yakın ve yardımcı gibi ek anlamlara da sahip olmakla birlikte, kelimenin asıl kök karşılığı evlâ yani “bir işte ya da herhangi bir şeye herkesten daha öncelikli olan” anlamına gelmektedir (Çuhacıoğlu 2012: 283). Veliler yaşadıkları çağda birer ışık olup halkı aydınlatarak onları irşat etmişlerdir (Doğanbaş 2015: 9). Halk nazarında çok büyük bir öneme sahip bu zatlara birçok merkez ev sahipliği yapmıştır. Evliyalara ev sahipliği yapan şehirlerden biri de Çorum’dur. Çorum içerisinde birçok veli yaşamış ve Hakk’a yürüdükten sonra da velilerin kerametlerine şâhit olan halk ve önemli devlet adamları onların türbelerini yaptırmış ve isimlerinin ölümsüzleşmesini sağlamışlardır. Bu Hakk dostu insanlar geçmişten günümüze Anadolu’nun Türkleşmesini ve Müslümanlaşmasını sağlamak için canlarını hiçe sayan, yalnızca milletin menfaatlerini göz önünde tutan ve düşman karşısında dimdik durup yiğitçe çarpışan kimselerdir. Bu kişiler hayatlarının tamamını yalnızca Hakk’a, hakikata adamış, birliği ve dirliği sağlamaya çalışmış; doğruluk, adalet, dürüstlük, mertlik ve yiğitlik timsali Hakk dostu insanlardır. Halk nezdinde bu kadar önemli olan bu kişilerin hayatları da destanlara, menkıbelere, âşıkların muhabbetlerine konu olmuş, bu şekilde dilden dile aktarılarak günümüzde de varlıklarını devam ettirip gönüllerde yer etmişlerdir. Yukarıda kısaca anlatılmaya çalışılan “veli tipi”- nin önemli örneklerinden biri olan, ayrıca “Anadolu’ya Türk-İslam mührünün vurulmasında her zaman ön saflarda yer alan, Anadolu insanının hayatında, zihninde önemli bir iz bırakan velilerden biri de Hüseyin Gâzi’dir” (Ocak 1992: 204-205). 1. Hüseyin Gâzi’nin Dinî ve Tarihî Kişiliği Hüseyin Gâzi ile ilgili kaynaklara bakıldığında genel olarak oğlu Câfer (Battal Gâzi) ile birlikte adı anılmaktadır. Bu da onu fazla tanımamaktan ve araştırmamaktan kaynaklanmaktadır. Bektaşiliğin temel kaynaklarından olan Hacı Bektâş Velî Velâyetnâmesi açık bir şekilde Battal Gâzi Zâviyesi’nin kendilerince kullanıldığını, kutsandığını ve kutsal bir yer olarak anıldığını belirtmektedir. Hacı Bektâş’a bağlı bulunan Anadolu Alevilerinden çeşitli gruplarca burada cem törenleri düzenlendiği ve cemin ardından diğer tekkelere bilgi ulaştırılıp birlik sağlanmasının buradan yapıldığı sanılmaktadır. Belirtildiğine göre Hacı Bektâş Velî, Haydârîsiyle, Torlağıyla, Işığıyla bütün Kalenderî zümreleri gibi Seyyid Battal Gâzi’yi pir tanımakta ve her yıl kurban (hacılar) bayramını müritleriyle birlikte onun zaviyesinde kutlamaktadır (Ocak 1999: 207). Hüseyin Gâzi’nin doğumu ve yetiştiği muhit hakkında Ravzatü’l-Ahbâb adlı menkıbevî eser şu bilgileri vermektedir: Hüseyin Gâzi’nin babası Seyyid Ali Efendi ilim ve fazilet sahibi bir zat olduğundan Malatya kadılığına tayin edilmiş, ailesiyle birlikte oraya gitmiş, görevine başlamıştır. Seyyid Ali Efendi’nin Malatya’da bir erkek çocuğu dünyaya gelmiş ve adını “Hüseyin” koymuştur. Onu tam bir “bahadır” olarak yetiştirmiş, delikanlılık çağına gelince Rumlarla yapılan muharebelerde yiğitlik ve kahramanlık gösterdiği için ona, Hüseyin Gâzi unvanı verilmiştir. O zaman Malatya Valisi ve komutanı olan Emir Ömer’in vefatı üzerine Hüseyin Gâzi Malatya ve civar halkının istekleri doğrultusunda vali ve komutan tayin edilmiştir. Hüseyin Gâzi’nin bir erkek çocuğu dünyaya gelmiş ve adını “Câfer” koymuştur. Kendisi de evladını bahadır olarak yetiştirmiştir (Aslanbay 1953: 42). Menkıbede, Hüseyin Gâzi’nin babası Seyyid Ali Efendi ve oğlunun da Câfer yani Battal Gâzi olduğu anlatılmaktadır. Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde makamları bulunan Hüseyin Gâzi’nin tarihî kaynaklarda, menkıbelerde hayatı ve yaşadığı dönem hakkında çelişkili bilgiler bulunsa da bu kaynaklarda kesin olarak vurgulanan bilgi Hüseyin Gâzi’nin, Battal Gâzi’nin babası olduğu gerçeğidir. Kaynakların ortak noktada buluştuğu bir diğer bilgi ise onların mücahitliği ve evliyalığıyla neşredilmeleridir. Seyyid Hüseyin Gâzi’nin, “gâzilik” sıfatı, Anadolu’nun İslamlaşması için gösterdiği üstün başarılarına, kahramanlığına ve yiğitliğine binaen verilmiştir. Seyyidliği ise, nesebi esas alınarak söylenmektedir. Battalname’de hem Battal’ın babası hem de neseb olarak seyyid olduğunu, ayrıca güçlü bir “serdar” olduğunu görmekteyiz. Seyyidlik bilindiği gibi Hz. Muhammed’in hem amcaoğlu hem de damadı Hz. Ali’nin ikinci oğlu Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere verilen unvandır. Ehl-i Beyt ise Hz. Muhammed ile birlikte, Hz. Muhammed’in damadı Hz. Ali, kızı Hz. Fatıma, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e yani Hz. Muhammed’in en yakınlarına verilen bir addır. Bu bilgiler de gösteriyor ki Seyyid Hüseyin Gâzi, Ehl-i Beyt bendesidir. Seyyid Hüseyin Gâzi’nin Battalnâme’de soyunun şu şecere ile Hz. Muhammed’e ulaştırıldığı görülmektedir: 1. Hz. Muhammed Mustafa 2. Hz. Fâtıma 3. Hz. İmam Ali 4. Hz. İmam Hüseyin 5. Hz. İmam Zeynel Âbidin 6. Zeydü’l-Envâr 7. Hüseyinü’l-Ekber 8. Yahya el-Erdeşir 9. Muhammedü’l-Erdeşir 10. Aliyyü’l-Medenî 11. Seyyid Rebî 12. Seyyid Ali 13. Seyyid Hüseyin Gâzi (Özçelik 2009: 27). Hacı Bektâş Velî’nin Battal Gâzi’yi ziyareti Velâyetnâme’de bütün ayrıntılarıyla açıklanmaktadır. Eserde, Hünkâr’ın Seyyid Battal Gâzi’ye ilk ziyareti şöyle anlatılmaktadır: Hacı Bektâş, Seyyid Gâzi’nin mezarını ziyarete niyet etti. Seyyid Gâzi’nin mezarı, bir vakitler belirsizdi. Sonradan Sultan Alâeddin’in anası rüyasında gördü. Gördüğü yere büyük bir türbe yaptırdı, bu suretle mâmur oldu. Hünkâr, Sulucakarahüyük’ten yola çıktı. Yapılan türbenin Seyyid Gâzi’nin mezarı üstüne yapılıp yapılmadığı hakkında şüphe edenlerin artık şüphesi kalmadı. Hünkâr, Seyyid Gâzi’nin mezarına yaklaştı. Orada bir pınar vardı, adına Ak Pınar derlerdi. Orda batın erenleri, Hünkâr’ı karşıladılar, “hoş geldin, kadem getirdin, gelişin kutlu olsun’’ dediler. Mezarı bekleyen zâhir erenleri de karşı çıktılar, merhabalaştılar, Hünkâr’ı ağırladılar. Hünkâr, mezara gelince, orada olan erenlerin rivayeti şöyledir ki “Es-selâmü aleyküm soyum başı” dedi. Seyyid’in kutlu mezarından “Aleyküm selam ilim şehrim” diye cevap geldi. Derken Hünkâr, kıyısı, ucu olmayan bir deniz oldu. Seyyid’in mezarı, o denizin içinde bir kabak gibi yüzmeye başladı. Sonra gene Hünkâr da, Seyyid’in mezarı da eski haline geldi. Derken bu sefer Seyyid Gâzi’nin mezarı, ucu bucağı görünmeyen bir deniz oldu. Hünkâr, o denizde bir gemi haline geldi, yüzdü, yürüdü. Biraz sonra Hünkâr da, Seyyid’in mezarı da gene gerisin geriye eski haline döndü. Hünkâr Seyyid’in mezarının kapısında bir taşı ısırdı. O taş, hâlâ orada durur. Bir müddet Hünkâr, oradan kalkıp Sulucakarahüyük’e geldi. Devletle karar etti. Fakat tâcı, paşmakları ve kemerleri orada kaldı. Hala oradadır.” (Gölpınarlı 1995: 71). Hüseyin Gâzi’nin Anadolu topraklarında Türklüğü ve Müslümanlığı yaymak için gösterdiği yiğitlik, cengâverlik, mücahitlikten mütevellit “Gâzi” unvanını alması ve İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in neslinden yani, Evlâd-ı Resûl olmasından dolayı da “Seyyid” olması halk nezdinde kahraman olmasını, daha fazla saygınlık kazanmasını sağlamıştır. Kaynaklarda Hüseyin Gâzi’nin, Hacı Bektâş Velî’den asırlar önce yaşamış olmasına rağmen Evlâd-ı Resul olarak anlatılıyor olması Alevi ve Bektaşiler için ayrıca önem arz etmiş ve onların dillerinden düşmeyen bir destan kahramanı olmasını sağlamıştır. Ayrıca, Kur’an’da “Tathir (Ahzab-33)1 ve Meveddet (Şura-23)2 ” ayetlerine binaen temiz soydan gelen bir velinin sevilmesi, Alevi Bektaşi inancına mensup canlarca itibar görmesini sağlayan diğer bir sebeptir. Bu da Hakk âşıklarının, ozanlarının şiirlerinde, deyişlerinde sıkça bahsi geçen bir veli olmasını sağlamıştır. 2. Âşıkların Dilinden Seyyid Hüseyin Gâzi Bütün varlıkların özündeki cevher candır. Her şeyi ayakta tutan bir can vardır. Canı ayakta tutan ise aşktır (Özkan 2010: 366). Aşk, elest bezminde âşığın kısmetine düşmüş, bu uğurda türlü eziyetlere uğramak, sıkıntılar çekmek onun kaderi olmuştur. Ateşe atılan bir canlı nasıl canhıraş hamlelerle çırpınır, kendini oradan oraya atarsa aşkın insan üzerindeki etkisi de öyledir. Bu yüzden âşık sürekli yerinde duramaz, rahatsızdır, huzursuzdur. Onu böyle yapan, rahatını başından uçurarak huzursuz eden aşktır (Kaplan 2013: 116-117). Aşkın dili, Hakk’ın sözünü söyler, eli de daima onun işini işler. Öyleyse kim aşkın gözünden bakarsa aslında Hakk’ın gözünden bakmaktadır (Özkan 2010: 365). Aşığın özü, sözü, yüzü, gözü ve kulağı aşka bağlanmış, ruhu her nefes alıp verişte Hakk’a yürüyen bir can hâline gelmiştir (Eğri 2011: 84). Âşıklığın davasını güden kişi, Mâşuk’undan zerre gâfil olduğu yok, Aşk incisi dipsiz deniz içinde gizli, Candan geçmeyince o candan aldığı yok (Ahmet Yesevi; Bal 2014: 236). Âşık olan Mâşuk’unu şeksiz, gümansız sevendir. Bu yakıştırma Anadolu’da halk ozanları için kullanılmıştır. Aşkın esası, gerçek mutlak olana duyulan aşırı sevgi ve bağlılıktır. Âşıklığın esası ise hakikati bulup onda yok olmak için yaşamaktır. Cenâb-ı Hakk, bir kudsî hadiste, “Gizli bir hazineydim, bilinmeyi arzu ettim.” buyurmaktadır ki ilahi aşkın kaynağı budur. Çünkü Allah’ı bilmek ve tanımak ancak aşk ile olur (Bozçalı 2006: 280). Hakk âşıkları, aşklarını her zaman kor hâlinde kalplerinde taşır ve bu aşk ile sürekli yanarlar. Bu sebeple de yer, zaman fark etmeksizin irticalen şiirlerini okumaktadırlar: Er değildir er nefesi tutmayan, Arıdıp kalbini temiz etmeyen, Özünü rızâya teslim etmeyen, Sürdüler dergâhtan hâl nice oldu. *** Pîr Sultan’ım ulular izin izle, Kemliği terk eyleyip eyliği gözle, Hasmın karıncaysa merdâne gözle, Nasihatım dinle sakın gururundan (Bal 2014: 398). Anadolu âşıkları; genellikle kalbinden geçeni doğaçlayarak söyleyen, yetenekli, kıvrak zekâlı kişilerdir. Elindeki bağlamasını yüreğinden kopan özgün deyişlerle bütünleştirip yüzlerce yıldır içlerinden geldiği gibi söyleyen Hakk yolunun yolcularıdır. Genel itibariyle Hakk için, halk için, barış ve kardeşlik için hizmet eden birçok kişiye nefes, deyiş ve dörtlükler yazmış kişilerdir. Bu ozanların tellerine ve dillerine geçmişten günümüze kadar pelesenk olmuş önemli bir zat da Seyyid Hüseyin Gâzi’dir. Hüseyin Gâzi; onları kahramanlığı, yiğitliği, mertliği, mücahitliği ve korkusuzluğuyla derinden etkilemiştir. Âşıklar da nefes ve deyişlerinde onu her fırsatta terennüm etmiş, bunun neticesinde de yankıları yüzyıllar boyu süregelmiştir. Bu bağlamda Alevi Bektaşi erkânında “Yedi Ulu Ozan” veya “Yedi Ulular”3 diye adlandırılan ozanların şiirleri, deyişleri Alevilere yol gösterici olmuş ve ayn’ül-cemlerde zâkirler tarafından söylenilerek günümüze kadar ulaşmıştır. Bu ozanlardan Pîr Sultan Abdal da “Bize de Banaz’da Pîr Sultan Derler” şiirinde Hüseyin Gâzi’yi şöyle anmaktadır: --------------------- Hüseyin Gâzi Sultan binsin atına Dayanılmaz çark-ı felek zâtına Bizden selam söylen ev külfetine Çıkıp ele karşı ağlamasınlar.4 Yüksek ahlâkî ve insanî vasıflar bakımından müstesnâ bir yere sahip olan (Güfta 2002: 69) Seyyid Hüseyin Gâzi ile ilgili âşıkların dillerinden ve telli Kur’an dedikleri bağlamalarından dökülen çok sayıda şiir ve deyiş örnekleri bulunmaktadır. Alevi Bektaşi meşrebinde yetişen Deli Boran, tasavvuf yolunun kurucularının isimlerini saymış, bu yol içerisine Hüseyin Gâzi’yi de eklemiş ve “kul beşerdir hata işler, Sultan olan da bağışlar” sözüne binaen mürvet dilemektedir: Hüseyin Gâzi’nin doğrudur yolu, Âlemin umudu Pîr Bektâş Velî Günahkâr Deli Boran kapıyın kulu, Bağışla günahım Mürvet Ya Ali (Çimen 2005: 48). Anadolu’da Hakk âşıkları genellikle, Hüseyin Gâzi’nin “seyyid” olmasından dolayı duygu ve düşüncelerini Hz. Muhammed, Hz. Ali, Ehl-i Beyt ve Pir Hacı Bektâş Velî etrafında dile getirmektedirler. Böylece deyişlerinde hem samimi duygularını îfâ etmekte hem de ikrarlarında sadık olduklarını göstermektedirler. “Çukurova’da Folklor Derlemeleri” adlı makalede, Seyyid Battal Hüseyin Gâzi’den müşkül bir durumdan kurtulmak için medet beklenildiği bir dörtlükle şöyle anlatılmaktadır: Ankara’dan çıktım sabah namazı, Bize yol vermiyor aşmağa dağlar, Yetiş Seyit Battal Hüseyin Gâzi, Bize yol vermiyor aşmağa dağlar (Boratav 1947: 260). Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde makamı bulunan Hüseyin Gâzi seyyidliği, yiğitliği ve kahramanlığıyla âşıkların gönlünde yer etmiştir. Çorumlu Hakk âşıklarından Sefil Ali de bir şiirinde Hüseyinova’yı iskân politikası ile imar ------------ Ali dergâhına yüz süre geldim, Ayırma katardan Hüseyin Gâzi, Keremler kânısın sultâna geldim, Ayırma katardan Hüseyin Gâzi. Hüseyinova’ya kurmuşsun pazar, Ârifler postunda okuyup yazar, Sayende hûbların salınır gezer, Ayırma katardan Hüseyin Gâzi. Dervişler gülbenk çeker her seher, Hurşit Baba Sultan kemâle mâhir, Kendisi helâvet batına zâhir, Ayırma katardan Hüseyin Gâzi. Şammas Pir haberdâr oldu derinden, Terk eyleyip geçti küllü varından, Cümle müminleri Hak dîdârından, Ayırma katardan Hüseyin Gâzi. Yedi iklim çar köşeyi seyreden, Kendi devesini kendisi yeden, Urum diyârını hem irşâd eden, Ayırma katardan Hüseyin Gâzi. Sefil Ali eşiğine sâilem, Emir senin fermânına kailem, Nuri dîdar cemâline mâilem, Ayırma katardan Hüseyin Gâzi. Halk ozanlarından Kul Hüseyin’in, Alaca’nın Hüseyinova olarak anılmasını sağlayan, o bölgeyi gözleyen, bekleyen ve koruduğuna inandığı Hüseyin Gâzi’ye yazdığı bir şiiri ise şöyledir: Hüseyin Gâzi Sultan bellidir cansın, Ricam kabul eyle müşkülüm kansın, Hüseyinova’nın gözcüsü sensin, Ayırma koyunu sürüden medet (Özmen 1998: 327). Çorumlu ozan Barışcan’ın bu şiirinden de anlaşılacağı üzere; gönül, tasavvuf ehlince insanı Allah’a ulaştırmada en dolaysız ve kestirme yollardan birisi olarak kabul edilir. Tasavvufî düşüncede mikrokozmos olarak kabul edilen insan, Hakk’ın yeryüzündeki en yüce tecellisidir. Yere göğe hiçbir mekâna sığmayan Hakk, bir hadis-i kudsîye göre insanın gönlüne sığmıştır. Bu anlamda gönül Hakk’ın önemli bir mekânı olarak anlam ve kutsiyet kazanmıştır. Tasavvufî düşünce sistemi insan odaklı ve insanda da ‘gönül’ merkezli bir yaklaşımı benimsemiştir (Akbalık 2013: 22). Hüseyin Gâzi’nin tarihî kaynaklarda Arap ya da Türk olarak anlatılıyor olması Anadolu’da Alevi ve Bektaşiler açısından bir şey değiştirmemektedir. Onlar kendi kültürlerinde yaşatarak onu bir Türk gibi görmüş, kendi kültürleriyle bütünleştirmişlerdir. O hâlde Hüseyin Gâzi yaşadığı kültürel değerlerin bir varlığıdır (Öz 2008: 8). Bu bağlamda, bu irfân yolunun yolcuları cemlerde, aşk-ı muhabbetlerde erenleri, seyyidleri ve onların yaşamlarını sürekli dilden dile anlatarak günümüzde dahi canlı kalmalarını sağlamışlardır. Behçet Kemal Çağlar da Battal Gâzi Destanı’nda Seyyid Hüseyin Gâzi’nin şahadetini bir şiiriyle şöyle anlatılmaktadır (Çağlar 1968: 152) Yukarıda verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere âşıklar hemen her devirde Hüseyin Gâzi ve Battal Gâzi’nin hayatını, bilgeliğini anlatan şiirler söylemişler veya fedakârlığın, kahramanlığın ve gücün telmihi olarak kullanmışlardır (Köksal 1984: 31). Dahası Türk saz şairlerinin büyük bir kısmı onu kendileri için bir “pîr” kabul ederek onun hakkında manzumeler yazmışlardır. Bu gelişim içinde Alevi Bektaşi ozanların ağırlıklı bir yeri vardır (Küçükcan 1984: 65). Âşıkların şiirlerinde öne çıkan temalar Hakk-Muhammed-Ali sevgisi başta olmak üzere, Ehl-i Beyt, On İki İmam, Hacı Bektaş Velî, dinî kişi ve kavramlara duyulan sevgidir. Ayrıca toplumsal sorunlar, bozuk düzen, dünya hayatının boşluğu, tarikatın da düsturlarından olan “eline, diline, beline, eşine, işine, aşına, yurduna ve milletine sahip olmanın” önemi şiirlerde ve deyişlerde sıkça anlatılan konulardır: Muhammed Mustafa Hayder Ali’sin, Seyyid Battal Gâzi sultan velîsin, Sun elinden içem kudret dolusun, Senin aşkın beni mecnûn eyledi. (Pir Mehmed: Ergun 1944-1945: 49) Sonuç Seyyid Hüseyin Gâzi ile ilgili kaynaklara bakıldığında sınırlı bilgiye ulaşılmaktadır. Bu kaynaklarda da genel olarak oğlu Battal Gâzi ile birlikte adı anılmaktadır. Bilgiler bu kadar kısıtlı olunca da dillere destan bir oğul yetiştiren baba unutulagelmiştir. Ancak, Hacı Bektâş Velî’den asırlar önce yaşamış bir veli ve oğlunun türbelerini Aleviler ve Bektaşiler kutsal bir inanç merkezi olarak kabul etmiş, önemli gün ve gecelerde bu dinî merkezleri ziyaret ederek onları saygıyla yâd etmişlerdir. Hacı Bektâş Velî Velâyetnâmesi’nde, Bektaşilerin açık bir şekilde Battal Gâzi Zaviyesi’nin kendilerince ziyaret edildiği, kutsal yer olarak anıldığı belirtilmektedir. Alevi Bektaşi tarihine baktığımızda, pirlerinin, mürşitlerinin seyyid olduğu aşikârdır. Bu inancın temelini de Ehl-i Beyt aşkı, Peygamber neslini devam ettiren On İki İmam sevdası ve onların evlatlarına bağlılık, Ehl-i Beyt bendesi olmak gibi belirgin düsturlar oluşturmaktadır. Temiz soydan gelen bir velinin sevilmesi de Alevi Bektaşi geleneğinde çok önemli bir yer tutması da bu sebeptendir. Zira Alevilik Bektaşilik; aşk, sevgi ve muhabbet üzerine kurulmuş bir inanç yoludur. Bu aşkı en yoğun yaşayanlar da âşıklardır. Yolun mihenk taşı olan âşıkların sazlarında ve sözlerinde her zaman Hakk-Muhammed-Ali ve Ehl-i Beyt’e bağlılık, Kur’an’ın, imanın ve insanın kıymeti bariz olarak görülmektedir. Ayrıca Hz. Hüseyin’in soyundan gelen seyyidlere de deyişlerinde sıkça yer vermiş, onlarla övünmüş, duygu ve düşüncelerini de deyişlerinde açığa vurarak terennüm etmiş, onlara olan bağlılıklarını hürmetle yâd etmişlerdir. ----------------------------------- Hüseyin Gazi Türbesi: Emeviler devrinde İslam ordularının Anadolu’da Bizans üzerine yaptığı akınlarda şehit olan bir İslam mücahididir. Hüseyin Gazi’nin hayatı ve kimliğiyle ilgili yazılı bilgi fazla yoktur. Olan bilgilere de Battal Gazi Destanı, Battalname, Evliya Çelebinin Seyahatnamesi ve “Dânişmendnâme”de rastlıyor. Kaynaklardaki bilgiler daha ziyade oğlu olan Seyyid Battal Gazi hakkındadır. Ankara’da kendi adı ile anılan Hüseyin Gazi Dağının zirvesinde Hüseyin Gazi türbesi bulunmaktadır. Hüseyin Gazi (Seyyid Hüseyin Gazi), gayet kuvvetli bir pehlivan olup, Bizans kralı Kayser ile sınır boylarında sürekli bir savaş halindedir. Malatya Beyi Emir Ziyad’ın önemli komutanlarındandır. Malatya Beyi Emir Ziyad ölünce yerine oğlu Numan gelir. Numan, gönlü geniş, inançlı birisidir. Şehrin seraskerliğini Hüseyin Gazi’ye verir. Hüseyin Gazi’nin saldırıları karşısında Bizans kralı Kayser aciz kalır, barış imzalanır ve Bizans kralı Kayser, haraç vermeye başlar. Hüseyin Gazinin Şehit Olması: Bir gün Mamuriye (Ankara) tarafına geyik avına çıkan Hüseyin Gazi’ nin önüne bir geyik çıkar. Geyiğin sırtında bir atlas çul ve kıymetli taşlar bulunur. Bu geyiği yakalayıp oğlu Cafer’e (Battal Gaziye) hediye etmek ister. Birkaç kement atar ama geyiği yakalayamaz, geyik kaçar. Geyiğin peşinden giden Hüseyin Gazi farkında olmadan Bizans’ ın topraklarına girer. Burada yüksek bir dağın tepesine çıkar. Dağın eteğinde bir kale, kalenin eteğinde de muazzam bir şehir görür. Şehrin önünde de 40 bin kadar asker vardır. Bu şehir Mamuriye’dir. Şehrin beyi ‘de Mihriyayil (Mihrail)’dir. Bu kişi, Bizans kralı Kayser’in kayınbiraderidir. Bunlar üç kardeş olup, büyük olanı Mihriyayil, ortancası Mihran, en küçüğü de Şamasep’dir. Hüseyin Gazinin Kovaladığı geyik ise Mihriyayil’indir. Geyik her tarafta serbestçe gezer, ama kimse ona bakmaya bile cesaret edemez. Hüseyin Gazi’ nin yakalamak istediği çalıştığı geyik yorulmuş bir şekilde Mihriyayil’in çadırına varır. Geyiğin bu halini gören Mihriyayil sinirlenir ve askerlere geyiği kovalayan her kimse yakalanmasını emreder. Askerler sağa sola koşturarak, geyiği kovalayan kişiyi ararlar. Dağın zirvesinde duran Hüseyin Gazi’yi fark ederler. Mihriyayil’in askerleriyle Hüseyin Gazi arasında güç bir mücadele geçer. Hüseyin Gazi yaralanır, tek başına olmasına rağmen birçok düşman askerini öldürür ve burada şehit olur. Evliya Çelebinin Hüseyin Gazi Türbesini Ziyareti: 1648 yılında Evliya Çelebi Ankara’ya gelir ve Hüseyin Gazi Tekkesini ziyaret eder. Bu ziyaretini anlatırken: Çubuk Ovası kazasında, Hüseyin Gazi köyüne geldik. Burada yüksek bir tepe üzerinde Hüseyin Gazi Türbesi vardır. Bu zât, Malatyalı Seyyid Battal Cafer Gazi’nin pederidir. Kabri üzerinde bir Yâsin okuyup, ruhaniyetleriyle tanıştık. Hüseyin Gazi Türbesi Hakkında Diğer Bir Görüş: İngiliz müsteşrik F. R. Haslok ise Hüseyin Gazi hakkında; Malatya Ser askerinin kardeşi Hüseyin Gazi, anlatılan yöresel menkibeye göre Ankara taarruzunda kesilmiş olan başını, şehrin bir buçuk saat doğusunda bir tepeye götürmüş ve orada ölmüştür. Buranın üzerine bir tekke yapılarak anılmış, on yedinci yüzyılda çok kalabalık bir ziyaretgah haline gelmiştir. Hüseyin Gazi Türbeleri: Hüseyin Gazinin Ankara Çubuk, Sivas’ ın Divriği, Çorum Alaca Tokat’ın Zile ilçesinde türbeleri bulunmaktadır. Bilgiler Alıntıdır. Kaynak: ÂŞIKLARIN DİLİNDEN SEYYİD HÜSEYİN GÂZİ Konulu Hitit Üniversitesi İskilip Meslek Yüksekokulu Hacı Bektaş Veli Araştırma ve Uygulama Merkezi Öğretim Görevlisi "Ceyhun SOLMAZ" Derleyen Resul Civcik 16 Ağustos 2018
_ ANADOLU EVLİYASI SEYİD PİR HÜSEYİN GAZİ _
Yolu ilim Hâk yoludur Irkı Türk şanı doludur Ehl-i beyt’in bir koludur ----- Anadolu Evliyası ----- Seyid pir Hüseyin Gazi Battal gazi nin babası Malı yok mülkü abası İnsanlığa tüm çabası ----- Anadolu Evliyası ----- Seyid pir Hüseyin Gazi Dergâha gir Erenle ol Ehl-i beyt aşkı cana bol Hâk’ka giden doğru yol ----- Anadolu Evliyası ----- Seyid pir Hüseyin Gazi Aşksızlara yol AŞK seli Temiz soydan gelmiş veli Bulunmaz böyle bir deli ----- Anadolu Evliyası ----- Seyid pir Hüseyin Gazi İnmez Türk İslam sancağı Çünkü peygamber ocağı Yurduma açar kucağı ----- Anadolu Evliyası ----- Seyid pir Hüseyin Gazi Resul’a rehber sahadır Bilene yoldur dehadır Mertçe yiğit bir bahadır ----- Anadolu Evliyası ----- Seyid pir Hüseyin Gazi 17 / 09 / 2018 Şiir:Resul Civcik - Ayrancı Karaman Fotoğraf Alıntı Fotoshop:Resul Civcik |
Gönlünüze sağlık...
Şiir sev, Şiir oku, Şiir yaz...
..................................... Saygı ve selamlar..