Ve Hüzne Sarıldı Yürek
Hiç çiy görmemiş yapraklara yâren griye vurulurken aheste,
buğusuyla düeti karışmıştı gözlerin ay ışığında kumsala, yosun kokulu geceyi hatırlatmıştı usulca genç kadına. Oysa o, var sandığı sevdanın köklerine saran itikâlden geçmiş, hazla akıyordu cânına. Makûs kaderin zifrine meftun masmavi göğün perisiydi sanki. Umuda çektiği perdeden sızan ışıltıya açtı loştaki yüreğini. Ayyaşın dokunduğu sadakâtsiz geceler kucaklaştı riyâyla. Grileşti gökyüzü, söndü gözlerinin feri. Erilemeyen zirvenin çorak eteğinde yeşermeye mahkûmdu belkiler. Ne yârdan ne cândan demişti de aşk, ne yâre kıyabilmişti ne de mazlum sabiye. Ve hüzne sığındı cân meşkten öte. Çıkaradursun doğuşunu güneşin batışından masum seherlerin kızıllığında, sahte varoluşu dahi dindirememişti mavinin çığlıklarını Râbb’in huzurunda. Hasret karası gecelerin neminde yükseldi sedalar gönülden, bir tutam ümit kapladı griden gayrı göğün yüksünen rengini. Maviydi o, fütûrsuzca sıvandığı riyâyı câna necefli sunan. Avaz avaz boşandı sağanaklar âlemin en mahzun lekesine. Uzanırken hıçkırışına toprağın hepten gri gökkuşağı, ayyaşın koynundaydı aşk hayâsızca. Ve içre akan sesi ağlar kemanın, bilse vuslat bâki rüyâda. |