Gelemezler.
Yapma dedim gittiğin yol yanlış yol.
Dünya bu dedi var mı başka bir yol. Giden gitti geri dönen olmadı. Gidenlerin kemiği de kalmadı. Hayat kaynağından çıkmıştın yola Aldın elbiseni giydin sırtına. Benlik elbisesi yakıştı sana. Kim vermişti o elbiseyi sana. Sonra bir gemide geldin dünyaya. Nedendir hiç düşündün mü bunları. Dönebilir miydin acaba geri. Büyük bir sınav içindi burası. Zamanın dolar çıkarsın dışarı, Çıkan alınır mı salona sonra? Sınav sonucunu söylerler sana. Ne yaptıysan hep kayıta geçmiştir Yaptıkların göz önüne serilir, Senin için artık hüküm verilir. Dönmek yok geriye her şey bitmiştir. İtiraz hakkın yok ne yaptıysan o Şaşmaz adaletle, hüküm veren O. O’nun izni ile gelen olsa da, İzin verilmez oradan buraya. Bak bütün nehirler akar bir yöne, Onlar nasıl dönmüyorsa geriye, Sende dönemezsin ordan geriye. Allah azabından bizi koruya Ol emriyle geldik. Gideriz O’na. |
Çocuğun ivecenliği yalnızca sürücünün değil birkaç yolcunun da ilgisini çekmişti. Nedenini sormamış, soramamış, çözememişlerdi.
Aynanın öbür yüzüne sıçradı. Gagasını sürttü. Bakındı. Sırlı camı öptü. Anlaşılması güç, boğuk sesler çıkarıyordu: “Cicim! ...Cicim!” Oysa ötmekti muhabbetkuşuna yaraşan. İp cambazıydı; halkalarda gösteri yapıyor, sözcük belliyordu. Yine de yetenekleri yetersiz kalmış, kafesini genişletemiyordu. Üstelik bu kez sevgiyle iyice kuşatılmıştı.
Pencere yanında oturan dalgın bayan kafes yüzünden sıkışmıştı; önemsemiyor, kendini sorguluyordu: ‘Aynaya, aynayı koyana, aynaya kanana mı kızsam? Ya da onun için böylesi daha mı iyi?’ Savruk duygularına çekidüzen veremeden, “Yalnızlık,” diye fısıldadı telleri okşayıp; boş bulunduğuna kızmıştı, ‘çok şeyin nedeni,’diye eklemediğine sevinemedi.
“Biliyorum!” diye atıldı oğlan, tellere yanağını yaslamış gülümsüyordu. “Dişisini satın almaya gidiyoruz, kendisi seçecek.” Yanakları allanmıştı. Başıyla annesini gösterdi. “Cicim’i o öğretti. Babam da aynaları birbirine yapıştırmıştı ama,” utanarak fısıldadı , “bir tane daha alalım,’ diye tutturan benim.” Sıyrılan kısa pantolonu çekiştirirken kafesin boncuklarını okşadı. Önerisinin sonucunu kaygıyla bekliyordu.
“Adı gibi kendisi de sevimli ,” dedi arkada oturanı öne eğilip dokunaklı bir sesle.
Coşkuyla , “Hem de nasıl!..” diye yanıtladıktan sonra kaşları çatılıverdi. “Erkek adına hiç benzemiyor ?!” Giz verircesine açıklarken çekingendi; “ Şey... Aynadakinin de adı Cicim.”
Kafes sarsılınca uçuyor, aynanın salınımı azalınca çıtadaki yerine konuyordu. Öpücük sesleri sıklaşmış, güçlenmişti. Yüzü asılanlar olsa da gülümseyenler çoğalıyordu. Düşünceleri çapraşıktı. Cicim’de yoğunlaşanlar kendilerini onunla kıyaslamaktan alıkoyamıyordu.
Beklentilerin gerçekleşmesine ayna yetmiş miydi yoksa? Kuşçuya oysa çok yaklaşılmıştı. Mutluluğa uzanan sapaklı yolda ikiyüzlü ayna ile dişi kuşun acımasız yarışıydı bu; sevecence başlayıp kıyasıyaya dönüşen. Gerçek yarışmacıysa kucaktaki kafeste aynaya öpücükler konduruyordu.
‘Çift alın ,’ diye uyaran satıcıyı düşünemiyorum; yüreğim oynuyor, gözüm yarışta.
YARIŞ / SEÇKİN GÜNDÜZ