iHÂNETİ GÖRENLERİN TÜRKÜSÜ
upuzun
falçatalarıyla geldi ihânet külrengi ve kocaman korkularıyla saçak aralarında duyduğum serçe tıkırtıları mı tek-tük yanıtlayamam ne sevinçler engellendi siz görmediniz bu balkonlarda o bitirim duyguların yönlendirdiği birtakım genç adamlardı çoğun geçerlerdi sevda sınavlarından yakışıklıydılar çağcıldılar afacandılar doğrusu, kırılmışlardır daha konuğu olunca böyle derinden kurşunî günlerin gidenler gidenlerimiz türkülerle, bayraklarla döneceklerdi uçuk-mâvi yeminler tabanca yüreklerle çok bakımsız sakallarında seyrederdim hep nasıl da parlatırlardı en güzel hüzünleri geceyarılarından kalma kamyon sürücüleri mapusânelere yürürken görüşmeciler ufuklar tepelerin ardında haşmetle ürperirlerdi simitçiler, asıl onlar bilirdi karşılamasını seher vakitlerini balıkçılar ekmek için, nâmus için küreklere şehvetle yapışanlar tuzlu ve poyraz kokan küfürlerini akıtırdı yakamozlara sormayın sormayın onları da bilirim bol kıvırcık saçlarını bumburuşuk yastıklardan kaldırıp kaldırıp güneşe gülümsemeyi kuvvetle benimseyen kız çocukları sizi de unutmadım imrenirdim bir siz becerirdiniz kralsız, tapınmasız yaşamasını ah, benimse kıyılarım kuşkulu tutanaklarla kirletilmek istenen eşkıya yokuşlara yolladığım kırmızı karanfillerle kanayacaktı denizler imzalayacaktım ben göklere doğru dağlar konuşacaktım nerdesiniz uzun menzilli selâm gelincik çağrışımlı iz baksanıza! gözyaşı ve yıkımlarla kanıtlandı ömrümüz upuzun o külrengi kocaman kollarıyla ihânet gelmeseydi tersine dönmeseydi son saatlerde akrep ile yelkovan (*): Çıkın, Temmuz-Ağustos, Sayı 5 |