Bir Hayal... Bir Kent...
Güzel şey mi dakikalarca,
göz kırpmamak... Şu dalgaları izlerken. Ahenk ile yukarı aşağı uçuşan kütlelerin olağanüstü dansına bakabilmek... İnsanlar... Çok uzak... Çay, çekirdek ve dünyevi meselelerin içinde... Penceresiz sohbetin eşiğinde... Canlar, kendi cansızlığını şikayet etmekten muzdarip... Dalgaların devinimine hasret... Ve aşık... Bir kent... Tarih... Göl... Ve mütemadiyen yeşillik... Ne çarşı pazar, ne şıkırdayan poşetler, ne de koca koca kütlelerin arasında, ruhları ayrışmış entelektüeller... Göl dedim ya... Devasa... Tıpkı deniz... Bulutlar ayak parmaklarını gıdıklar, süzülür, süzülür... Ve bitmeyen bir susuzluk... Baktıkça gider... Bir pırlanta yolu göl üzerinde... Parlak mı parlak... Bakakalmak, ne mümkün... Bakamamak ne mümkün! Bir nimet... Bu kent... Bu sokaklar, bu tarih... Koca motorlar ufaldıkça ufalırlar... Ah canlar, canlandıkça canlanırlar... Bir çocuk sesi... Belki bir kuş belki de bir kedi... Peki ya şu güneşin hışırtısı... Süzülürken mütevazi mütevazi bakar ya dalgalar sana. Sen de bakıver, Çıkar şu ukala gözlükleri... Uzun mu uzun bir cadde... Sağlı sollu çınarlar... Yapraklarında kuşlar uçuşuyor... Bir çocuk... Ve neşeyle bakışan sevgililer... Ah bu cadde... Ne güzel hissettiriyor! Bir yaprak olmak istersin... Belki burada, bu kentte... Gölün yanında... Ah şuradaki bir ağacın yaprağı. Ya da Sonsuz duvarların tırmandığı, O şehrin, o insanların oyuncağı... |