Yokluğa Çıngırak Takasıya Kadar...
biliyor musun
sen üzüntüsünün üzüntüsünü bir geminin rotasını hasretle özlemle yüklenmiş, acıları önüne kata kata sızılara bandıra bandıra yüreğinin katmerlerini... biliyor musun sen aşkın sevdasını gurbetin sılasını vuslata ziyan edilmiş, göz yaşlarını sile sile kan çanağında oluşmuş kırmızı kırmızı bir lokma umut için... biliyor musun sen hayatın yaşamını ömrün safsatasını vakit zaman da kaybolurken heba edilen seneleri, kışta sonbaharda tepinen mevsimleri, esen rüzgarlara hapis olmuş yellerin bedduasının cemberini, ne sabahı belli ne de gecesi... biliyor musun sen yalnızlığın kalabalığını kalabalığın yalnızlığını, yerlerde sürünen ruhların can pazarını oluşturduğunu bir tutam gelecek için, feda edilirken yarınlara tozu dumana katan sonsuzluğa, bacası yok kanatları ona keza, nasıl kavuşsun nasıl kucaklaşsın mucizeden de öteye... biliyor musun sen yasın yasını gamın hüznünü, bilsen ne fayda yaşaman gerek yaşaman, anlaman için yollara dökülen çaresizliği, nerden bileceksin sensizlikle ekilmiş bensizlikle biçilmiş bir öğün sabır boşa gitmiş mesafeler de tükenirken, gerçek hakikatta kayıp benim sende olduğum gibi, aranıyor başı boş bir kalp aranıyor, atarken tıklıyor saat aralıksız süresiz tak tak tik tik kulağa hoş gelse ne gezer almış başını gidiyor kader, tutana aşk olsun sevda olsun yokluğa çıngırak takasıya kadar... (Berlin,17.11.2016) Talat Özgen |