Yağız At-Devran YılmazFabrikadan çıkma hülyalar Gezinirken benliklerde Kumardı mı benliğinde Somalı bir işçi? Hayatı boyunca kazanamayacağı parayı, Bozuk para gibi harcandığını. Düşlemedi mi? Torun Center’in on işçisi Asansörün onuncu katında Gazetelerde ve ekranlarda gördüğü türden bir yaşamı. Oysaki onların o süslü yaşamları İşçinin alın teridir Bizlerin hayatları ve hayalleridir Onların bozuk para gibi harcadıkları. Ey tarihin yağız atı, Sür şimdi yönünü o altın çağa Süslü laflarla Yürümez artık peynir gemisi Her şeyin sahibi ve yaratıcı olan halkımız Elbet çekip alacaktır Tereyağından kıl çeker gibi Sahip olduğu her şeyi Çekip alacaktır beyinlerini Süslü laflarla güzelleştirilen bu vahşetten Ve zengin olma yalanından kendini Ey tarihin yağız atı Sür şimdi yönünü o altın çağa Karanlığın ve yılgınlığın ulama sesleri Yıldırmasın seni Pencerelerden sokaklara yayılsa da Bir dalga gibi sarsa da ruhları Karanlığın ve yılgınlığın o çirkef sessi Çocuklar dahi artık sussa Kral çıplak, diye bağıramasa da “ÖZGÜRLÜK “diye haykıracağım Son bir umutla… Sustura bilmek için Korkuyu ve yılgınlığı, Egemenlik kurmuş yüreklerde ki Yılgınlığın o çirkef sesini… O sıcak düşlerin sıcaklığına inananlarla Bir şölene katılır gibi İşçi tulumumla Sunacağım bedenimi Ey tarihin yağız atı, Sür şimdi yönünü o altın çağa… Sanma ki yaşamak istemediğimi; Sansardan kaçan bir tavuk gibi Toprağı yaran bir filiz gibi Yârin dudaklarında durdurulmak istenen zaman gibi Durmaksızın sızlayan İnce bir yara gibi Sevmekteyim yaşamı. Ey tarihin yağız atı Kim söyleye bilir yaşamı sevmediğimi? Ölüm satır aralarında sıradanlaşırken, Bir misketin yuvarlanıp kaybolması kadar Basitleşmişse, YURDUM ‘da ölüm Kim suçlaya bilir Bu uğurda kahramanlığa kalkışımı? Ey tarihin yağız atı Biliyorum sevmesin kahramanlık masallarını Bakma bana öyle O özgür insanın memleketinde bu korkunç bir günah sayılır … Elbet ayrılır Kendi çıplaklığında doğrular … Kavgada yalnız bir er olmalı Zulmün tiranları yıkılırken Yeni tiranlar kurulmamalı … Ey tarihin yağız atı Sür şimdi yönünü altın çağa Karanlığın ve yılgınlığın ulama sesleri Yanıltmasın seni Hangi kavga da eksik olmuştur Korkunun ve yılgınlığın, söylevci takımı… Ve nerede görüşmüştür Mevsimi gecen bir dikenin soluk aldığı. Ve miladı geçmiş bir düşüncenin Yeninin ve güzelliğin karsında kavga kazandığı. Etkin bir yanardağ gibi Patlamaya hazır bekleyen öfkemiz Buzullar gibi katlanmış acılarımız Elbet taşıyacaktır bizi o altın cağa. Dillerimiz de közlenen duygularla ihtilale kalkışan şiirlerle insanlığın ortak düşü Düş olmaktan çıkacaktır. Şairler, mısralarıyla Ressamlar fırçalarıyla Selam dururken tan kızıllığına.. Üstelik ben de biraz şair sayılırım. Habercisiyim o günlerin Tanımasınız sizler beni Bende tanımam kendimi O altıncığı yaratacaklar içerisinde Sıradan bir erim ben… Dilini kaybetmiş köylerden, Duymayan şehirlerden, Gülmeyi unutmuş evlerden geldim Asırlardır gün yüzü görmeyen Bir coğrafya doğdum İşte bundandır tüm çırpınışım, Etkin bir volkan gibi yakarışlarım. Kelimeleri yan yana dizişim Gene bundandır bunca kâğıt israfım Uzun uzun ve sıkıcı… Ama yine de şair sayılmaktayım Çekip almaktayım Sizler göğe bakarken. Ayaklarınızın altında ezilen her şeyi, Ayırt edilmez çıplaklığın da Sunarken sizlere… O altın çağda, Belki de korkunç bir günah sayılır Ama şair olmak düştüyse yazgıma. Yazmalıyım. Şiirle sarhoş olanlar Şiirle yaşayanlar İsterseniz Çarmıha gerin şairliğimi İsterseniz yakın tüm yazdıklarımı Muhakeme edilmez Tek bir şey varsa oda Gönülden gönülle akan sevdamızdır Kim aksine söylüyorsa yalandır Hani şu memeliler Kutsal sevdalıları içinde barındıranlar, Onlar dahi çöpte dolaşan Küçük parmakları görmezden gelirken, Kim iddia edebilir Bizden daha kutsal sevdalarında var olduğunu? Yakışıklı ve güzel Dökülürken toprağa pul pul, Bir bukle gibi sunulan bedenler Ağır bir günah gibi Taşırken böyle bir sevdayı. Unutabilir mi belleklerimiz, Tarihin değirmenin de öğütülen Onca acıyı. Sırtını fravunlara dayan Eşek anırmasından bet sesleriyle İki ayaklı tarihçilerden başka. *** Ey tarihin yağız atı, kim söyleyebilir Alamut’un unutulduğunu, Düşüncelerin ve inançların yanında Sarayların da var olduğunu? -Bir kahkaha sesi Tiz bir sesle “Saray mı kaldı, ey şair bozuntusu Nerede o kral ve firavunlar, Kral olmakta elinde köle olmakta. Sen iyisimi bırak bu boş işleri, Kral olmak için salla küreği, Bak bana iki çocuk büyüttüm Seni ahmak herif’’ Açlıktan kemikleri sayılan yaşlı adama Gösterdim parmağımla; Çağımızın o modern görünümlü, Kana susamış, kravatlı firavunlarını. Bizim alın terimizi nasıl bozuk para gibi harcadıklarını. Gösterdim; cahillik akan paçalara, Açlıktan kemikleri sayılan o yaşlı adama… Ey tarihin yağız atı, Sür şimdi yönünü o altın çağa. Bugün olmasa da yarın direnecektir O yaşlı adamda. Kutsallık atfedilen firavunun bekçilerine karşı spartacüslerden kalma haklılığımızla, Elbet kavzayacağız bu cağı. Şablonculuğa düşmeden, Yaratacağız elbet o altın cağı… Ey tarihin yağız atı, sür şimdi yönünü o altın çağa. Bakma bana öyle, Bu sefer kurban edilmeyecek Bürokrasinin çarkına, Alın teriyle kutsallaştırdığımız Nasırlı ellerden fışkıran o kutsal vatanımız… Sür şimdi yönünü o kutsal vatana. Bakma bana öyle yağız atım, Sende en az benim kadar Düşmansın savaş tanrısına. Açlık bir kement gibi sıkarken bir çocuğun midesini, Kim söyleyebilir, savaşı bizlerin başlattığını? Ve hala firavunlar belirlerken kahramanları ve teröristleri Tarihçiler dayarken sırtını firavunlara, Gazeteciler emir alırken firavunlardan, Yargıçlar yargılarken ana sütü kadar temiz Bir o kadar kutsal değerleri… Sevmezsin, değer yargılarını da Savaş tanrısının ellerinde ki köz ateşidir onlar, Güçlünün elinde bulunan silahtır. Oysaki o altın cağda, -o özgür insanın memleketinde- Bizim kemiklerimize de basa basa Atacaklar kahkahaları. Onların kahkahalarında; Elbet ayrılacaktır her şeyin ulu orta soyulduğu, bu cağda Laf cambazlığıyla gizlenen suçlar. Ey yağız atım sür şimdi yönünü o altın cağa, Bizden selam götür o özgür insana, Merak ederlerse eğer, Onuncu köyün çocuklarını Kelimelerin anlam değiştirdiği bu çağda Gülümsediğimizi söyle, Zindan gibi bir karanlığın içinde Işık olmayı becerenlerle. Dilenenlerin o bedhah sesine Bizi aç bırakanların ekmeğine yağ sürenlere… |
Kalemin susmasın
___________________________Selamlar