BİR KAYIP HİKÂYESİ
Çok uzak ülkenin birinde bir adam varmış. Adını kimseler bilmiyormuş.
(Birkaç özel arkadaşı dışında) Kendi halinde, çocuksu bir yüreğe sahipmiş. Ona adam diyorlardı ama, o aslında bir masal gibiydi. Anlatılması zor, bir kayıp hikâyesiydi…Adam… Kasırgalı gözlerinde bir küçük bulut gibiydi yüreği. Hassas, dalgalı ve buruşmuş bir kitap sayfasıydı hayatı. Yorgun beden içinde aslında hâlâ bir çocuktu ama, yıllar onu olduğu yerde adama dönüştürmüştü. Bedeni büyüdüğü için ona <adam> demek zorunda kalmışlardı. Hâlbuki o hâlâ bir çocuktu… Hiç kimsesi olmayan ıssız bir çocuk… Oyuncakları olsun isterdi, ama çocukluğundan beri hiç oyuncağı olmamıştı ki! Annesi ve babası onu çok erken yaşlarda bırakıp gitmişlerdi. Ona küçük bir şeker alacak kadar da kimsesi yoktu. Ağlamıyordu… O zamanlar çocuk olduğu için sadece gülmek zorundaydı. O yalnızdı ve gülüyordu… Aradan birçok zaman geçti. Ve onunla beraber, küçücük şeyler kocaman şeylere dönüşmüştü… Büyümüştü… Şimdi sakalları var, ve yaşı kırk olmuştu. Hâlâ kimsesi olmadığı için yalnız ve yorgundu… Gözleri çizik çizik saçları kül renginin en koyusuyla doluydu. Parmak aralarında tuttuğu sigara, dumanıyla yakarmış yüreğini. Hiç istemediği halde bütün kötü alışkanlıklar onu zavallı bir hale dönüştürmüştü. Geceleri ayyaşlar sahiline takılırdı, sabahları güneşi yüzünde bulurdu. Bütün gününü bir ağacın gölgesinde geçirip, gökyüzünün parçalı bulutlarını izlermiş. Kırların ortasında bir tek beyaz kelebekler konarmış tenine… Konuşabileceği hiç kimseler yokmuş. O kadar yoktan sayılırmış ki, bu insanların umurunda bile olmazmış…Eskiden birkaç tane arkadaşı varmış. Kendinden çok hep sevdiklerine değer verir, onları güldürmeyi ve dertlerini paylaşmayı çok severmiş. onun için güzel şeyler hep kısa sürermiş. Fakat çevresinde hiç kimseler kalmamış bir gün… Zaten çok az olan arkadaşları, zamanla onu birer birer bırakıp terk etmişlerdi. Ya da hayat şartları bir şeyleri buna mecbur etmişti. Kendi dünyasında o kadar çok üzülmüştü ki, onlara geri dönün bile diyememişti. Seneler üst üste geldikçe onları biraz daha özlermiş. Ama özlediği dostların, bundan hiç haberi bile yoktu. O yalnızdı ve biran evvel ağlamak istiyordu. Oysa çocukluğundan beri daha hiç ağlamamıştı ki!..Zaman iyice tükenmişti ve adam, gittikçe yaşlandı. Ölüme doğru o kadar hızlı yol almıştı ki, artık fren bile yapamayacağını biliyordu. O ülkede çok şeyler değişmişti. Teknoloji o kadar hızlı gelişmişti ki, bütün dostlukları bir anda çöpe attırmıştı. Artık hiç kimse hiçbir şey konuşmuyordu. Herkes kendi içinde yok olup gitmişti. Dünya çırılçıplak kalmış gibiydi. O adamın yalnızlığı ölümüne kadar sürmüştü ama, insanlığın yalnızlığı sonsuza kadar sürecekti… Çok uzaklarda kalmış bir hazan mevsimi gibiydi. Hiç kimsenin bilmediği bir yerlerde çiçekler kurumuş, yağmurlar yağmış ve herşey seller altında yitip kaybolmuştu…Sonunda adam ölmüş, ülke yine de anlamamıştı. Kimin öldüğü önemli değildi, sadece biri ölmüştü. Mezarı bile yoktu, hiçbir yerde adı da yazmıyordu. (Adam) diyorlardı… Sadece (adam)… Arkasından bir tek tabiatın gözyaşları akıp gitmişti. Adam, ömrü boyunca hiç ağlamamıştı ama doğa onun yerine bir güzel içini dökmüştü… Yarın, bugünden sorumlu değildi. Ve hayat, yine de akmaya devam etmişti. Mevsimler değişmiş, zaman hep aynı oyunu oynamış, biri gitmiş, biri gelmiş, ve bu dünya gerçekten de yuvarlakmış!.. 05.09.2005/Pazartesi/SARAY Saat:21.51… B.BİRİCİK |