uyku/saldoğmadı hiç avuçlarım/ itaatsiz bir duâya "hiç" "her" in kardeşiydi elbet, coğrafyasından kovulmuş bir bulut rengiyle göğüs kafesine sinmiş... antik bir şehri kokluyor zaman bütün mevsimler darağacında ölü göz kapakları yağıyor saçlarıma omzumda emanet bir yara hiçin gölgesinde palazlanan iç/sel toprak kokulu bir gece soluklarımda avuçlarım yangın arefesi gözlerini yalanlarıma sakladım d/üşüyorum... gün/âh asılsız bir rüzgar gibi başıboş ve sahipsiz bir köle gereksizliği boynumda. satırlarıma üşüştü uykuların kalabalıklarım omuzlarımda dur/ma... s/ayıklarken kendisizlik ve yetimlik kendine. zamirlerime yatırdım kokunu büyümeye isteksiz bir çocuk inadı beyhudeliği ya da, istanbulda bu gün ölmüş bir kadın katafalkı gibi şimdi şehir soğuk,mermer yüzlü, bahardan ince belli bir bardak çay quantumu, fiziği mundar, dudaktaki tadı mevsimin ilk eriği, nidası hoş bir insan eriyiği, gri bir turnusol aymazlığı tabiatın yüzünde, asık,asırlık... unut/ma biz birbirimizi asarken darağaçlarında sen susuz geçiyordun pınarlarımı, susuz varıyordun tanrıya, ben içinden geçiyordum, hayalinden. koskoca bir okyanus döküyordum vahana... ve orada bile kalamıyorduk, sen kumdan kristale bir yol oluyordun, ben camdan bir adam, geçiyordum sırad’ından... |
Yine de eski şiirlerine göre bana değişik geldi.