ÖNCE ŞİİR DEĞİL BENİM İÇİN. ÖNCE SEN
Sevdan Beni
Terketmedi sevdan beni, Aç kaldım, susuz kaldım, Hayın, karanlıktı gece, Can garip, can suskun, Can paramparça... Ve ellerim, kelepçede, Tütünsüz uykusuz kaldım, Terketmedi sevdan beni... Bu gün Ahmed Arif’in Doğum günü. Yani Ahmed Arif günü. Onun edebi kişiliğini yaşamını mücadelesini ve daha pek çok önemli özelliklerini kısa paragraflara sığdırmak olası değil elbette. Onu bu gün, Hasretinden Prangalar Eskittim şiirinin kahramanına yani Leyla Erbil’e olan ölümsüz sevdası ve ona yazdığı belge niteliğindeki aşk mektuplarıyla yad edelim diyorum. Zamanın aşındıramayacağı mektuplarda Diyarbakır’da sürgün Ahmed Arif’in sıkıntıları var: Adeta ölümle yaşam arasında gidip gelen bir sarkaç... Öte yanda, siyasi baskılar, yayın dünyasının ikiyüzlü yanı... Ama daha önemlisi, okurken “demek böylesi de yaşanmış” dedirten büyük bir aşk... Ahmed Arif “Leylim” diye başladığı bir mektubu şöyle sonlandırıyor: “Kulluğum, divaneliğimle ellerini, gözlerini öperim. Öpüyorum ama doyamıyorum. Mutluluk ya da cehennem bu galiba. Sana doymak, korkunç ahmaklık olur.” ‘Seni, anlatabilsem seni’ Aşktan öte büyük bir hayranlık onunkisi: “Cihan insanları içinde en güzel, en iyi ve en namuslusu sensin.” Hatta kimi zaman Leylâ Erbil’i kutsuyor: “Bu senin hiçbir peygambere, hiçbir kahramana kısmet olmayan büyüklüğünden... Güzelliğinden... Kutlu ve saygıya layık oluşundandır.” Oy sevmişem ben seni Ahmed Arif, aynı adı taşıyan kitabındaki birçok şiiri Leylâ Erbil’e yazar. “Maviye, maviye çalar gözlerin, yangın mavisine” dediği, “de be aslan karam, de yiğit karam” diye seslendiği, “oy sevmişem ben seni” diyerek içini döktüğü ondan başkası değildir. Mektuplarının yanında, yayımladığı tek şiir kitabında yer alan ya da o dönemde dergilerde yayımlanan şiirleri de gönderir. Birinde “Sana ulaşmadan, kavuşmadan da bazı iyi mısralar yakaladığım oluyordu. Senden sonra, yahut seninle daha bir şair oldum” demekten kendini alamıyor, ancak şerh düşüyor sözüne: “Önce şiir değil benim için. Önce sen.” 16 Temmuz 1955 yılındaki başka bir mektubunda da benzer ifadeler var: “Benim her şiirimde varsın ve olacaksın. Ama dünyanın en dehşet şiiri bile ‘sen’ olamaz. Bunu yaşamak gerek. En asıl gerçek bu işte.” Ahmed Arif, onu sade şairliğine değil, hayatta kalmasına da neden olarak görüyor. Sürgünlüğün sıkıntılarıyla uğraşırken, yokluk çekerken Leylâ Erbil onu hayata bağlayan bir köprü gibi: “Ne tuzsuz şeydi şu dünya be. Geldin, buldun, şenlendirdin, insan ettin beni.” Dostluk, sıcacık bir kuş Peki, Ahmed Arif, aşkına karşılık buldu mu? Leylâ Hanım bu mektuplarda dostluk sınırını çizmiş ve bu sınırı gün geçtikçe derinleştirmişti. Ahmed Arif’in bu konumu kabullendiği mektuplarından anlaşılıyor. Bir çok kadının hayal bile edemeyeceği böyle bir aşka onun karşılık vermemesi çok şaşırtıcı ve eleştirilecek bir durum olmasa gerek. Aşkın sevginin karşılığını beklemek doğru bir beklenti değildir aslında. O zaman o aşk olamaz zaten. Ancak karşılık bulduğunda ise söz de biter şiir de.. Benim şu naçizane satırlarım kalır geriye! Sevdamı alıp başıma Kaçsam çok uzaklara Girmese prangalar aramıza Yaşasak sevdamızı baş başa |
hezayanda desek aşkta desek ;;bırakınız yapsın bırakını geçsinler,selamla.