Başlıksız...
işte gece, tenimde ki çatlaktan içeri sızıyor
ve yol boyunca uzanan turuncu sokak lambaları çocukluğum oluyor... ekmek almaya giderken ben, akşam yemeği için oyunları yarım bırakırken... işte annem, yine kederini kapımızdan süpürüyor ve o çok istediğim tulumba tatlısını alamadığı için ıslattığı bayat ekmeğin üzerine, bir kaşık şeker atıyor işte, bahçemizde duran dut ağacı doyuruyor gecenin kuşlarını ve o zamanlar gece, pencereden gökyüzüne uzanıp, kayan yıldızları tuttuğum kadardı... hani kaldırımlarda duyulan ayak sesleri, bu denli ürkütmezdi sokakları işte dedem, ömrünün o en dik yokuşunu çıkıyor cebinden çıkardığı köstekli saatine bakarak, duaları, dalgın ve terli alnında birikiyor... ve dedemin yorgun kolları, o çok sevdiğim leblebi tozunu almak için, yokuş aşağı koşturduğum bozuk para telaşım oluyor... işte umut, çabucak sönen sobaların yakıldığı evlerde tüterdi... ve bastırıp kestane kokusunu bir akşamüstünün göğsüne, dindirirdik duvarların soğukluğunu... şimdi yalnızlık, kendine yaslanan bir iç yolculuğu |
Tebrikler.