Kaçış
Günahlarım asılmış büsbütün göz kapaklarıma.
Hançeremde her an bir yumruk gibi dipdiri… En saf halinde gözyaşın, Elimde can çekişen adamlığıma sıkışıp, Birden bire Kabil’in kaçtığı dağlara saklanmışım. Kara kalpaklı Kabil’de kaldıramamış günahlarımı. Anlaşılan Kabil’den de kaçmalıymışım. Destur varsa Oğuz ellerinden Türkmen dağlarına sığınmalıymışım, Ya da Efes’te Zeus’a yaklaşmalıymışım. Kendi hışmımdan Zeus’un hışmına mı koşmalıymışım ? Belkide soluksuz bırakmalıymışım kendimi, Ares’in körkütük savaşlarına, Ne Aşil’in kutsandığı Stx nehri, Ne de bilmem kaçıncı pederin, papanın vaftizi Ey vicdanım paklayamazmış bizi. Cennetten kovulmuşum . Adam ila Havva gibi, Kevserden de çoktandır sürülmüşüm. İblisin kucağında, Musa’ın buzağıya tapan ümmmeti gibi, İsa’nın havarileriyle toplandığı meclisten de dışlanmışım. Dedem Korkut’da anmazmış beni, On iki hikayede de adım geçmezmiş. Ergenekonda da yokmuşum, Türeyişte’de Karındaşım Alper Tunga tanımazmış artık beni. Acemin dilinden Farisi dökülmüşüm amma, Kendi dilimde yok olmuşum. Günahlarımla kendime keskin bir sırat yaratmışım. Erenler de demişler ki, Ak sakallarına gömülmüş bilginç ağızlarıyla, Atını Çin’e Maçin’e dört nala koşturan Kürşat gibi, Dolu dizgin sıratta sonsuza at sürüyormuşum. |