MÜEBBET...
Müebbet iklimler tarafından kuşatılmış
Can pare ve saydam kalbin o çalınmış sükûtu, Hele ki demlenmiş kaygıların mihrabı iken Şu çalan şarkıdan sızan; Gönül koyduğum en vakur imge Adsız ve sırnaşık bir aşk kadar keyfe keder, Islak kuyuların girdabına yığdığım efkâr Şu solgun mabedin girizgâhına konan. Keşkelerle donatmıştım öncesinde rotamı Ve yüzü dönük bir mabedin güneşe duyduğu aşkı Asla abartmamıştım bil ki gün öncesi. Hele ki yağmurun yıkadığı gönlün En beyhude feryadı iken Dilimdeki şu anlamsız düğüm. Bir menkıbeden arda kalan tek bir hatıra belki de; Yoldan çıkmışlığı gönlün ki en kırık mızrabı Yâd ettiğim şu sefil hüznün ikrarı. Yine de dilime pelesenk sevdanın nazenin tınısından Boş boğaz bir imgenin kefareti, Ödemekle yükümlü gönül ve en sakil ve tek bir hece; Pervazında aşkın nasıl da dokunaklı bir şarkı İçinde yitip kaybolduğum. Bir elimde düş pazarı yalnızlık, Heybemde sadece aşk ki yüreğin ikrarı Ve müebbet iklimlere çarptırıldığım En deli hezeyan. Gidip gelmelerden ibaretim ne yazık ki, Hele ki tasarrufunda en korunaklı tümcenin, Adsız gölgelerden yadigâr Ve tortusu çökmüşken gayya kuyusuna. Bir devrin kapanmaz yarası, Bir hutbenin yürek burkan tınısı Yine de bahşedilmiş en gonca hatırat, Atalarımdan gönle kazılmış en derin mabet, Şu sefil faninin sırça köşküne dadanmış engin bir gaflet kadar Adı konmamış dürtülerden taşarken bitimsiz nefreti ile Saplanmak çamura nasıl bir hengâmedir ki, Asılı kalmaktan bin beter sonsuza. Ve tekerrür eden tek bilmece; Bilinmezin indinde ve seyrüseferinde sevda denen ganimetten Yüreğe dolan. |