Gün geldi ağladığım günlere ağladım. hz. ebubekir
UYUYAN GÜZEL
Cinayet Masasında çalışan Başkomiser Zehra kendine Prens diyen bir seri katili yakalamak için ekibiyle birlikte sıkı bir şekilde çalışmaktadır. Prens'in öldürdüğü kadınlar Zehra'ya çok benzemektedir....
7. Bölüm

PRENS

66 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
İlk işimin sarhoşluğu geçmeden ikinci deneyimimi de yaşadım. Bu da ilki gibi plansız ve bir anda oldu. İş hayatımdaki zorunlu ciddiyetim beni olmadığım bir kişiye dönüştürüyor. Aslında ben böyle bir insan değilim. Yıllardır bazı geceler tamamen siyah giyinip şapkam ve kaşkolumla tanınmayacak bir şekilde şehrin hiç bilmediğim yerlerinde ya da tenha semtlerinde dolaşırdım. Çevremdeki insanları izlemeyi severdim. Özellikle kıyıda köşede kalmış güzel kadınları keşfetmek; sefil hayatlarının, fakirliklerini acı bir şekilde ortaya koyan giysilerinin içinde onları incelemeyi severdim. Bazıları, bulundukları yerden kopartılıp bambaşka yerlere götürülebilseler, kurak topraklarda cılız kalmış çiçekler gibi yeni çevrelerine uyum sağlayıp gelişecekler, kokuları da şekilleri gibi güçlenecek, çoğu kadından daha güzel oldukları ortaya çıkacaktı. Kadınları yaşlarına, boylarına saç renklerine göre ayırmıyordum fakat elbette bana diğerlerinden çok daha güzel görünen kadınlar vardı.
Çok sık gördüğüm bir kadın vardı. Oldukça uzun boyluydu. Buna rağmen narin ama güçlü bir fiziği vardı. Fakat beni en çok etkileyen; bembeyaz lekesiz cildindeki duruluktu. Beyaz olduğu için değil, sanki hiç bir darbe almamış ruhunun masumiyetinin, teninde ışıldayan bir aksi gibiydi vücudu. Haftada birkaç kez saçını tam tepede topuz ya da atkuyruğu şeklinde topladığı zaman beni büyülüyordu. Boynunun sol arka tarafında iri bir ben vardı ki; bunu izlemek bana haz veriyordu. Ona bir kez dokunabilmek için her şeyimi verirdim. Dudaklarımı boynuna yaslamak, hiç bir şey yapmadan kokusunu içime çekip orada saatlerce zaman geçirmek isterdim. Alışveriş merkezinde ya da koruda birkaç defa yakınından geçme fırsatım olmuştu. Bu kadının bir rüzgarı vardı. Yakınında olduğunuzda bu rüzgardan etkilenmemeniz mümkün değildi. Kim bilir çok yakınına girebilenler için durum nasıldı bilmiyorum. Çok, çok etkili olmalıydı. Bunu tahmin etmiyordum, biliyordum. Çok nadir dünyaya gelen kadınlardan biriydi. Hem güçlü hem narin hem hırçın hem tatlı, karmakarışık, zengin bir iç dünyaya sahip, büyüleyici ve bilinmezlikleriyle her daim bir sır olarak kalacağı kesin olan kedi gibi bir kadın. Kedisi vardı. Tekir cinsi, iri kıyım bir kediydi bu. Aslında kedileri hiç sevmem. Zaten onlar da beni sevmezler. O yüzden kurban olarak asla bir kediyi seçmemiştim. Aksi hayvanlar. Bir bakışları var ki; göz göze geldiğimizde; seni lanet herif, melun iblis, ne biçim birisi olduğunu benden saklayamazsın, der gibi bakarlar bana her zaman. Onun kedisi de öyleydi. Ben onların seslerini duyuyorum. Bu özellik de bana verilmiş. Akşamları ya da hafta sonları bu kediyi koruya getirir, kedi çok uzaklaşmadan gezer, oynar, sonunda prensesim kitap okurken bacağına yaslanıp uyurdu. Bu kediden de hiç hoşlanmıyordum. Yeşil gözlerinde bana karşı bir nefret var gibiydi. Bir kez sessizce arkalarından yaklaşmıştım. İşte o an kullandığı muhteşem kokuyu içime çekerken kedi gözlerini açıp bana doğru öyle bir hırlayıp miyavlamıştı ki; güç bela bankın arkasına saklanabilmiştim. Saklandığım yerde, aradaki bir delikten bakarken fark etmiştim beninin artık olmadığını. İlk fırsatta kaçıp eve giderken sinirden ağlamıştım. Bunu nasıl yapabilmişti? O ben benimmiş gibi, bana ait bir parçayı aldırması beni çok kızdırmıştı. Boynu çıplak kalmıştı sanki beni olmadan. Güzel bulup öldürmek, koleksiyonuma katmak istediğim birçok kadın olmuştu bu güne kadar. Oysa O, Nilüfer; benim canlı olarak izlemekten büyük zevk aldığım ve öyle kalmasını istediğim tek kadındı. Nilüfer adını ona ben takmıştım. Gerçek adını bilmiyordum. Ama onu bir çiçeğe benzetmekten başka bir şey düşünemezdim.
Artık Tülin cam tabutuna yerleşmiş, her gün biraz daha güzelleştirdiğim ebedi mekanındaki büyülü yerini almıştı. Öldükten sonra o söğüt kokusu ne yazık ki kaybolmuştu. Onu en başta tek olarak sergiliyordum. Çok güzel değil ama narindi Tülin, teni güzeldi ve kokusu hoştu. Uzun kıvır kıvır saçları bir hale gibi yüzünü çevreliyordu. Bakımlıydı. Ama hepsinden önemlisi; Nilüfer'in parfümüne benzeyen bir kokusu vardı. Onun parfümünü öğrenmeyi çok istiyordum. Sanki biraz menekşe kokusu gibi, büyüleyici, odunsu ve müthiş cazibeli bir koku. O güne kadar defalarca görüp boynunu kırmayı düşündüğüm Tülin'i bu kokuyu kullanmaya başladığı an öldürme kararım kesinleşmişti. Nilüfer'i andırıyor ama Nilüfer değil. Fakat narin ve çekici teniyle bana layıktı. Parfümü de onun kullandığı parfüme benziyordu aynısı olmasa bile. Morg görevlisine uydurduğum hikaye ve ödeyeceğim para, adamın Tülin'i bana getirmesini sağlamıştı. O bana aitti. Benim Uyuyan Güzeli’mdi artık. Morg görevlisine saçma sapan bir hikaye uydurmuştum. Ama o bunu umursamıyordu. Sadece alacağı paraya önem veren açgözlü bir zavallıydı. Sadece benim evimde uyumasını istiyordum ve karşılığında, iş bitince 100 bin lira alacaktı. İlk planda verdiğim 15000 tl bile onun başını döndürmeye yetmişti. Tülin'i getirdiğinde öleceği aklına bile gelmiyordu. Ormana getirmesini istemiştim. Morgun arabasıyla geldi geri zekalı. Mutlulukla, dünya turuna çıkmaktan bahsediyordu. Bazı insanlar aptallıklarının cezasını çekmelidir, değil mi? Ortada bir tanık bırakamazdım. Arabayla birlikte uçurumun dibini boyladığında, arkasından bakmadım bile. Layık olduğu yerdeydi. Aptalları hiç sevmem ama salaklar daha da sinir bozucudur.
İşten çıkar çıkmaz güzellerimin iç organlarını çıkartıp mumyalama işlemlerini yaptım. Eski Mısırlılar'ın mucizevi keşfini öğrenmek için az çabalamamıştım. Ama bir doktor olduğum için bu konuda başarılıydım. Şimdi bunu gözü kapalı yapabilecek kadar yetkindim. Her türlü ama akla gelmeyecek her türlü aletim, malzemem ve donanımım vardı. Tapınağımın dört bir yanını çevreleyen yüksek raflarda, mumyaladığım hayvanlar prenseslerime bekçilik yapacaklardı bundan sonra. Ve onlar gittikçe çoğalacaklardı. Zevkle titredi bütün vücudum. Bu haz bambaşka bir şeydi. Mumyalama işlemi sırasında mutlaka Canon&Gigue in d major dinlerdim. Bu beni büyülüyor, yaşam zevki aşılıyordu. O anda işte; diğer insanlardan ne kadar farklı olduğumu, Tanrısallığımı fark ediyordum. Hem zekamla hem de becerilerimle bambaşka bir yerde duruyordum. Bunu bütün dünyaya göstermeliydim. Ancak öldüğüm zaman öğreneceklerdi Prens olduğumu ama hiç olmazsa sokakları, kendi kimliğimi taşıdığım varlığımla onurlandırabilirdim.
O akşam her zamanki kılığıma bürünüp bir belediye otobüsüne atladım. Sonra henüz iki durak gitmiştim ki onu gördüm. Kahkahası yüzüne büyülü bir güzellik veriyordu. Yanındaki kadın hiç ilgimi çekmedi. Hemen indim otobüsten ve peşlerine takıldım. Arkadaşı; yalnız kalma bana gel, dediğinde kararımı vermiştim. Elimle iç cebimdeki enjektörleri okşadım. Birisini öldürmeyi hayal etmekle, bunu yapabilecek olmanın farkı her zaman hazırlıklı olmaktır. Ben bu yüzden hiç bir zaman yakalanmayacaktım. Kim benim bir katil olabileceğimi aklına getirebilirdi ki? Hayatın süregelen enerjisiyle uyumluydum. Ve cevherim; bu konudaki cevher, içimdeki bambaşka insanın beyninde gizliydi. Çevremde sevilen, takdir gören, saygın biriydim ben. Benim için birisi katil olabilir mi dese bile; o mu, mümkün değil, diyecek o kadar çok insan var ki! Ama işte öldürmek için bir kadının peşindeydim. Kadın dairesine girdikten hemen sonra zilini çaldım. Onda beni etkileyen ve onu öldürme arzumu bir anda katlayan da bana bakışı oldu. Öyle sıcak, öyle içten bir gülüşü vardı ki! Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi sevgiyle baktı bana! Keşke kokusunu ve o bakışını da hapsedebilseydim cam tabutuna. Ama işte o kısım ölüme aitti. Yine de uçuk sarı kat kat elbisesinin içinde ebedi yatağında uyurken, ölümden çok bana ait olduğunu hissediyordum. Mumyaladığım prenseslerimi izliyordum. Tülin çok sevdiği pudra rengi prenses elbisesiyle ve Oya ayak ucunda tüm masumiyetiyle sarı elbisesiyle uyurken ben hayallerimde Por Una Cabeza eşliğinde Nilüfer'le dans ediyordum. Onlara bir de not bırakmıştım. Elbette çalıntı bir daktiloyla yazılmıştı. Başarı ve mutluluğun sarhoşluğuyla Por Una Cabeza ve Nilüfer... İşte aşk! Ben tekim. Ben Prens'im!
*
Zehra anahtarı kilide soktuğu an Piştov miyavlamaya başladı. İşte günün en güzel anı da buydu Zehra için. Hemen kediyi kucağına alıp sarıldı ve öptü. Biraz sakin duran Piştov yere atlamak için kıvranmaya başlayınca Zehra kediyi yere bıraktı. Mamasını, suyunu tazeleyip duşa girdi. Tam çıktığı anda telefonunun çaldığını duydu. Telefonun ekranına bakınca birden kalbi çarpmaya başladı. Arayan Berkay’dı. Sesinin titrememesini dileyerek açtı:
‘’Alo! ‘’
‘’Nasılsın Zehra? ’’
‘’İyiyim, sen nasılsın? ’’
‘’Ben de iyiyim. Seni eve bırakan adam kimdi? ’’
‘’Bu seni hiç ilgilendirmez! Dur, neredesin sen? Yoksa döndün mü? ’’ dedi kalp atışları hızlanarak.
‘’Evet. Bir hafta önce tamamen döndüm. ‘’ Zehra’nın içi sızladı birden. Türkiye’ye döneli bir hafta olmuştu ve kendisini daha yeni arıyordu. Oysa Zehra aşkı uğruna ne fedakarlıklar yapmış; mesleğini bile bırakıp Berkay’ın birlikte çalışma isteğini kabul etmişti. Bir gün Berkay, kendisine hiç sormadan bir yurt dışı görevi kabul etmişti. Hem de dört yıllığına… Üstelik Zehra’yı yanında götürmüyordu. Bu süre boyunca nişanlı kalacaklar ve yılda bir, o da Berkay Türkiye’ye gelebilirse görüşebileceklerdi. Zehra hiç Kanada’ya gidemeyecek, elinde nişanlısına ulaşabileceği bir telefon numarası bile olmayacaktı. Berkay gizli görev diyor başka bir şey demiyordu. Zehra’nın eski mesleğine dönmesini de istemiyordu. Bu kadar bilinmezlik ve her şeyine karışması Zehra gibi bir kadına uygun değildi. Kendine sormadan böyle hayati bir karar alan adama çok kırılmıştı. Bütün bir gün düşünmüş; sonra nişan yüzüğünü kargoyla, bir gün sonra yola çıkacak Berkay’a yollamıştı. Bir hafta izin alıp telefonunu kapatıp Karadeniz’de orman içinde ahşap bir ev kiralamış, ortadan kaybolmuştu. Döndüğünde, Berkay’ın gidişini beş gün ertelediğini, her yerde genç kadını aradığını, hatta İstanbul’a ailesinin yanına bile gittiğini öğrenmişti. İşyerinde, öfkeden kudurmuş Berkay’ın zehir dolu mektubu kendisini bekliyordu. Bu yaptığını hiç affetmeyecekti. O kendini ne sanıyordu! Seven bir kadın gibi davranmıyordu. Gerçekten sevmiş olsaydı, onu yılarca beklerdi, falan filan… Berkay olaylara Zehra’nın gözünden bakmayı reddediyor, her zaman kendini haklı görüyordu. Mektubu, kendisine orada yeni bir hayat kuracağını, kendisini çok seven bir kadınla birlikte olacağını söyleyerek bitirmişti. Peşinde bir yığın kadın varken o Zehra’yı seçmiş, onurlandırmıştı. Zehra okuduklarıyla şoka girmişti. Adamın bu yüzünü ilk kez görüyordu. İki yıldır nişanlı olan Zehra’nın çalışma arkadaşları da bir cevap bekliyorlardı. Zehra onlara nişanın bozulduğunu, ayrıldıklarını söyledi. İlk günlerde artık serbest kaldığını duyan birçok çalışma arkadaşından evlenme teklifi aldı ama hepsini reddetti ve evlenmeyi düşünmediğini söyledi. Bütün hödüklüğüne rağmen Berkay’ı hala seviyordu. Aradan üç ay geçince Berkay Zehra’yı aradı. Yumuşamış görünüyordu. Hatta özür bile diledi. Herhalde uzaklık aşkını depreştirmişti. Fakat sonra altı ay aramadı. Aradığında; görev yüzünden arayamadığını söyledi. Bulunduğu yerden telefon açmamasının gerektiğini söyledi. Başka bir açıklama yapmadı. Yedi ay, sekiz ay aralarla beş dakika, on dakika konuşmaya başlamışlardı ve aradan tam altı yıl geçmişti. Açıkçası Zehra da ondan ümidini kesmiş, unutmaya başlamıştı. Aradığında da normal bir arkadaşı aramış gibi konuşuyordu. Son bir buçuk yıldır Berkay’dan hiç ses çıkmamıştı. Şimdi ortaya çıkmış, kendisine hesap soruyordu. Oysa Zehra artık eski Zehra değildi. Duyguları değişmişti.
‘’Demek bir hafta önce döndün. İyi, hoş geldin! ‘’ dedi son derece soğuk bir sesle.
‘’Bu kadar mı? ‘’
‘’Ne demem lazım? Eski nişanlım dönüş yapmış. Bu beni çok da ilgilendirmemeli, değil mi? ’’ dedi Zehra soğuk bir sesle.
‘’Bak, tamam birçok konuda haklısın ama ben de ülkem için çalışıyordum. Zehra hadi in, bizim yerimize gidelim. Orada her şeyi konuşuruz. ‘’
‘’Orası kapandı artık. İki yıl oluyor. ‘’ dedi Zehra iğneleyici bir sesle.
‘’Öyle mi? Sen de yeni geldin, yemek yememişsindir. Güzel bir yemek yiyelim. Lütfen beni kırma! ’’ Zehra bir an düşündü. Berkay ısrarcı bir adamdı. İşin kötüsü kapıya da dayanabilirdi. Aradan geçen altı yıldan sonra onu görmeyi Zehra da istiyordu aslında. Bu yemeğe gidip ikisi için neden bir gelecek kalmadığını anlatmak istiyordu. Biraz da laf saymak istiyordu tabii. Yıllarca yaşadığı duyguların ve insanların bakışlarının, arkasından konuşmalarının acısını, hıncını çıkartmak istiyordu.
‘’Peki ama biraz bekleteceğim. Giyinip inerim. ‘’
‘’Beklerim ben. ‘’ dedi Berkay sevinçle. Telefonu kapatınca, beş tane cevapsız çağrı gördü. Duştayken Berkay beş kez aramıştı. Giysi dolabının önüne gitti Zehra. Onun için, giyinmek kutsal bir ayin gibiydi. Giyime çok önem verirdi. Spor giyinmeyi sevdiği kadar, kadınsı giysileri de çok severdi. Berkay’a, neyi kaybettiğini gösterecekti. Ne giysem diye düşünürken gözüne yeşil mavi karışık saten çok şık bir elbise ilişti. Bunu iki ay önce almıştı ve henüz hiç giymemişti. Üstelik oldukça kısa olduğu için Berkay'a artık onu takmadığını da göstermiş olacaktı. Berkay kısa giymesini hiç istemezdi çünkü. Hayli kıskanç bir adamdı. Etiketi kopartarak elbiseyi hafifçe ütüledi. Hemen saçlarını kuruttu, şekil verdi. Elbiseye uygun iç çamaşırları ve ten rengi bir çorap giydi. Elbisenin içindeki maviden bir ayakkabı ve çantası vardı. Onları da dolaptan çıkardı. Bol bol parfüm sıktı. Zehra yıllardır Evidence kullanıyordu. Çiçeksi ve odunsu bir kokuydu bu. Menekşe, incir çiçeği, gül ve paçuli karışımı bu kokuya bayılıyordu. Kalın bir eye-liner, siyah rimel ve biraz allık sürdü. Işıl ışıl bir parlatıcıyla makyajını bitirdi. Saçları şelale gibi omuzlarından aşağıya hafif dalgalarla akıyordu. O kimseye itiraf etmese bile; çok güzel olduğunun farkındaydı. Ama herkesten değil, istediği kişilerden iltifat almak hoşuna gidiyordu. Piştov'u öpüp aşağıya indi. Berkay kapının önünde bekliyordu. Çok değişmişti. Oldukça fazla kilo vermişti. Zehra onun sakal ve bıyık bıraktığını görünce sinirlendi. O kadar yıllık beraberlikleri süresince Zehra'nın bundan hoşlanmadığını gayet iyi öğrenmiş olmalıydı. Bir haftadır kestirmeye fırsat bulamamış mıydı? Berkay hemen Zehra'ya sarıldı. O kadar sıkı sarıldı ki; Zehra şaşırdı. Sonra dudaklarından öptü.
''Dur, ne yapıyorsun? '' dedi telaşla Zehra.
''Boş ver! Nişanlı değil miyiz? ''
''Değiliz! '' dedi yüzüksüz ellerini havaya kaldıran Zehra.
''Hepsini konuşacağız bu gece. Sana çok daha güzel bir yüzük alacağım. '' Zehra cevap vermemeyi tercih etti. Bir taksiye binip şehir merkezinde şık ve kalabalık bir bistroya gittiler. Zehra biraz huzursuz oldu. Kimseye görünmek istemiyordu. Nişanı bozduklarını herkes biliyordu.
''Keşke buraya gelmeseydik Berkay. Birileri bizi görebilir. '' dedi.
''Neden? Nişanlı olduğumuzu bilmeyen mi var? ''
''Ayrıldığımızı biliyorlar. ''
''Zehra, geçmişi unutup her şeye yeniden başlayamaz mıyız? ''
''Bütün olanları unutmamı nasıl beklersin? Sen beni hiçe sayarak, kendi başına kararlar aldın. Mektupta yazdıklarını da unutmuş değilim. Aradan tam altı yıl geçti. Yani düşünebiliyor musun; o kadar zaman sonra insanın içinde bir şeyler kalmış olsun? ''
''Benim kaldı işte. ''
''Sen beni sevmiyorsun. Sen kendine uyumlu bir eş arıyorsun. Aynı işi yaptığın, eh biraz da güzel tabii! ''
''Hiç güzel kadın yok mu senden başka? Ben seni seviyorum. Üstelik sen de beni beklemişsin. Araştırdım; benden sonra hayatına kimse girmemiş. ''
''Hoşlandığım birisi olmadı da ondan. Araştıracağını bilseydim birisini bulmak için çaba sarf ederdim. ''
''Beni sinirlendirme. Altı yıl oldu Zehra, kendini kandırma. Eski işine de dönmemişsin. Sen de biliyordun tekrar bir araya geleceğimizi. ''
''Masada iki ekibiz. Çok yoğunduk. İşleri yarım bırakmak istemedim. Bir iş bitmeden diğerine başlıyorduk. Yoksa her gün ceset, kan görmekten, katillerle muhatap olmaktan hoşlandığımı mı sanıyorsun? Şu elimdeki iş biter bitmez istifa edeceğim ve bir mimarlık bürosu açacağım. ‘’
''Zehra bana bir şans ver. Biz birbirimize aitiz. '' Zehra içtiği şarabın etkisiyle biraz yumuşamıştı. Berkay'la iki yılı nişanlı olmak üzere beş yıllık bir ilişkileri vardı. Alışkanlıklar da gün geliyor kendini sevgi gibi güçlü kılıyordu. Belki de her şeyi oluruna bırakmak en iyisi olacaktı. Bu süre içerisinde başka kimseden hoşlanmamıştı. Aklına Deniz geldi. Bir katil bile olabilirdi. Onu bir daha görmeyecekti. Görmemeliydi.
''Beni özlemedin mi? '' dedi Berkay çapkın bir bakışla.
‘’O sakal ve bıyıkla seni arzulayabileceğimi düşünmüyorsun değil mi? Sevmediğimi bile bile sakallı, bıyıklı gelmen başlı başına saygısızlık! '' Berkay gülmeye başladı.
''Hemen yarın kestiriyorum. '' Yemek yerken genel olarak işlerden ve Berkay'ın yurtdışında yaşadıklarıyla ilgili konuştular. Berkay, Zehra'nın kadehi boşaldıkça, dolduruyordu. Zehra gülmeye başladı.
''Ne yapmaya çalıştığının farkındayım. Beni sarhoş etmeye çalışıyorsun ama boşuna uğraşma. Sana karşı içimde müthiş bir öfke var Berkay. ''
''Seni çok özledim Zehra. Neden kendimize işkence edelim ki? Hayatı en güzel şekilde yaşayalım. Çok zaman kaybettik. Tamam, haklısın! Ben hatalıyım. İzin ver de hatamı telafi edeyim! '' Zehra saate baktığında şok geçirecekti. Saat 01.15'ti.
''Berkay hemen kalkmam gerekiyor. Yeni bir cinayet soruşturmasının ortasındayım. Sabah erken kalkmam lazım. '' Berkay hesabı ödedi ve bir taksi çağırıp eve doğru yola koyuldular. Berkay Zehra'nın elini tutmuştu. Zehra ona bir şans daha versem mi acaba diye düşünmeye başlamıştı. Bu yüzden Berkay apartmanın önünde kendisini öpmeye başlayınca karşılık verdi. Komşuları umursamıyordu. Yarın uyanınca bundan pişman olacağını, kapının önünde öpüştüğü için kendisine kızacağını biliyordu. Birden telefonu çaldı. Berkay'dan ayrıldı:
''Boş ver, bakma! '' dedi Berkay.
''Olmaz! Yeni bir cinayet olabilir. Bu saatte aranıyorsam, normal bir şey için aranmıyorumdur.'' Zehra telefonunu çantasında bayağı uzun aradı. Telefon çalmaya devam ediyordu. Tanımadığı bir numaradan aranıyordu.
''Alo! ''
''Sen ne yaptığını zannediyorsun? '' dedi öfkeli bir ses.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL