Cinayet Masasında çalışan Başkomiser Zehra kendine Prens diyen bir seri katili yakalamak için ekibiyle birlikte sıkı bir şekilde çalışmaktadır. Prens'in öldürdüğü kadınlar Zehra'ya çok benzemektedir....
‘’Kişisel alma; bunu yapmalıydım. ‘’ dedim. Kapıyı arkamdan çekerken, eldivenli olduğum için hiç parmak izi bırakmadım. Bunu bilmek beni cüretkarlaştırıyordu. Onu, ilk işimi gizli mabedime koymam artık imkansız gibi görünüyordu. Ben; Prens, ölümün sınırında bulunmuş, onun canını alanla yüzleşmiştim. Bu da şimdilik bana yeterdi. Bembeyaz, narin bir boynu, söğüt ağacına benzer bir kokusu vardı. Bunu duymak için çok yakınında olmaya da gerek yoktu. Çoğunlukla kokusunu maskeleyecek ağır parfümler kullansa bile, ben onun gerçek kokusunu her zaman alabiliyordum. Aklımdan geçmedi dersem yalan olur. Defalarca düşünmüştüm boynunu kırıvermeyi. Öylesine narin, öylesine ince, uzun bir kuğu gibi zarifti ki! Bunu çok istiyordum. Ama sadece istiyordum. Boynunu kırmak, böyle bir güzelliğe haksızlık olurdu. Düşünüyordum. Ama bir şey yapmıyordum. Bazı zamanlar aklımda planlar kuruyordum. Onu öldürdüğümü hayal ediyor, her bir anını aklımda vizyonlarıyla yaşıyordum. Asla onu gömmek istemiyordum. Böyle bir güzelliğin toprak altında saklanması da haksızlık olurdu. Sonra hayallere gömülüyordum. Büyük bir depo satın aldığımı ve orayı müze gibi bir yere dönüştürdüğümü düşünüyordum. Onu camdan yapılmış bir tabuta koyup, güzelliğini sadece kendim için sergilediğimi… O hep öyle kalacak; hiç çirkinleşmeyecek, hep güzel, hep zarif ve hep bembeyaz olacak. Fakat kokusu kaybolacak. Ölümün buz gibi kaftanı; kendi ürkütücü, zehirli kokusunu zerrelerine gömerken kızın kendine ait olduğunu ilan edecekti. Bedeni duvarlarımın içinde de olsa, kız asla tam olarak benim değil, aynı zamanda ölümün de olacaktı. Bunu bilmek beni sinirlendirse de, yapabileceğim bir şey olmadığı için bir hak iddia edemiyordum. Bu hayali kurmaktan vazgeçemiyordum. Eğer o bir şekilde benim olacaksa; onu, bana bunu sağlayacak olan ölümle paylaşmaya hazırdım. Bu düşüncelerimden haberdar olunsaydı, akıl hastanesine tıkılacağım kesindi. Fakat henüz bir şey yapmamıştım. Kimseyi öldürmemiştim. Çocukken sayısını hatırlayamadığım kadar hayvan öldürmüşlüğüm vardı. Fakat bunun bir zararı yoktu. Her gün bir yığın hayvana araba çarpıyor ya da birçoğu hastalanıp ölüyordu. Durmadan ürüyorlardı zaten. Herhalde onları öldürdüm diye içeri girecek değildim. Nihayetinde insan değillerdi. Ben sadece ölüm anını merak ediyordum. O son anda ruh çıkıyor ve hayvanlar oyuncaklara dönüşüveriyorlardı. Bunu görmek hoşuma gidiyordu. Ölüm katılığı mucizevi bir şeydi. Fakat insan öldürmeyi daha çok merak ediyordum. Bir kez çok yakınlaştığımı hissetmiştim. Oturduğum apartmanda yaşamıştım bu duyguyu. Çok yaşlıydı. Doksan bir yaşındaydı. Karşımdaki koltukta oturuyordu. Aramızdaki sehpanın üzerindeki kalın kristal vazoyu kafasına bir kez vurmam yeterliydi. Yaşlı ve incelmiş kafası ceviz gibi kırılıverecek, gözlerimin önünde kana karışarak muhteşem bir havai fişek gibi patlayacaktı. O anda gözlerinin içine bakacaktım. Başının acısından önce şaşkınlığı yansıyacaktı gözlerine. Ben utanarak mahcup bir şekilde gülümseyecektim. Soğukkanlı bir katil gibi davranmak için acemiydim. Elim… Elim nasıl da uyuşmuştu. Sanki gizli bir güçle vazoya doğru çekiliyordu elim. Ateş gibi yanıyordu. Biliyordum ki; onu rahatlatmanın tek yolu o vazoyu elime almaktı. Apartman görevlisi zili çalmasaydı, bunu denemiş olacaktım. Ama zil çaldı ve kadın görevliyi içeriye aldı. Çöpü kendisi taşıyamıyordu. Ben de izin isteyip çıktım. Görevli beni görmüştü çünkü. Artık hayallerimi gerçekleştiremezdim. Yaşlı bir kadını öldürmek beni asla tatmin etmeyecekti, biliyordum. Ama onu öldürdüğüm hayvanlardan farklı görmüyordum. Zaten fazla bir ömrü kalmamıştı. Artriti, romatizması, böbrek rahatsızlığı vardı. Ona iyilik bile yapmış olacaktım. Bazı insanların görevleri de buydu. Böyle bir deneyde kullanılmak, onurlu bir ölüm olacaktı yaşlı kadın için. Evde tek başına ölmesinden daha iyiydi kesinlikle. Kendi fikri alınsaydı; her aklı başında insan gibi, bu ölümü anlayışla karşılayacaktı. 91 yaşında bir kadına da bu yakışırdı. Benim yaşamla ölüm arasındaki o incecik çizgiyi izlerken alacağım haz, hayatı boyunca yaramadığı kadar işe yaramasına sebep olacaktı. Belki de kendi yaşadığım çevreden birisini öldürmem kötü bir fikirdi. Böyle durumlarda maktulün çevresi iyice araştırılırdı. Zaten benim arzuladığım genç ve güzel bir kadını öldürmekti. Bir gün; tamamen tesadüfen, istediğim gibi bir depo buldum. Giriş katının altında çok geniş bir mahzeni de vardı. Giriş katı da çok büyüktü ve birbiri içinden geçilen bölmelerle, en arka taraftan, duvarın içindeki bir gizli kapıdan mahzene iniliyordu. Fiyatı da çok uygundu, çünkü sahibi yaşlılıktan ölmüş, mirasçıları depoyu satıp parayı bölüşmek için can atan açgözlü, mal değeri bilmeyen dört nankör evlattı. Uygun dediysem, birçok insana göre çok pahalıydı ama benim param vardı. Hatta çok param vardı. Bundan sonra kendime ait bir dünyam olacaktı. Orayı ilmek ilmek işledim. Sonunda hayallerimin bile ötesinde bir yer yarattım. Mahzenin küçük bir bölümüne, on tane cam tabutu yerleştirebileceğim şekilde, betondan dikdörtgen şeklinde kapalı lahitler yaptım. Böyle işlere, çocukluğumdan beri bir yatkınlığım vardı. Onları ışıltılı gümüş ve altın renklere boyadım. Uyuyan Güzelleri’min elbiselerine göre yerleştirecektim. Tabutları, kırılmaz camdan, dikdörtgen şeklinde internetten yaptırıp ödemeyi zarfla peşin postayla gönderdim. Teslim adresi olarak bir mezarlıkçıyı kullandım. Usta bir makyaj ve kılık değiştirmeyle bu işi de sorunsuz hallettim. Tabutlar, o koskocaman mahzenin içinde oyuncak gibi kalmışlardı. Zamanla deneyim kazandığımda işi büyütecektim. Ama şimdilik on tane… Birisini en başa koymuştum. Diğerleri üçerli üç sıra halinde duruyordu. İlk işim özel olacağından Onu en başta ve tek sergileyecektim. Önce birkaç gün uyuşturup muhafaza edecektim. Kokusu tamamen uçup gitmeden önce misafirim olacaktı. Sonra mumyalayıp camdan yatağına yatıracaktım prensesimi. Ben de Onun prensi olacaktım. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Planladığım gibi bir deneyim yaşayamadım. Bir anda, bir şey oldu. Orada öylece duruyordu ve gözüm ağır bronz heykele takıldı. Birden zaman hızlandı. Olanları olmadan önce gördüm ve yaşadım. Muhteşem bir duyguydu bu! Kanım, önce kokusuyla burnuma ulaşırken, yoğunlaşıp bütün bedenimde bomba gibi patladı. Yüzüm ve tüm vücudum zonkluyordu. Bakışlarımı fark etti. Anlamış olmalıydı. Hızla heykeli alıp tüm gücümle başına indirdim. Kırılan kafatasının sesi, beni acayip şekilde heyecanlandırmıştı. Fışkıran kan duvarlara sıçrayıp başından yüzüne doğru süzülürken titreyerek izledim. Yine de son anlarını gördüm ve bana şaşkın şaşkın baktığında, tahmin ettiğim gibi; utanarak kızarıp gülümsedim. Ne de olsa bunu benden beklemiyordu. Yani Onu öldürmemi… Nedenini anlayamamış, gözleri iyice irileşmişti. Küçük bir çığlık attı ama araba gürültülerinin arasında kaybolan bir çığlıktı bu. Kimse duymadı. Tutunmak ister gibi ellerini bana doğru uzattı ama geri çekildim. Bana dokunup DNA’ mi almasını istemezdim elbette. ‘’Kişisel alma; bunu yapmalıydım! ‘’ dedim.
ZEHRA
Zehra alarmı beşinci kez erteledi. Hafta içi her sabah bunu yapıyordu. Alarmı, özellikle uyanması gereken saatten yarım saat öncesine ayarlıyordu. Bir anda kalkmak onun hiç sevmediği bir şeydi. Son yarım saati parçalara bölen alarmlar kuruyordu. Beş dakika bile olsa, biraz daha uyuyacağını bilmek iyi geliyordu genç kadına. Son beş dakikanın bittiğini ilan eden alarm tekrar çalmaya başladığında söylenerek yatakta doğruldu. Gerinirken fark etti camlara şiddetle çarpan yağmuru. Belli ki, geceden beri yağmaya devam etmişti. Güzel bir gün olacağının işaretiydi bu. Sabahlığını giyip hole çıktığında, kedisi Piştov mırıldanarak ayaklarına dolandı. Maması bitmiş olmalıydı. Zehra yüzünü bile yıkamadan onu doyurdu. Önceliği kediydi. Onunla aralarında saygıdan sevgiye, efendilikten köleliğe, değişik bir ilişki vardı. Piştov, kesinlikle evin sahibi konumundaydı. Buzdolabından çıkarttığı mamadan, temiz bir tabağa koyup kirli tabağı bulaşık makinesine yerleştirdi. Yemeğe gömülen Tekir kedinin her daim havada duran sert kuyruğunu okşayıp suyunu da değiştirdikten sonra banyoya gitti. Çabucak bir duş alıp saçını kuruttu. ‘‘İyi ki şu jean pantolonlar var. Yoksa her sabah ne giyeceğim diye düşünmekten mutlaka gecikirdim. ’’ diye mırıldandı. Kendisiyle konuşmayı severdi. Uzun kumral saçlarını tam kurumadan tarayıp tepesinde bir topuz halinde topladı. Lacivert jean ve uçuk mavi bir kazak, yağmurluk ve ona uygun kareli yağmur çizmelerini giyerek evden çıktı. Saat 07.50’yi gösteriyordu. On dakika sonra işyerinde olması gerekiyordu. Oysa daha arabaya bile binmemişti. Bir türlü işe zamanında gitmeyi beceremiyordu. Kuralları sevmiyordu. Fakat amirleri bu konuda sinir bozucu derecede sıkıydılar. Toplantılarda, zamanında gelmekle ilgili yapılan ihtarlarda kendine bakılması adet olmuştu. Ne kadar çabalasa da, en az beş-on dakika geç kalmaktan kendini alıkoyamıyordu Zehra. Cinayet masasında çalışıyordu. Geç saatlere kadar çalıştıkları günler oluyordu. Öyle günlerde, ertesi sabah sekizde işe gitmeyi mantıksız buluyordu genç kadın. İki saat geç gitse ne olurdu ki? Masada bir sürü insan vardı zaten. İki kişi geç gitti diye işler karışacak değildi. Fakat kalın kafalı adamlarla çalışıyordu. Asla eğilip bükülmezlerdi. Cahilane fikirleri vardı. Zehra büroya girdiğinde sekizi çeyrek geçiyordu. Kapıdaki memur bıyık altından güldü. ‘‘Boş beyin! ’’ dedi dişlerinin arasından. Geç kaldığı için imalı imalı bakmalarına sinir oluyordu. Alt tarafı 15 dakika gecikmişti. Kendini tutamayarak geri döndü. Hala sırıtmaya devam eden adama doğru eğildi. Neredeyse burunları birbirine değecekti. Adam kim bilir kaçıncı olduğu belli olmayan çöreği ağzına tıkıştırırken elinde olmadan geri çekilip şaşkın şaşkın baktı: ‘‘Akşam beşte çıkıp evine gidip camız gibi yayılıyorsun. Bu yüzden 08.00’ de gelmen doğal. Ben dün 12.00’ de gittim. Aptal aptal sırıtmayı kesip kendi işine bak, tamam mı? ’’ dedi. Birkaç adım atmıştı ki, durup arkasına baktı: ‘‘Son zamanlarda göbeğin masa gibi oldu. Poğaçaların yarısı üstüne dökülmüş. Son derece pasaklı görünüyorsun. Bir ay sonra herkesi tartacaklar. Haberin var değil mi? ’’ dedi. Sonra ofise doğru ilerledi. Bu dediği doğruydu. Her altı ayda bir boy ve kiloları ölçülüyor, belli bir oranın üzerinde olanların isimleri yayınlanıyor, yaya devriye olarak görevlendiriliyorlardı. Bu şekilde rezil olmayı elbette kimse istemezdi. İnsan haklarına aykırı olan bu uygulamaya karşı çıkmayı düşünen yoktu. Zaten teşkilat olarak her zaman hakları çiğneniyordu. Ne çalışma saatleri normaldi ne aldıkları para hak ettikleri kadardı ne de meslek içi hakları normaldi. Ofisin kapısında elinde çay tepsisiyle çaycıları Ali çıktı karşısına. ‘‘Günaydın! ’’dedi gülümseyerek. ‘‘Günaydın Ali. Ne haber? ’’ ‘‘Sağol abla. Kahvaltı yapacak mısın? ’’ ‘‘Evet, yapacağım. Evde kahvaltı yaptığım ne zaman görülmüş? ’’ dedi masasına gidip kendini koltuğuna atarken. Dosyaları çıkartıp masanın üzerine koydu. Çantasını çekmecesine yerleştirdi. O sırada Ali bir tabak yulaflı yoğurt getirdi. ‘‘Aaa Ali, neden zahmet ettin? ’’ dedi Zehra gülümseyerek. ’’Ben alırdım. Sibel yok mu? ’’ ‘‘Ne olacak abla! Feda olsun sana! Sibel abla hala Yamuk Burun cinayetinin peşinde. ’’ dedi Ali. Sibel, Zehra’nın şubedeki en samimi arkadaşıydı. Bir yıldır bir seri katilin peşindelerdi ekip olarak. Yan masadaki Çağla’nın kötü bakışlarla izlediği Ali çay ocağına giderken Zehra da kahvaltısına başladı. Gece çok önemli bir cinayetin failini yakalamışlardı. Üç aydır üzerinde uğraştıkları çok önemli bir dosyaydı bu. İki tane çocuk öldürülmüştü. Katili de hiç kimsenin şüphelenmediği yaşlı komşu çıkmıştı. Ailelerin gelip ağlayarak teşekkür etmeleri aklından çıkmıyordu. Kahvaltısını yaparken bilgisayardan gazetelere göz attı. Telefonu çaldı. ‘‘Odama gel! ’’ dedi baş komiser. ‘‘Öküz! ’’dedi içinden Zehra. Bu adamın bir gün kibar davrandığını görecek miydi acaba? Önünden geçerken aynadan, Çağla’nın kendini süzdüğünü gördü. Çağla iki ay önce doğum yapmıştı ve hala kilo verememişti. Kıskançlık dolu bakışlarını görünce canı sıkıldı Zehra’nın. Bu kızın adam olacağı yoktu. Başkomiserin odasına girdiğinde Talat, Ziya ve Aykut da oradaydılar. ‘‘Otur.’’ dedi baş komiser. ‘’ Tukacı’da bir ceset bulunmuş. Kendi evinde, başına bir heykelle aldığı darbeden dolayı ölmüş. 28 yaşında bir kadın. Babası Cumhuriyet Savcısı Üstün YILDIRIM. Müdür bey bu işi bir an önce çözmemizi istiyor. Dördünüzü görevlendiriyorum. Olay Yeri İnceleme ekipleri delilleri toplamış. Ceset de morga teslim edilmiş. Mıntıka karakolunu aradım. Olay yerine ilk ulaşan onlar zaten. Bugün ve yarın; iki gün daha evdeki korumayı devam ettirecekler. Bunu özellikle istedim. Belki gözden kaçan bir şeyler vardır. İş ciddi, siz de gidip bir göz atın. Fazladan sekiz göz… Bu işi sabah Zafer’in ekibine vermiştim. Ama onların ilgilendiği Saat Cinayetlerine yenisi eklendiği için size devrediyorum. Dosyası da bu. Bilgileri yardımcısı Hasan’dan alabilirsiniz. Hemen işe koyulun. ’’ dedi. Zehra baş komiserin uzattığı dosyayı alıp Talat ve Ziya’ya baktı. Masanın en sinir bozucu, güvenilmez iki dedektifiydiler. Olayı kendileri çözmek için bilgi bile saklarlardı. Ama yapacak bir şey yoktu; baş komiser çok sinirli görünüyordu. İtiraz etmeye kalksa fırça yiyeceği kesindi. Sabah sabah onu çekemezdi Zehra. Odadan çıkarken Aykut’a: ‘‘Montumu alıp çıkıyorum. Mavi arabayı al. ’’dedi. Talat ve Ziya’nın dik dik kendisine baktıklarının farkındaydı. Eğer en baştan el koymazsa, otorite kuramazdı. Ne yazık ki; hala ülkede kadın amirlere karşı bir hoşnutsuzluk vardı. Montunu alıp yarısı dolu tabağını çay ocağına bıraktı. Dışarıya çıktığında Talat’ın öne oturduğunu görünce dişlerini sıktı. Ekip amiri önde otururdu. Bu şekilde davranmasına izin verirse, daha sonra her işte öne atılır, söz dinlemezdi. Ön kapıyı açtı: ‘‘Talat, ekip amiri benim. Bundan sonra arkada oturursan sevinirim. ’’ dedi soğuk bir şekilde. Talat kıpkırmızı oldu ama ne düşündüyse hiçbir şey söylemeden arkaya geçti. Arabayı Aykut kullanıyordu. Bir kadın olarak teşkilatta ekstra bir efor sarf etmek şarttı. Erkekler çok olmayı güçlü ve haklı olmakla aynı şey zannediyorlardı. ‘‘Önce morga gidelim. Cesedi görmek istiyorum. Daha sonra olay yerine gideriz. ’’ dedi. ‘’Önce olay yerine gitmemiz gerekmez mi? ‘’ dedi Talat. ‘’Olay Yeri İncelemesi yapılmış. Biz yine de gideceğiz ama önce cesedi görüp sonra olay yerini değerlendirmek istiyorum. ‘’ diye cevap verdi. Morg emniyet müdürlüğüne yakındı. On dakika sonra ulaştıklarında, binanın önünde bir hareketlilik olduğunu gördüler. Polis arabaları, birkaç sivil araba park yerini kaplamış, insanlar kapının önünde toplanmışlardı. ‘‘Ziya in sor bakalım ne olmuş? ’’ dedi Zehra. Gereksiz bir kavga ya da yeni bir ceset tesliminde sorun yaşanmıştır diye düşünmüştü. Ziya’nın kapıdaki memura kimliğini gösterip arabayı işaret ettikten sonra, görevli her ne dediyse şaşırarak kendilerine doğru koştuğunu gördüler. Zehra çabucak arabadan indi. ‘‘Ne oldu Ziya? ’’ dedi merakla. ‘‘Cesedi çalmışlar.’’ ‘‘Anlamadım, ne? ’’ ‘‘Cesedi çalmışlar.’’ ‘‘Onu duydum yani kim çalmış? Nasıl? Belli mi? ’’ derken hızlı adımlarla görevlinin yanına gidip kimliğini gösterdi. ‘‘Merhaba. Komiser Zehra. Arkadaşım cesedin çalındığını söyledi. Savcı beyin kızının cesedi mi çalınan? Tülin Yıldırım’ın… ’’ ‘‘Evet efendim. Babası tekrar görmeye gelmişti. O sırada anladık. ’’ ‘‘Babası mı? Neden? ’’ ‘‘Sanırım otopsiden önce tekrar görmek istemiş. ’’ dedi görevli. ‘‘Otopsi de yapılmadı tabii. ’’ dedi Zehra yüzünü buruşturarak. ‘‘Sabah yapılacaktı. ’’ ‘’Nöbetçi doktor yok muydu? Neden gece yapmadılar? ‘’ dedi Zehra sıkıntıyla. Savcı sinirden kudurmuş olmalıydı. ‘’Gece gelen cesetlerin otopsisi sabah yapılıyor memur hanım. Personel azlığından dolayı şu sıra biraz sıkışığız. ‘’ O sırada yanlarına gelen Talat: ‘’İşler bol herhalde bu sıra. Malzemesiz değilsiniz. ‘’ dedi bir kahkaha atarak. Zehra ona ters bir bakış attı. ‘‘Kameralarda bir şey çıkmadı mı peki? ’’ ‘‘Kameralar kapalıymış.’’ ‘‘Adli Tıp’ın kameraları kapalı mıymış? ’’ dedi Zehra biraz da yüksek bir sesle. ‘‘Abla, müstahdemlerden birisi kayıp. Bu işi onun yaptığını, öncesinde de kameraları kapattığını düşünüyoruz. ’’ ‘‘Müstahdem neden bu cesedi çalsın ki? ’’ ‘‘Bilmiyoruz abla. Ama görevinin başında yok. Oysa sabah altıda gelmişti. Telefonu kapalı. Evinde de yok. Kamera odasındaki arkadaşı sigara içmesi için dışarıya yollamış. Güvenlikçi geri geldiğinde oda boş, kameralar da kapalıymış. Acil bir işi çıktığını, kameraların da arıza yaptığını düşünmüş. Savcı bey cesedi görmek isteyene kadar yokluğunu fark etmedik. Adli Tıp’a ait araçlardan birisini de almış. ’’ ‘’Abla değil, karşındaki komiser. ‘’ dedi Aykut. ‘’Özür dilerim komiserim. ‘’ ‘‘Nasıl bir adam bu müstahdem? Yani daha önceden bir rahatsızlığınız var mıydı kendisinden?‘’ ‘‘Sessiz, kendi halinde bir adamdı. Yani öyledir. Geçen yıl karısı boşadıktan sonra içine kapandı. Kimseyle görüşmezdi. Zaten bütün vaktini bahis oynayarak geçirirdi.’’ ‘‘Neden boşandı karısı? ‘’ ‘’Çocukları olmuyordu. Kusur bundaymış. Karısı da yeter artık demiş. ‘’ ‘’Savcı bey ne yaptı? ’’ ‘‘Bir görseydin abla! Özür dilerim komiser abi ay şey komiserim diyecektim! Yarım saat önce gelseydiniz, görürdünüz. Burayı birbirine kattı. Müstahdemin evine de baktılar, birkaç akrabasının evine de baktılar ama yok. Eski karısının bile evine bir ekip gitti, hiçbir yerde bulamadılar. ’’ Zehra teşekkür ederek arabaya doğru yürürken baş komiseri arayıp bilgilendirdi. ‘’İşte şimdi sıçtık. ‘’ dedi baş komiser. ‘’Beni bu Üstün pezevengiyle karşı karşıya getirmeyin, hemen bulun o gavatı! Nereye gitmiş olabilir bir ceset ve adli tıp arabasıyla? ‘’ diye gürledi. ‘’Hemen bulunmuş! Kim bilir nereye gitti? Kameralar kapalı, üzerinde çip var sanki. ‘’ diye söylendi Zehra. Arabaya binip emniyet kemerini takarken: ‘’Bu adamı bir an önce bulmamız gerekiyor. Savcının yanına gidelim; müstahdemi tanıyor mu öğrenelim. Belki bir ipucu yakalarız. Adam cesedi çaldığına göre, bir şekilde bağlantıları olmalı. ‘’ ‘‘Kızı savcının bir düşmanı öldürmüş olmalı. ’’ dedi Talat ukala bir tavırla. ‘’ Kim bilir kimleri suçlayıp hayatlarını mahvetti. Bu tipleri iyi tanırım. ‘’ ‘‘Olabilir. Savcı beyin pürüzlü bir davası var mı kontrol edeceğiz. Şimdi barut küpüdür. Ama görüşmemiz şart. İnsanın kızının öldürülmesi zaten berbat bir durum, üstüne üstlük cesedi de çalınmış. Bir ceset niye çalınır ki? ’’ ‘‘Demek ki bizim savcı adamı fena kızdırmış. ’’ dedi Talat. ‘‘Hangi adam? ’’ dedi Ziya. ‘‘İşte işine çomak soktuğu adam. ’’ dedi Talat cinayeti çözmüş gibi. ‘‘Kızda DNA kalmış olabilir. Belki de bu yüzden cesedi kaçırdılar. Ya da psikolojik sorunları olan bir tip, takıntıları yüzünden kaçırmıştır. ’’ dedi Zehra güneş gözlüğünü takarken. ‘‘Sence katil müstahdem mi yani? ’’ dedi Aykut Zehra’nın sözünü keserek. ‘‘Durun bakalım, birini suçlamak için çok erken. Elimizde hiçbir şey yok. Babasının bir düşmanı da olabilir, eski ve kıskanç bir sevgili de… Müstahdem bu işi para için yapmış da olabilir. Kızın işyerinden birisi de olabilir. Önce soruşturmamızı yapalım. Sonrasında izleyeceğimiz yol ortaya çıkacaktır. Adliyeye gidelim. ’’ dedi Zehra şoför koltuğundaki Aykut’a. ‘’Olay yerine sonra mı gideriz? ‘’ ‘’Öyle yapacağız. Zafer’in ekibi kapsamlı bir inceleme yapmış. Rapora göz attım. Biz önce bir Savcıya uğrayalım. Bakalım soruşturma kapsamında işimizi kolaylaştıracak mı? Ne biliyor, kimden şüpheleniyor? Bakarsın; katili elimizle koymuş gibi bulabileceğimiz bir bilgiye sahiptir.‘’ dedi Zehra. ‘‘Ayrılıp kapsamlı bir sorgu yapsak daha iyi olmaz mı? ’’ dedi Talat oturduğu yerde gerilerek. Zehra arkasına baktı. ‘‘Bir şeyi açıklığa kavuşturalım; bu bir ekip çalışması. Bu işi birlikte çözeceğiz. Kimse kendi başına iş yapmayacak. Bu bir yarışma değil. Birbirimizden bilgi saklayıp kendimizi öne çıkarmaya çalışırsak fena çuvallarız. Savcı hepimizin yuvasını yapar. Gerektiği yerde ayrılıp çalışacağız zaten ama bunu planlı yapacağız. Şahsi hırslarımızı bir kenara bırakacağız. Eğer bir kaçak yakalarsam, kimden kaynaklandıysa onu soruşturma dışı bırakırım. Anlaştık mı? ’’ Aykut dışında cevap veren olmadı. Zehra tekrar arkasını döndü: ‘‘Arkadaşlar, bana sorun çıkartacaksanız ya da burada olmak istemiyorsanız söyleyin. Bir kadından emir almaktan zorlanacak kadar geri kafalıysanız, hemen baş komiseri arayayım, sizin yerinize başkalarını versin. Böyle bir soruşturmada çalışmak isteyen bir yığın memur var.’’ dedi. ‘‘Sorun yok. ’’dedi Talat. Zehra Ziya’ya baktı. O da: ‘‘Sorun yok. ’’ dedi. ‘‘Arabada sigara içmek yok. ’’ dedi Talat’ın cebinden paketi çıkarttığını gören Zehra. Adliyeye gelmişlerdi. Kapıdaki polise kimliklerini gösterip içeriye girdiler. İkinci kata çıkıp savcının odasını buldular. Zehra sarışın, kırklı yaşlarda kısa boylu, hayli zayıf sekretere yaklaştı: ‘‘Merhaba. Komiser Zehra. Savcı bey yerinde mi? ’’ dedi. Kadın cevap vermeden önce suratsız bir ifadeyle aşağıdan yukarıya doğru süzdü Zehra’yı. ‘‘Niçin arıyordunuz? ’’ ‘‘Bir soruşturma kapsamında görüşeceğiz. ’’ ‘‘Savcı bey şu anda çok sinirli. Önemli değilse, isterseniz daha sonra… ’’ ‘‘Hanımefendi, Cinayet Masası’ndan geliyoruz. Kızının soruşturması için. Derhal haber verin.’’ dedi Zehra gayet sert bir şekilde. Kadın hemen kalkıp odaya girdi. Zehra: ‘’Bu tarz yerlerde insanların üzerine bir mutsuzluk çöküyor galiba. İki karış surat, kabalık… Sanki hayattan bezmiş. Yaşanılan olayların ve suçun ağırlığı tüm binaya, dolayısıyla da insanların üzerine Işıl gibi yağıyor sanıyorum. ‘’ dedi sanki kendi kendine düşünür gibi. Kadın odadan çıkıp: ‘‘Buyurun, savcım sizi bekliyor. ’’ dedi. Zehra içeriye girmeden önce telsizi kapattı. Savcıyı daha önce birkaç kez görmüştü. Uzun, ince, orta yaşlı bir adamdı. Gözlerinin altı mosmordu. Belli ki çok asabi bir adamdı. Savcı oturmalarını işaret etti. ‘‘Size sabır diliyorum. ’’ dedi öncelikle Zehra. Böyle durumlarda ne söylenirse söylensin karşıdakinin acısı hafifleyecek değildi. Gereksiz teselli sözleriyle sinir bozmamanın en doğru yolu, kısa kesmekti. ‘‘Teşekkür ederim. ’’ dedi savcı kısık bir sesle. Anlaşılan Morg’ta fazlasıyla bağırmıştı. Bir gecede çökmüş gibi bir hali vardı. Gece hiç uyumamış gibi görünüyordu. Belki de konuşmak için uygun bir zaman değildi. Bunu düşünen Zehra konuya girdi: ‘‘Morgtan geliyoruz. Bir an önce soruşturmaya başlamak istiyorum. Öncelikle sizinle görüşmek istedim. Fakat eğer uygun değilseniz daha sonra da gelebiliriz. ’’ ‘‘Hayır. Baş komiserden sizi özellikle ben istedim Zehra Hanım. Diğer işlerdeki başarılarınızdan haberim var. Ne istiyorsanız sorun. Bu işi bir an önce sonlandırmanızı istiyorum. Gereken her neyse yapılacaktır. ’’ ‘‘Şüphelendiğiniz birisi var mı sayın savcım? ’’ ‘‘Hayır. Olsa zaten şimdiye kadar söylerdim.’’ ‘‘Son zamanlarda size kin duyan birileri oldu mu? ’’ Savcı üzüntüsüne rağmen hafifçe gülümsedi. Acı bir tebessümdü bu. ‘‘Bir savcı olarak girdiğim her dava için bunu söyleyebilirim. ’’ Zehra da kibarca tebessüm etti. ‘‘Haklısınız. Kanun insanlarının yaşadığı ortak bir sıkıntı. Peki bunlardan sivrilenler var mıydı? Ya da sizi tehdit edenler? ’’ ‘‘Benim baktığım bir dava yüzünden öldürüldüğünü sanmıyorum. ’’ ‘’Neden peki? ‘’ ‘’Bilmiyorum ama başka bir şey olmalı. ‘’ ‘‘Tülin Hanım çalışıyor muydu? ’’ ‘‘Tülin matematik öğretmeni. Özel Çiçek Okulları’nda çalışıyor. Çalışıyordu yani. ’’ ‘‘Onu en son ne zaman gördünüz? ’’ ‘‘Dün okul çıkışı yanıma gelmişti. Yemeğe eve gel dedim ama arkadaşıyla buluşacağını söyledi. ’’ ‘‘Hangi arkadaşıyla? ’’ ‘‘Onu sormadım. ’’ ‘’Evli miydi? ‘’ ‘’Hayır. Ama kendi evinde yaşıyordu. ‘’ ‘’Morali nasıldı? Ters giden bir şeyler dikkatinizi çekti mi? ‘’ ‘’Çok neşeli görünüyordu. ‘’ ‘‘Telefon kayıtlarına ulaşmam lazım. ’’ dedi Zehra. ‘‘Size hemen izin çıkarttırırım. Herhangi birisi için dinleme gerekirse de, hakim arkadaşı ararım, aynı gün hallederiz. ’’ dedi savcı ayağa kalkan Zehra’ya bakarak. ’’ Olayın olduğu yer de kendi eviydi. Her türlü araştırmanızı yapın. Gereken izinler konusunda hiç düşünmeyin. ’’ ‘’Biliyorum; şu an çok kötüdür ama eşinizle de konuşmak isterim. Tabii ne zaman uygun olursa…‘’ dedi Zehra. Savcı’nın yüzü iyice asıldı. ‘’Eşimi on yıl önce kaybettim. Başkasıyla da evlenmedim. ‘’ dedi. ‘’Anlıyorum. ‘’ dedi Zehra. Talat, Ziya ve Aykut önden çıktılar. Zehra bir an duraksadı. ‘‘Savcı bey, morgta çalışan müstahdemi tanır mıydınız? Ya da Tülin tanıyor olabilir miydi? ’’ ‘‘Tülin tanımaz. Ben de morga gittiğimde görüyordum ama bir konuşmamız olmadı. ’’ ‘‘Yani düşündüm de; herhangi bir sebeple morga gittiğinizde onu fırçalamış olabilir misiniz? Adam eşinden ayrılmış ve bunalımdaymış. Böyle durumlarda küçük bir itki bile cinayet sebebi olabilir. ’’ ‘‘Hayır, öyle bir şey olmadı. Fırça yüzünden olacak olsa; girişte sizi karşılayan Melahat ya da Osman yapmış olurdu. Zira ikisi kadar fırçaladığım kimse yok. ’’ ‘‘Osman kim? ’’ ‘‘Osman kalemdeki memurum. Dün Tülin’i evine o götürmüştü. ’’ Zehra bir an durdu. ‘‘Neden? ’’ ‘’Tülin’in arabası tamirdeydi. Osman’a götürmesini söyledim. ‘’ ‘‘O yapmış olabilir mi? ‘’ ‘’Osman mı? Yok canım! Osman mıymıntı, eline toz bulaşsa bin kez yıkayan bir adamdır. Kendi halindedir. Etliye sütlüye karışmaz. Karışmaz derken; dedikoduyu çok sever ama o kadar! ‘’ ‘’Anladım. Onunla da görüşmem lazım. Belki dikkatini çeken bir şey olmuştur. ’’ ‘‘Tabii, Melahat size yardımcı olur. ‘’ dedi kapıyı açarken. ‘’Melahat, Osman’ın odasını göster. ‘’ ‘‘Buyurun. ’’ dedi Melahat tebessüm ederek. Savcının yanında fazlasıyla kibardı. Zehra peşinden gelen Talat’a dönerek: ‘‘Talat sen Tülin’in okuluna gidip arkadaşlarıyla konuş. Ziya sen telefon kayıtlarını hallet. Aykut sen de benimle kal. ’’ dedi.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.