SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
Bölüm 31: Sesli İletişim (M.Ö. 3071) 31.1. Ses Dersi
Sınıfın pencerelerinden sabah güneşi eğri çizgiler halinde içeri süzülüyor, tebeşir tozlarının arasında parıldıyordu. Çocuklar tahtanın önünde toplanmış, öğretmenlerinin elindeki iki basit bardağa ve ince bir ipe dikkatle bakıyordu.
Yedi yıl önce, Meritre cesur bir bilgindi. Dağlardan fluorit taşları topladı, yıldızları izlemek için teleskoplar yaptı, hatta bir rokete binip uzaya çıktı! Gökyüzünde Nil’in kaynağını aradı, dünyanın yuvarlak mı düz mü olduğunu anlamak için. O tehlikeli görevde, ”Bilgi uğruna her şeye değer,” demişti. Uzaydan döndüğünde, bildiklerini çocuklara öğretmeye karar verdi. ”En büyük macera, çocuklara hayal kurmayı öğretmek,” dedi ve kendini öğretmenliğe adadı.
Öğretmen Meritre, gülümseyerek konuştu:
“Bugün size sesin yolculuğunu göstereceğim. Ses, yalnızca havada değil, katı bir madde boyunca da ilerleyebilir.”
İki bardağın dip kısmına küçük delikler açtı, ipi içlerinden geçirip uçlarını düğümledi. Sonra bardakları iki öğrencisine uzattı.
“Biri buradan konuşsun, diğeri kulağını dayasın. Hazır mısınız?”
Çocukların yüzleri parladı, sınıf gülüşmelerle doldu. Öğretmen devam etti:
“İşte çocuklar, ses titreşimlerle iletilir. İp gerginse, bu titreşimler bir uçtan diğerine taşınır. Bu, belki de gelecekte çok uzak mesafelerde bile konuşabilmenin ilk adımı olabilir.”
Arka sıralarda oturan Khemen ve Lali, birbirlerine baktılar. Lali’nin gözlerinde parlayan bir fikir vardı; Khemen, hafifçe eğilip fısıldadı:
“Bunu evlerimizde de yapabiliriz, biliyor musun?”
Lali gülümsedi, kısık bir sesle cevap verdi:
“Senin odanın penceresinden benim odamın penceresine ip bağlayalım, böylece evden çıkmadan konuşabiliriz.”
Khemen, havaya zıpladı:
“Bu harika bir fikir!”
Dersin sonunda diğer çocuklar defterlerini toplarken, bu ikisi hâlâ sınıfta kaldı. Khemen ipi eline aldı, bardaklara dokundu, sonra gökyüzüne baktı. “Belki bir gün, insanlar şehirler arası konuşur,” dedi.
Lali başını salladı.
“Belki bir gün, yıldızlar arası…”
İkisi de gülüştü.
O anda kimse fark etmedi, ama insanlığın ilk sesli iletişim hayali, o iki çocuğun bakışları arasında doğmuştu.
31.2. İlk Ses Hattı
Güneş batıya eğilmiş, sokaktaki tozlu hava turuncu bir ışıltıya bürünmüştü. Khemen, elinde iki küçük kil bardak ve bir top ince keten ip ile evinin balkonuna çıktı. Karşı balkonda, Lali çoktan görünmüştü; saçlarını iki yandan toplamış, heyecanla el sallıyordu.
Khemen ”Hazır mısın, Lali?” diye seslendi.
Kız gülerek karşılık verdi: ”Hazırım! Öğretmenim görse bizi, kesin ödül verirdi.”
Khemen ipi bardaklardan birine düğümledi, sonra balkon kapısının anahtar deliğinden geçirip sokağın karşısına uzattı. İp, akşam güneşinde gergin bir çizgi gibi parlıyordu. Lali kendi ucundaki bardağı aldı, kulağını dayadı.
“Konuş bakalım!” dedi.
Khemen derin bir nefes aldı, bardaktaki sesi titreyerek fısıldadı:
“Lali, beni duyuyor musun?”
Birkaç kalp atışı kadar sessizlik oldu. Sonra Lali’nin sesi ip boyunca titreşip geldi:
“Duyuyorum Khemen! Sesin burada, yanımda gibi!”
İkisi de gülmeye başladılar. Lali bardaktan konuştu:
“Bu çok sihirli! Sanki ipin içinde küçük periler sesi taşıyor.”
Khemen gözlerini kısmış, ipi inceliyordu.
“Hayır,” dedi merakla, ”periler değil... titreşimler! Ses, ipin içinden yürüyüp sana geliyor.”
O akşam, sokakta kimse fark etmedi ama iki küçük çocuk, dünyanın ilk ses hattını kurmuştu. Bir süre sonra ip, sokakta yürüyen insanların üstünden geçerken, güneşin son ışıklarıyla parlayan bir köprüye benzedi.
“Biliyor musun,” dedi Lali sessizce, ”Hiç bir şey söylemediğin zaman, her şeyi anlatman ne tuhaf. En çok o zaman konuşuyorsun bana.”
Khemen gülümsedi.
“Konuşursam, kelimelerin saklayamayacağı şeyler açığa çıkar. Ama sustuğumda, kalbim doğrudan seninkine dokunuyor.”
O cümle, mutlu bir geleceğin kıvılcımıydı.
31.3. Başbilgin’in Torunlarını Ziyareti
O sabah sarayın avlusundan bir araba ayrıldı. Arabanın arkasında, süslü bir sepetin içinde oyuncaklar vardı: tahtadan bir inek, deriden dikilmiş bir top, saz sapından yapılma küçük bir davul, renkli bezlerle sarılmış bir bebek. Hepsi özenle boyanmış, torunların gülüşlerini görmek için hazırlanmıştı.
Başbilgin Enlil-Hotep, uzun yürüyüş bastonuna dayanarak kızının evine girdiğinde, çocukların sevinç çığlıklarıyla karşılandı.
“Dedem geldi! Dedem geldi!” diye bağırdı Lali’nin küçük kardeşi, çıplak ayaklarıyla tozlu taş zeminde sekiyordu.
Lali, dedesinin eline sarıldı. ”Oyuncak getirdin mi dedeciğim?”
Enlil-Hotep gülümsedi. Sepete uzanıp bir bir çıkardı. ”Bak bakalım neler getirdim.”
Lali’nin gözleri parladı. ”Tahta inek! Bez bebek! Davul da var!”
Kardeşi hemen topu kaptı, ”Ben bunu evin avlusunda sektireceğim!” dedi.
Bir süre hep birlikte güldüler, oynadılar. Enlil-Hotep, torunlarının neşesini izlerken bir ara Lali merakla sordu:
“Dede, Kral'a da oyuncaklarla oynuyor mu?”
Enlil-Hotep kahkaha attı, başını iki yana salladı.
“Evet yavrum, ama kralın oyuncakları pahalı olur. O artık ‘atsız arabalar’ veya ‘dev roketler’ ile oynuyor.”
Lali bir an düşündü, sonra heyecanla koştu.
“Biz de bir oyuncak yaptık! Khemen’le birlikte! Adı... ipli bardak!”
Lali pencereyi açıp karşı komşunun oğluna seslendi:
“Hazır mısın, Khemen? Dedeme merhaba de.”
Lali, bardağın birini dedesinin eline verdi. ”Sen buradan konuş, Khemen diğer evde seni duysun!”
“Merhaba, küçük mucit Khemen. Ben Lali'nin dedesiyim. Beni duyuyor musun?”
Bir anda ip gerildi, bardaktan ince bir ses geldi:
“Duyuyorum amca! Sesin çok yakın, ama evin karşısındasın!”
Enlil-Hotep’in gözleri büyüdü. Bir an konuşmadı. Ardından bastonunu kapıp avluya çıktı, sokak boyunca ipi takip etti. Karşı balkonda Khemen, elinde bardağıyla heyecanla el sallıyordu.
Bilgin gülümserken dudakları titredi.
“Bu... sesin yolculuğu,” diye mırıldandı kendi kendine. ”Titreşimler köprü olarak ip yerine, teldeki elektriği kullansa konuşmalar daha uzağa gider.”
O akşam, Enlil-Hotep kayıtlar salonuna dönerken atsız arabasında hiç konuşmadı. Yalnızca torunlarının kahkahaları ve bardakların arasındaki ince ipin görüntüsü aklında yankılanıyordu. Ve o yankı, ertesi gün sarayın kayıtlar salonunda bir icada dönüşecekti.
31.4. Keşif Kıvılcımı
Ertesi sabah Başbilgin Enlil-Hotep, sarayın kayıtlar salonuna telaşla girdi. Ardından gelen katipler onun adımlarını zar zor yetişiyordu. Gözlerinde, aylar sonra yeniden parlayan o kıvılcım vardı; keşif kıvılcımı.
Taş masanın etrafında bilginler çoktan toplanmıştı: Başmühendis Nefrakaet, doğa filozofu Şuruppak, genç metal ustası Lugalkeşkokpanda ve yeni katip Mardukili. Enlil-Hotep bastonunu yere vurdu.
“Bilginler! Dün torunlarım bana bir oyuncak gösterdi; İpli Bardak adını vermişler. İki bardağı bir ip ile bağlamışlardı. Sesim o ipten sokağın karşısına yürüyüp komşu evdeki diğer bardağa ulaştı!”
Salonda bir uğultu yayıldı. Nefrakaet kaşlarını kaldırdı. “Yani... sesi bir ip taşıdı. Ses titreşimleri ipi titretti. Karşı tarafta ipin titreşimleri tekrar sese dönüştü.”
Şuruppak ellerini ovuşturdu. ”Titreşim…” dedi düşünceli bir sesle. ”Belki de tüm sesler yalnızca titreşen havanın yankısıdır.”
Enlil-Hotep başını salladı. ”Aynen öyle! Fakat ip şart değil. Eğer o titreşimleri havadan alıp başka bir şeye çevirebilirsek… sesi taşımamız için artık ip gerekmez. Titreşimler köprü olarak ip yerine, teldeki elektriği kullansa daha uzağa gider.”
Genç metal ustası Lugalkeşkokpanda hemen not almaya başladı.
“Efendim, o halde havadaki titreşimi yakalayan bir yüzey gerekir. İnce, esnek bir zardan yapılmış bir yüzey… davul derisi gibi. Bu zarın titreşmesini elektrik sinyaline dönüştürülebilirsek...”
Nefrakaet parmağını masaya vurdu. “Tersini de düşünelim. Elektriksel titreşiminin gücünü kullanıp zarı titreştirmeliyiz. Zar havayı titreştirir. Böylece sesi duyabiliriz.”
“Evet,” dedi Enlil-Hotep, ”Davul derisi bize örnek olur. Davul sesi titreşimi dışarı taşır. Biz de sesi yakalayacak bir davul yapmalıyız. Tersine çevrilmiş bir davul da yapmalıyız. Ağız ve kulak gibi. Biri verici diğeri alıcı...”
Şuruppak’ın gözleri parladı.
“Yani sesi alacak bir zar! O zarın arkasına mıknatıs üzerine ince sargılı tel yerleştirirsek, titreşimleri akıma dönüştürebiliriz. Nehrin akıntısıyla dönen mıknatıslı tellere bağlı çarklar gibi...”
Lugalkeşkokpanda heyecanla ayağa kalktı.
“Eğer bu akımı uzaktaki başka bir zarla buluşturursak, o zar da titreşir! Böylece orada aynı ses çıkar!”
Salonda derin bir sessizlik oldu. Herkes birbirine baktı. Nefrakaet yavaşça konuştu:
“Yani bir zarda başlayan ses, başka bir zarda yeniden doğacak…”
Enlil-Hotep bastonunu kaldırıp yüksek sesle söyledi:
“İşte bu! İki zar, bir köprü! Biri dinler, biri söyler!”
Katip Mardukili defterine not düşüyordu:
“Bugün, kayıtlar salonunda sesin doğasına dair büyük bir kavrayış doğdu. Aşağıda, oturumda dile gelen fikirlerin özeti yer almaktadır: İpli Bardak Deneyi, Titreşim Üzerine Görüşler, Zar Kuramı. Sonuç: Ses, bir zarda başlar, diğer zarda yeniden doğar.”
Enlil-Hotep gülümseyerek ”Bu düzeneğe 'Ses Köprüsü' adı öneriyorum” dedi,
Bilginler hemen işe koyuldular. Lugalkeşkokpanda ince hayvan zarlarını gergin çerçevelere germeye başladı. Şuruppak bakır telleri dövdü, Nefrakaet küçük mıknatıs halkaları getirdi. O gece, sarayın laboratuvarında ilk mikrofonun ve hoparlörün ilkel hâli doğmaya başlamıştı.
31.5. Dört Farklı Tasarım
Haftalar sonra Kayıtlar Salonu yine doluydu. Ancak bu kez, masanın üzerindeki düzenekler bambaşkaydı. Pirinç kaselere gerilmiş balık derileri, ince bakır tellerle sarılmış küçük mıknatıs halkaları, amber tozuna bulanmış zarlar ve cam kavanozların üstüne gerilmiş keçi derileri… Sanki bir çocuğun oyuncak kutusunu andıran bu masada, insanlığın ilk “kulakları” doğmak üzereydi.
Başbilgin Enlil-Hotep gözlerini kaldırıp bilginlere baktı.
“Geçen toplantıda görünmez dalgaları konuştuk. Ama dalga yaratmak kadar, onu duymak da bir mesele. Kral’ın sesi önce bir yere girmeli, orada elektriğe dönüşmeli ki, o görünmez dalgalara binebilsin. İşte bu, bugünkü görevimizdir: sesi elektriğe dönüştürmek.”
Bilgin Nefrakaet, kara bir madeni gösterdi:
“Ben kömürle çalıştım. Bastığımızda çıtırdar, sürttüğümüzde ısınır. Basınçla direnci değişiyor. Belki sesin basıncını da elektriğe çevirebilir. Adını ‘Kömür Kulağı’ koydum.”
Şuruppak, bakır tel sargılarının ortasındaki ince zarı gösterdi:
“Benimkinde mıknatıs var. Zar titreştiğinde bobin de titreşiyor, akım doğuyor. Adını ‘Mıknatıs Kulağı’ koydum.”
Gılgameş, içi boş bir kavanozu kaldırdı.
“Ben havayı dinledim. Cin kavanozuna zar gerip altına iki metal levha koydum. Titreşimle metal levhaların aralarındaki mesafe de titreşiyor. Belki ses titreşimi orada yakalanır. Adına ‘Cin Kulağı’ koydum.”
Son olarak Lugalkeşkokpanda, elinde parlayan küçük bir taşla konuştu:
“Kristallerin içi sessiz görünür, ama onlara elektrik verirsek titreşir. Titreştiğinde de elektrik verir. Bu taş, sesle elektrik üretiyor. Bu da ‘Kristal Kulağı’.”
Enlil-Hotep: ”Lugalkeşkokpanda, kristalin titreşince elektrik ürettiğini nereden biliyorsun? Daha önce böyle bir şey duymamıştım.”
Lugalkeşkokpanda (gülümser): ”Bir gün maden ocağında yeni cevherler keşfetmeye çalışıyordum. Önümde küçük, şeffaf bir taş vardı. Soğuktu… ama sanki içinden bir nabız geçiyordu. Taşı dişlerimin arasına aldım. O anda dilimin ucunda bir kıvılcım hissettim. Metal bir çubukla vurduğumda karanlıkta taşın ucundan mavi bir çizgi geçtiğini gördüm. O zaman anladım, bu taş basıncı elektriğe dönüştürüyordu. Atölyeye getirip elektrik verdiğimde titreşti.”
Enlil-Hotep (şaşkınlıkla): ”Yani bu taş, hem kulak hem de dil gibi davranıyor… Titreşimi duyup karşılık veriyor.”
Lugalkeşkokpanda: ”Evet. Sonra iki kristali birbirine bağladım, seri bağlayınca güçlendi.”
Bilginler sırayla düzeneklerini denemek için harekete geçti. Enlil-Hotep kulağını hoparlöre dayadı. O an herkes sustu. Şuruppak mikrofondan "Merhaba" diye bağırdı. İlk önce Kömür Kulağı cızırtılı zayıf bir ses verdi; sonra Mıknatıs Kulağı’ndan zor duyulan boğuk bir tını geldi. Cin Kulağı sönük hafif bir fısıltı gibi konuştu, Kristal Kulağı ise çok kısık fakat berrak bir ses çıkardı.
Ve Enlil-Hotep mırıldandı:
“Artık taş bile konuşabiliyor ama sadece fısıldıyor. Hepsinden sönük çelimsiz sesler geliyor. İnsanlara duyuracak kadar güçlü değil. Güçlendirmek için bir yolunu bulmamız gerek.”
31.6. Gece Atölyesi
Kayıtlar Salonu'nun lambaları birer birer söndü. Bilginler yorgun adımlarla ayrıldılar. Nefrakaet omuzlarını ovuşturarak, "Yarın devam ederiz," dedi. Şuruppak defterini kapadı. Lugalkeşkokpanda aletlerini topladı. Salon boşalırken, Başbilgin Enlil-Hotep masanın başında kaldı. Gözleri masadaki düzeneklere sabitlendi: kömür kulakları, mıknatıs sargıları, kristal parçalar. Sessizlikte kendi mırıltısını duydu: "Sönük, çelimsiz. Güçlendirmek gerek."
Diğerleri dinlenmeye çekildi, ama Enlil-Hotep'in zihni durmadı. Lambayı yeniden yaktı. Atölyenin taş duvarları turuncu ışıltıyla doldu. Tek başına kaldı. Elleri titremese de, heyecanı kalbinin atışlarında gizliydi. Masaya yayılmış bakır telleri, mıknatıs halkalarını ve kristal parçalarını inceledi. Kristal Kulağı'nı eline aldı. Lugalkeşkokpanda'nın şeffaf taşı, ses titreşimlerini zayıf bir akıma dönüştürüyordu. Ancak akım o kadar cılızdı ki, karşıdaki zarı ancak fısıldatıyordu.
"Bu elektriği büyütmeliyim," diye düşündü. Nehir kenarındaki mıknatıs deneylerini hatırladı. Bir mıknatısın etrafına tel sarıp elektrik geçirince, yakındaki başka bir tele etki ediyordu. Bu, manyetik bir alan sayesinde oluyordu. Elektrik bir tel yumağında dolaşırsa, yarattığı manyetik dalga komşu tel yumağını sallayabilirdi. "Ama tel yumağı farklı olursa ne olur?" diye mırıldandı. Küçük bir tel yumağı zayıf elektriği alır ve manyetik alan yaratır. İkinci yumağı daha çok tel sarılı olursa, büyük yumağı, içindeki elektrik daha güçlü olurdu. Elektrik gücü artınca, deri parçası daha kuvvetli sallanırdı.
Hemen denemeye koyuldu. Kristalden gelen zayıf elektriği küçük bir bakır tel yumağına bağladı. Bu yumağın teli, mıknatısın etrafına sadece on kez sarılmıştı. Bu, ilk yumağı olacaktı. Yanına daha büyük bir yumağı koydu. Aynı mıknatısın etrafına bu sefer tel elli kez sarılmıştı, ikinci yumağı. İki yumağı birbirine yaklaştırdı ve aralarına demir bir çubuk koydu ki manyetik alan daha güçlü olsun. İkinci yumağın ucunu, ters çevrilmiş bir deri parçasına bağladı. Deri, keçi derisinden yapılmış ve bakır bir çerçeveye gerilmişti. Elektrik geçtiğinde havayı itecekti.
Kristale konuştu: "Deneme, bir, iki." Kristal sallandı, zayıf elektrik ilk yumağa aktı. Manyetik alan ikinci yumağa atladı. Tel sayısı fazla olduğu için, elektrik gücü yavaş yavaş arttı. İkinci yumağıdan çıkan elektrik artık zayıf değildi. Deri parçasını kuvvetle salladı. Odada yankılanan ses, Enlil-Hotep'in kendi sesiydi, ama çok daha yüksek ve net: "Deneme, bir, iki!"
Gözleri faltaşı gibi açıldı. "Başardım!" diye fısıldadı. Bu doğru bir yöntemdi: Kristal, sesin sarsıntısını elektriğe çeviriyordu. Zayıf elektrik ilk yumağı dolaşıyor ve değişen manyetik alan yaratıyordu. İkinci yumağı, tel sayısını artırarak elektriği güçlendiriyordu. Güçlü elektrik, deri parçasını manyetik kuvvetle sallıyordu. Deri parçası da havayı iterek ses dalgalarını büyütüyordu.
Bütün gece uğraştı. Tel sarımlarını düzeltti, demir çubuğu kalınlaştırdı ki elektrik kaybı azalsın. Sabah olduğunda her şey hazırdı: Kristal, Küçük Tel Yumağı, Büyük Tel Yumağı, Deri Parçası. Ses artık fısıltı değil, bütün odayı dolduran bir bağırıştı.
31.7. Çocukların Yeni Oyuncağı
Sabahın erken saatlerinde Enlil-Hotep, çocukların öğretmeni bayan Meritre’ye bir haberci gönderdi. "Sınıfını atölyeye getir," dedi, "onlara sesin yeni halini göstereceğim." Öğretmen Meritre, öğrencilerini toplayıp kayıtlar salonunun atölyesine yöneldi. Çocuklar, taş döşeli yolda neşeyle yürüyor, merakla fısıldaşıyordu.
Enlil-Hotep bilginlere döndü. Masaya cihazını koydu. "Gece yalnız kaldım, sabaha kadar çalıştım ve sesi yükselttim. Sargı oranıyla voltajı büyüttüm." dedi, "Ayrıca bir müjdem daha var. Bugün misafirlerimiz geliyor. Çocuklar, sesin yolculuğunu başlatanlar geliyor."
Kapı açıldı. Meritre önde, ardında Lali, Khemen ve sınıf arkadaşları içeri girdi. Çocukların gözleri, atölyenin harikalarına kilitlendi: Pirinç kaselerde gergin deriler, bakır tellerle sarılı mıknatıslar, amber tozuna bulanmış zarlar, cam kavanozlar. Bir çocuk, "Bu ne?" diye sordu, parmağıyla tahtadan bir su çarkını işaret ederek. Şuruppak gülümsedi: "Suyla dönen bir hayal."
Enlil-Hotep çocuklara seslendi: "Sınıfta ipli bardağınızla sesi taşıdınız. O oyun, bu atölyede büyüdü." Masadaki düzeneği gösterdi: iki kutu, tellerle bağlı. Birinde kristal kulak, diğerinde zarlı hoparlör, aralarında bobinler gizli. "Lali ve Khemen, sizin balkonlarınıza kurduğunuz ipli bardakları gördüm. O fikir, sesi güçlendiren bu cihaza dönüştü."
Meritre öne çıktı, gözleri parladı. "Başbilgin, bu düzenek nasıl işliyor? Çocuklarım sesin titreşimlerini öğrendi, ama bu başka bir sihir gibi."
Enlil-Hotep açıkladı: "Ses kristalde titreşir, elektrik olur. Elektrik küçük bobine gider, manyetik dalga yaratır. Büyük bobin bunu yakalar, güçlendirir. Sonra zar titreşir, ses yeniden doğar. Sargılar farklı, küçükten büyüğe, güç artar."
Meritre başını salladı. "Sınıfta ipli bardakla titreşimleri öğrettim. Şimdi ses, tellerle uçuyor. Bu, çocukların hayalini gerçeğe çevirdi." Çocuklara döndü: "Görüyorsunuz, bir oyun bile dünyayı değiştirebilir."
Lali öne çıktı, kutuyu eline aldı. "Deneyelim mi?" Khemen diğer kutuyu kaptı, atölyenin öbür ucuna koştu. Lali kristale fısıldadı: "Khemen, duyuyor musun?"
Ses, tellerden geçti, bobinler büyüttü. Khemen’in kutusundan gür bir yankı geldi: "Lali! Sesin duvarları titretiyor!" Sınıf kahkahalarla doldu.
Meritre sordu: "Başbilgin, bu icada ne isim verdin?"
Enlil-Hotep gülümsedi: "Henüz isim koymadım."
Meritre düşünceye daldı, sonra gözleri parladı. "Her bilgin kendi icadına ismini vermeli. Adın Hotep olduğuna göre, Hoteplör olsun. Sesin büyüyen arkadaşı."
Çocuklar alkışladı. Lali bağırdı: "Hoteplör, harika!" Enlil-Hotep kahkaha attı. "Hoteplör, mükemmel bir isim Meritre. Senin hediyen."
Atölye ziyareti bittiğinde çocuklar neşeyle ayrılmak üzereyken, Enlil-Hotep, Meritre’ye döndü: "Öğretmen, Hoteplör’ü sınıfa götürelim. İpli bardak nerede doğduysa, orada yankılansın." Meritre gülümsedi: "Çocuklar bunu unutmaz. Ama Hoteplör’ü sınıfta değil, okul bahçesinde kuralım. Çocuklar şiirlerini okusun, veliler duysun. Bir tören düzenleyelim. Sesleri tüm topluma ulaşsın."
31.8. Okul Bahçesindeki Tören
Ertesi gün, okul bahçesi dolup taştı. Veliler, renkli kumaşlarla süslenmiş taş banklarda toplandı. Çocuklar, ellerinde kil tabletlerde yazılmış şiirlerle hazırlandı. Meritre ve Enlil-Hotep, bahçenin ortasına iki kutu yerleştirdi: biri kristal kulak, diğeri zarlı hoparlör, aralarında bakır teller gergin. Teller, ipli bardakların durduğu sınıf penceresinden bahçeye uzanıyordu.
Meritre kalabalığa seslendi: "Gökyüzünden Dünya'yı gördüm, ama çocukların eğitimleri herşeyden daha önemli. Teleskopla yıldızlara baktım, ama çocukların hayalleri hepsinden daha parlak. Bu icat, çocuklarımızın ipli bardak oyunundan doğdu. Lali ve Khemen’in fikri, Başbilgin’in ellerinde büyüdü. Adı Hoteplör, sesin büyüyen arkadaşı. Bugün çocuklarımız şiirlerini, öğretmenlerimiz sözlerini Hoteplör ile paylaşacak. Sırayla konuşacağız, tıpkı ipli bardakta gibi."
Lali ilk şiiri okumak için kristale yaklaştı. "Bahçeler çiçekle, gökyüzü yıldızla doludur," dedi. Ses, tellerden geçti, bobinler büyüttü. Bahçede yankılanan gür bir ses, Lali’nin sözlerini taşıdı. Veliler alkışladı, Lali dedesine bakıp gülümsedi.
Khemen sırasını aldı: "Rüzgar fısıldar, nehir şarkı söyler." Ses, Hoteplör’den yükseldi, taş duvarlarda yankılandı. Çocuklar sırayla şiirler okudu, her ses bahçeyi doldurdu. Meritre konuşmasını yaptı: "Bilim, çocuklarımızın hayalleriyle başlar. Hoteplör, onların oyunu, bizim dersimiz, sizin alkışlarınız. Bu icat, hepimizin mirası."
Meritre, Enlil-Hotep’e döndü: "Hoteplör, okulumuzun ve derslerimizin sesi olacak." Lali ve Khemen dedelerine sarıldı: "Bizim oyuncağımız büyüdü!"
O gün, bahçede kimse fark etmedi, ama Hoteplör ile sesin geleceği topluma doğmuştu.
...
31.9. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)
Sahara: (Gözleri parlayarak) "Nil-7, bu Hoteplör ne kadar havalıymış! İpli bardaktan böyle bir şey yapmışlar, inanılmaz! Peki, bizim konuşma cihazlarımız Hoteplör’den mi geliyor? Mesela, seninle konuşurken kullandığımız şey… o da mı Hoteplör gibi?"
Nil-7: (Holografik gözleri gülümser gibi parlıyor) "Güzel bir soru, Sahara! Evet, Hoteplör, sesi uzaklara taşıyıp güçlendiren ilk icatlardan biriydi. Hoparlör”ün çok eski bir versiyonu diyebiliriz. Senin Neuroverse™, sinirsel arabiriminde çalışan işitme mödülü, Hoteplör’ün torununun torunu sayılır. Hoteplör, sesi elektriğe çevirip tellerle taşıyordu. Senin implantın ise sesi kablosuz dalgalara çeviriyor ve beynine direkt gönderiyor. Ama fikir aynı: Ses titreşimlerini yakalayıp başka bir yere ulaştırmak."
Sahara: (Merakla) "Peki, o kristal neydi? Enlil-Hotep kristale konuşuyordu, ses nasıl elektriğe dönüyordu? Bizde de kristal mi var?"
Nil-7: (Kuyruğunu sallayarak) "Kristal, o zamanlar sihirli gibi görünüyordu, değil mi? Buna piezoelektrik etki diyorlardı. Bazı taşlar, sıkıldığında veya sallandığında küçük bir elektrik üretir. Kullandıkları kristal, sesin titreşimlerini aldı ve onları elektriğe çevirdi. Mesela, sen bağırdığında havayı titretiyorsun, bu titreşim kristali sallıyor, kristal de elektrik yapıyor. Bizim teknolojimizde kristal yerine nano-algılayıcılar kullanıyoruz. Onlar sesi, ışığı, hatta düşüncelerini bile algılayıp sinyallere çeviriyor."
Sahara: (Kaşlarını çatarak) "Nano-algılayıcı mı? O ne?"
Nil-7: (Hafifçe kıkırdayarak) "Çok küçük, gözle göremediğin makineler. Senin Neuroverse™, sinirsel arabiriminde milyonlarcası var. Ses titreşimlerini yakalıyorlar, tıpkı Hoteplör’ün kristali gibi, ama çok daha hızlı ve güçlü. M.Ö. 3071’de bir kristal bir odada sesi büyütüyordu, şimdi nano-algılayıcılar sesi yıldızlar arası taşıyabiliyor."
Sahara: (Heyecanla) "Yıldızlar arası mı? Meritre uzaya çıkmış, o da yıldızlara konuşmuş mudur sence?"
Nil-7: (Düşünceli bir sesle) "Meritre, M.Ö. 3078’de roketle uzaya çıktı, ama o zamanlar yıldızlara konuşacak teknoloji yoktu. O, Nil’in kaynağını aradı, dünyayı anlamak için. Cesur bir kadındı, bilgi uğruna her şeyi göze aldı. Senin dünyanda, Sahara, yıldızlar arası iletişim kurabiliyoruz. Mesela, benim gibi robotlar, diğer gezegenlerdeki robotlarla konuşabiliyor. Ama Meritre’nin hayali, bu tür icatların temelini attı."
Sahara: (Düşünerek) "Meritre neden bilginliği bırakıp öğretmen olmuş? Uzay çok havalı, niye çocuklarla uğraşsın ki?"
Nil-7: (Holografik gözlerinde yumuşak bir ışık) "Meritre, uzayda yıldızları gördü, ama çocukların hayallerinin daha parlak olduğunu fark etti. Bilgiyi bulmak önemli, ama onu paylaşmak, çocuklara öğretmek, dünyayı daha çok değiştirir. Lali ve Khemen’in ipli bardak oyunu, Meritre’nin dersi olmadan Hoteplör’e dönüşmezdi. O, çocuklara hayal kurmayı öğreterek bilimi büyüttü. Senin de hayallerin, Sahara, bir gün bir icada dönüşebilir."
Sahara: (Gülerek) "Ben de bir şeyler icat edebilir miyim? Mesela, Hoteplör gibi bir şey?"
Nil-7: (Kuyruğunu sallayarak) "Tabii ki! Hoteplör, Lali ve Khemen’in basit bir fikrinden doğdu: iki bardak, bir ip. Senin aklın da öyle çalışıyor, değil mi? Geçen gün bahçede ışık toplarıyla oynarken, “Bunları uçursak?” demiştin. Kim bilir, belki bir gün ışıkla uçan bir top icat edersin!"
Sahara: (Düşünceli) "Peki, o tel yumağı neydi? Enlil-Hotep ses titreşimiyle üretilen zayıf elektriği nasıl büyüttü?"
Nil-7: "O, step-up transformer dedikleri bir şeydi. Basitçe, küçük bir tel yumağı elektriği alıyor, manyetik bir dalga yapıyor. Daha çok tel sarılı büyük bir yumağa bu dalga geçince, elektrik büyüyor. Düşün, bir küçük su damlası büyük bir dalgaya dönüşüyor gibi. Bizim teknolojimizde buna benzer şeyler var, ama artık enerjiyi kuantum alanlarıyla büyütüyoruz. Daha hızlı, daha güçlü."
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.