Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
68. Bölüm

23: Teleskop (M.Ö. 3079)

15 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bölüm 23: Teleskop (M.Ö. 3079)

23.1. Cam Atölyesi

Gündüzleri Şarmaadat, ”Uçma Sanatı Mektebi”nde okuyan 11 yaşında meraklı bir gençti. Yıllar önce, annesinin yanlış anlaması sonucu bebekken mektebe bırakıldığında, sınıfta bir kaos yaşanmıştı. Bilgin yoklama listesini okuyan Enlil-Hotep’in gür sesi taş duvarlarda yankılandı: "Şarmaadat?" Bir ses, "Şurada!" diye cevap verince, sıranın altından uzanan bir sepetin içindeki kundakta uyuyan minik bir bebek bulunmuştu. Enlil-Hotep bastonunu vurarak, ”Bebek olmaz! Daha büyüsün öyle gelsin. Al götür onu annesine teslim et. Burada mühendis yetiştiriyoruz, kundak değil!” demişti.

Şarmaadat şimdi büyümüştü. O gün mektebe bırakılan bebek oydu ve yıllar sonra geri dönüp tebeşir tozlu kürsülerde hesap yapan, meraklı bir çocuk olmuştu. Gündüzleri ”Uçma Sanatı Mektebi”nin kubbeli sınıflarında aerodinamik espriler, basınç tabloları ve rüzgâr üçgenleriyle uğraşıyordu. Akşamüstleri tırmanıp babasının atölyesine iniyor, ellerini yıkayıp camın kokusuna karışıyordu.

Akşamüstü, babası Hapu’un Nil kıyısındaki cam atölyesine gider, ona yardım ederdi. Atölye, sıcak fırınların uğultusu ve eriyen kumun keskin kokusuyla doluydu. Hapu, kum, soda külü ve kireç taşını 1.200°C’de eriterek camı şekillendirirdi. Uzun bir demir çubukla erimiş camı toplar, onu üfleyerek veya kalıplara dökerdi. Cam soğurken sertleşir, bazen yamuk şekiller alırdı; Hapu bu kusurlu parçaları hurdaya ayırırdı. Elleri nasırlı, yüzü terle kaplıydı; her nefesiyle camın kıvrımları belirginleşirdi.

Bir akşam, Şarmaadat okuldaki derslerini babasına anlatırken camla dolu bir tepsinin başında çalışıyordu. ”Baba, roketler 100 kilometreye çıkarsa gökyüzünü görebiliriz,” dedi heyecanla. Hapu, demir çubuğu fırına sokarken gülümsedi. ”Güzel, oğlum. Ama önce şunu yap. Erimiş camı çubukla al, yavaşça üfle. Ama ne çok sert ne çok hafif. Cam, hamur gibi şekil alır.” Şarmaadat çubuğu tuttu, erimiş camı topladı ve titreyen ellerle üflemeye başladı. Cam balon gibi şişiyor, yumuşakça şekilleniyordu.

Hapu, işin inceliklerini anlattı. ”Bu geleneksel usül, dedemden öğrendiğim gibi. Kum ve soda külünü karıştırıp fırında eritiyoruz. 1.200°C’de cam hamuru olur, sonra çubukla çekip üflüyoruz. Hava soğuturken şekli sabitleniyor. Ama dikkat et, çok hızlı soğutursan çatlar, çok yavaş bırakırsan sarkar. Sabır gerek.” Şarmaadat, babasının talimatlarını dinlerken bir yamuk cam parçasını aldı. Güneş ışığını tutunca kum tanecikleri büyümüş gibi göründü. ”Baba, bu cam garip şeyler yapıyor!” dedi şaşkınlıkla.

Hapu kaşlarını kaldırdı. ”Sonra oynarsın. Ama önce şunu bitir, çubuğu çevir, camı kalıba dök, sonra soğumaya bırak.” Şarmaadat, hurda camları biriktirdi.

Bir gün, yamuk camlardan birini gözüne tutup baktı. Yerde küçük bir karınca geziyordu. Camı karıncaya yaklaştırınca karıncanın bacakları, antenleri aniden netleşti. ”Daha küçükleri görebiliyorum!” diye haykırdı. Güneşin altında elini büyütmeye çalıştığında eli yandı. Koşarak babasının yanına koşarak gitti.

Hapu, cam atölyesinde yaktığı ateşi harlamaya çalışıyordu.

Şarmaadat: ”Baba! Bak, bu cam karıncayı büyüttü hem elimi yaktı!”

Hapu, omuzunun üzerinden oğluna bakıp başını salladı:

“Saçmalama, o cam çöp. İşine bak.”

Şarmaadat: ”Hayır baba! Bak işte! Bir kere bakmanı istiyorum!”

Hapu: ”Şarmaadat, işim gücüm var. Cam erirken oyun olmaz.”

Şarmaadat: ”Ne olur… bir kere! Söz veriyorum bu defa farklı!”

Hapu derin bir iç çekti, ağır adımlarla oğlunun yanına geldi. ”İnatçı keçi… Ver bakayım şunu.”

Camı eline aldı, gözüne yaklaştırıp yerdeki karıncaya baktı. Bir anlığına nefesi kesildi.

“Bu” dedi kısık bir sesle. ”Gerçekten… koca bir yaratık gibi görünüyor!”

Şarmaadat sevinçle zıpladı. ”Gördün mü baba! Küçücük karınca dev oldu!”

Güneşe doğru kaldırdı. Önce ışık kırıldı, sonra elinde bir sıcaklık hissetti. Küçük bir yaprak parçasını camın altına tuttu. Camı biraz daha oynattı. Bir anlık sessizlikten sonra ince bir duman yükseldi, yaprak büzülüp karardı.

Şarmaadat heyecanla bağırdı:

“Gördün mü baba! Ben yapmadım, cam yaptı! Hem büyütüyor… hem de yakıyor.”

Hapu’nun gözleri büyümüştü.

“Bu… kusur değilmiş!” dedi şaşkınlıkla.

Bir an durdu, sonra gözleri pırıldadı.

Hapu: ”Işığı topluyor… ve yakıyor. Güneşi elimde tutuyorum sanki.”

Bir an sessizlik oldu. Sonra Hapu’nun yüzünde uzun süredir görülmeyen bir gülümseme belirdi.

“Şarmaadat… bundan daha büyüğünü, daha düzgünü yapabiliriz. Bombeli, kusursuz bir cam. Bakalım karınca daha büyük nasıl görünecek, güneş ışığı daha güçlü yakacak!”

Şarmaadat sevinçle fırının yanına koştu. O an, baba ile oğul ilk defa işçi ile çırak değil, iki ortak gibi yan yana durmuştu.

Hapu koca körüğü işaret etti.

“Haydi, körüğü çalıştır. Ateşi harlayalım. Bu defa oynayacak değil, deney yapacağız!”

Şarmaadat sevinçle koştu, körüğün kollarını bütün gücüyle indirip kaldırdı. Hava akışıyla fırının içindeki ateş kızıl sarıya döndü, eriyen cam tenceresinden bal köpüğü gibi kabarcıklar yükseldi.

Hapu, demir çubuğu daldırıp ağır ağır çevirdi. Erimiş cam çubuğun ucunda bal gibi sarktı.

“Bak şimdi, oğlum. Yuvarlak olsun istiyoruz, bombeli. Kalıbı hazırladın mı?”

Şarmaadat, kilden yaptığı küçük yarım küre kalıplarını heyecanla gösterdi. ”Hazır baba!”

Hapu, erimiş camı kalıba bıraktı. Kalıbın içinden sönük bir uğultu yükseldi, cam kabarcık gibi şişip yuvarlaklaştı. Sonra yavaş yavaş soğuması için kül içine gömdüler.

“Bir tane yetmez,” dedi Hapu. ”Kusursuzu bulana kadar birkaç tane yapacağız. Birinde hata olur, ötekinde çatlak çıkar. Ama biri… biri güneşi bıçak gibi kesebilir.”

Saatlerce çalıştılar. Körüğün ritmi, demirin cızırtısı, camın parlaklığı atölyeyi doldurdu. Şarmaadat’ın alnı terden ıslanmış, elleri küllere bulanmıştı. Hapu’nun gözlerinde yorgunluk değil, gençliğindeki heyecan vardı.

Öğleye doğru üç tane cam mercek hazırdı. En kusursuz görünenini Şarmaadat iki eliyle tutarak dışarı çıkardı. Güneş tepede yakıcı bir kalkan gibi parlıyordu.

Hapu, yerdeki kuru bir kamış parçasını gösterdi.

“Tut bakalım, görelim işimize yarıyor mu.”

Şarmaadat merceği kaldırdı, güneş ışığını küçük bir noktaya topladı. Nokta birkaç kalp atışı içinde beyazladı, ardından kamıştan duman yükseldi. Birkaç saniye sonra çıtırtıyla tutuştu.

Şarmaadat çığlık attı:

“Yandı! Baba, bak, kendi ateşimizi yaptık!”

Hapu’nun yüzünde gururlu bir tebessüm belirdi.

“Hayır, güneşin ateşini küçücük bir noktaya hapsettik.”

Şarmaadat gözlerini kısarak parlak noktaya baktı.

“Baba… bu sadece ateş için değil. Küçük şeyleri büyüyor.”

Hapu: ”Haydi, bununla deney yapalım.”

Şarmaadat hemen yere çömeldi. Elini uzatıp bir karınca yakaladı, ince bir tahta parçasının üstüne koydu.

“Baba, bak! Şuna yakından bakalım.”

Merceği karıncanın üzerine tuttular. Güneş ışığı taşın üstünü aydınlatıyordu. Mercekten baktıklarında karıncanın antenleri kocaman olmuş, tüy gibi ince kılları görünür hale gelmişti.

Şarmaadat heyecanla bağırdı:

“Baba bu karınca deve kadar büyük! Karıncanın gözleri nokta nokta! Bacaklarında kıllar varmış, ben hiç bilmiyordum!”

Hapu kaşlarını kaldırdı.

“Demek ki gözle gördüğümüz dünya, dünyanın tamamı değil. Daha küçük bir dünya varmış içinde.”

Şarmaadat bir sinek yakaladı, dikkatle merceğin altına koydu. Işığın altında sineğin kanatları gökkuşağı gibi parladı.

“Bak, baba, kanatlarında damarlar var! Yaprak gibi, aralarında daha küçük damarlar...”

Bir süre sessizce baktılar. Merceği çevirip böceklerin üstünde gezdirdiler, bir yaprağın damarlarını, taşın üstündeki yosunları büyütüp incelediler. Her defasında Şarmaadat yeni bir ayrıntı keşfetti: yaprağın üzerindeki minicik tüyler, sineğin ayaklarındaki pençeler, su içinde hareketli küçük kıpırtılar…

Şarmaadat nefes nefese fısıldadı:

“Baba, dünyamız göründüğünden çok daha zengin. Her şeyin içinde başka bir evren var.”

Hapu, oğlunun yüzüne baktı. Gözlerinde kendi gençliğini gördü.

“Öyleyse,” dedi yavaşça, ”yarın sen bunu hocana götür. Onlar bunu daha da geliştirmenin yolunu bulabilir.”

23.2. Mercekler Üzerinde Bilginlerin Deneyleri

Ertesi sabah Şarmaadat, evinden çıkıp sokakların taş yollarında koşarak ilerledi. Uçma Sanatı Mektebi’nin kubbeli sınıfına girdi. Bohçasından özenle sardığı bombeli cam merceği çıkardı ve öğretmeni Tefnut'un odasına girdi.

Şarmaadat: ”Öğretmenim, bakın! Babamla atölyede yaptığımız camları getirdim! Hem küçük şeyleri büyütüyor, hem de güneşin altında ateş çıkarabiliyor."

Tefnut, camları aldı; ”Hmm… Bu söylediğin şeyleri bu mu yapıyor? Hadi göster.”

Şarmaadat merceği dikkatle tuttu, defterindeki yazıların üzerinden geçirdi. Öğretmenin gözleri birden açıldı; küçük bir harf adeta devasa bir harf gibi görünüyordu. Sonra pencereden gelen ışığı bir papirüse tuttu ve kağıt yanmaya başladı.

Öğretmen, şaşkınlıkla geri çekildi:

Tefnut: ”Bu… inanılmaz! Bir saniye… hemen başbilgine götüreceğim bunu! Gel benimle.”

Merceği kapıp taşlı merdivenlerden yukarı koştu. Kapıyı açıp içeri girdiler. Başbilgin, çalışma masasının üzerindeki kâğıt tomarlarının arasına gömülmüş görünmüyordu. Tefnut ile Şarmaadat masasının önüne geldi; Enlil-Hotep'in yüzünde yılların ciddiyeti vardı.

Tefnut: "Efendim. Rahatsız ediyoruz ama bunu görmek isteyeceksiniz. Şarmaadat'ın getirdiği bu camlarda çok ilginç bir şey gözlemledik."

Başbilgin Enlil-Hotep: ”Gelin bakalım, bu çocuğun getirdiği camlar nedir?"

Tefnut: "Gözlerimizle göremediğimiz şeyi nasıl büyütüyor? Ve güneşi odaklayıp ateş çıkarabiliyor?”

Başbilgin merceği eline aldığında gözleri parladı.

Başbilgin: ”Bu… bu mümkün mü? Şarmaadat, bunu sen mi yaptın?”

Şarmaadat: ”Evet efendim. Babamla birlikte camı erittik, bombeli ve kusursuz mercekler yaptık.”

Başbilgin derin bir nefes aldı, ellerini çırptı:

Başbilgin: ”Yarın, bütün bilginleri buraya çağıracağım. Herkes sırayla deney yapacak ve görecek… Bu keşif, gözlem sanatını değiştirebilir!”

Ertesi gün kayıtlar salonu bahçesinde bilginler toplandı. Sabah güneşi yükselirken Şarmaadat torbasındaki bütün mercekleri bilginlerin ellerine verdi. Bilginler birbirleriyle fısıldaşarak sırayla baktılar:

Bilginler mercekleri sırayla inceledi, ellerinde çevirip güneşe tuttular. Güneşin ışığını kuru yapraklar üzerinde odaklayarak ateş yaktılar. Yaprağın damarlarını, tüylerini, karıncaların, sineklerin, böceklerin ayakları ve antenlerini. su damlası içindeki hareket eden minik larvaları gözlemlediler. Enlil-Hotep'in gözlerinde hayret, dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi.

Bilginler mercekleri elden ele geçirirken biri gülümsedi:

Kadın Bilgin Meritre: ”Bu camlar… şekil olarak mercimeğe benziyor. ‘Mercimek’ diyelim mi?”

Bilgin Khufu, kaşlarını çattı ve esprili bir tonla: ”Mercimek mi? Ha ha! Mercimek yemeği ile karıştırırız. Bence ‘mercik’ demeliyiz. Hem gözlemle ilgili, hem de kulağa hoş geliyor.”

Şarmaadat gülümsedi, öğretmenine baktı: ”Öğretmenim, ‘mercek’ desek olur mu?”

Bilgin Tefnut başını salladı: ”Olur isim hakkı senin. Artık bu cam parçaları sadece büyütmüyor, gözlerimizi yeni dünyalara açıyor. Adı ‘mercek’ olsun.”

Başbilgin: ”Peki öyle olsun. Artık herkes ‘mercek’ diyecek. Ve göreceğiz ki, küçük bir isimle büyük keşif başlar.”

Bilgin Irsu: ”Hmm… gerçekten detayları büyütüyor. İlginç! Bu… nasıl mümkün olabilir acaba?”

Bilgin Ptolem: ”Bence gözlerimizden çıkan ışınlarla ilgili olmalı. Eskiden insanlar, gözlerinden küçük ışınlar çıktığını ve bununla gördüklerini söylerdi. Bu mercek, göz ışınlarını topluyor ve büyütüyor olabilir.”

Genç mühendisler birbirine baktı, fısıldaşmalar başladı:

Genç mühendis Nisaba: ”Hayır, bu evrenin küçük kopyalarını açığa çıkarıyor. Her yaprak, her karınca kendi içinde bir mikro evren saklıyor ve mercek onu görünür kılıyor!”

Genç mühendis Şuruppak (gülerek): ”Belki de tanrılar bunun için göndermiştir. Mercek, güneşi hapsetmiş, ateşi yaratıyor. Hem büyütüyor hem yakıyor; büyü olmalı!”

Genç mühendis Meskalanduk (ciddi bir sesle): ”Bence mercekler, güneşin ışığını odaklayıp atomları harekete geçiriyor. Eski mısırlılar bunu biliyordu belki, ama sırlarını unuttular.”

Genç mühendis Gılgameş: ”Bu… bir çeşit ateş makinesi mi?”

Genç mühendis Lugalkeşkokpanda: ”Hayır, belki de ışığı sıkıştırıp enerji üretiyor. Belki de… küçük güneşler yaratabiliriz!”

Genç mühendis Eluluhakalanduk, kaşlarını kaldırdı: ”Ben derim ki, bu bir tür büyü… ama nasıl olur, anlamıyorum.”

Genç mühendis Meşalepanda: ”Belki de ışık mikroskobik canavarları büyütüyor, bu yüzden ateş çıkıyor!”

Şarmaadat sessizce bekledi, notlarını aldı, sonra merceklerden birini aldı, ard arda birkaç karıncayı ve sineği merceğin altına yerleştirdi.

Herkes birbirine bakıp güldü. Enlil-Hotep başını salladı, gür sesiyle: ”Komik teoriler güzel ama işimizi ilerletmez. Şarmaadat, başka ne denedin?”

Şarmaadat: ”Bakın… eğer merceği biraz daha büyütürsek, karınca devleşiyor! Ve sineğin kanatlarını görebiliyoruz. Hepsi birbirine bağlı… ışığı topluyor ve odaklıyor, ama ateşi kendisi çıkarmıyor, sadece Güneş'ten gelen ışığı yoğunlaştırıyor!”

Bilginler birbirine bakıp şaşkınlıkla başlarını salladı.

Başbilgin: ”Demek ki… bir çocuğun gözünden gelen mercekler, gözlerimizden çıkan ışınlarla değil, ışığı toplama ve odaklama yöntemiyle çalışıyor!”

Genç Bilgin Eluluhakalanduk (hafif hayal kırıklığıyla): ”Büyü değilmiş… bilimmiş.”

Genç Bilgin Şuruppak (gülerek): ”Ama yine de büyücüler şaşırtıcı işler yapıyor gibi görünür!”

Şarmaadat gülümsedi, gözleri parlıyordu.

Şarmaadat: ”Ve eğer merceği ard arda kullanırsak, ilk merceğin büyüttüğünü ikinci mercek daha da büyütür. Karınca daha da büyür. Belki böcekleri büyüttüğümüz gibi çok uzak şeyleri, Ay'ı bile daha büyük görebiliriz!”

Yaşlı bir bilgin, iki merceği yan yana tutarak: ”İki tane yan yana koyarsak belki yıldızlara bakabiliriz! Belki Ay’ı, belki belki gezegenleri görebiliriz!”

Başbilgin Enlil-Hotep, ellerini ovuşturup onayladı:

Başbilgin: ”O hâlde… bu mercekler, hem gözlem hem deney için yeni bir çağ açıyor. Bilginler, yarın atölyelere dönün ve bu keşfi geliştirin! Üst üste konan merceklerle neler olacak deneyler yapın. Gündüzleri böcekleri büyütmeye çalışın, geceleri Ay'ı büyütmeye çalışın.”

Şarmaadat: ”Bombeli camlar büyütüyorsa, belki de çukur mercekler küçültebilir.”

Başbilgin: ”Harika bir çıkarım. Öyleyse babanla birlikte çukur mercekler de yapın. Hem daha fazla bombeli mercek gerekecek. Merceklerin maliyetini kayıtlar salonu ödeneğinden ödeyelim.”

Bu sıradan gibi görünen bombeli cam parçaları, daha önce hiç kimsenin görmediği yeni bir dünyanın kapısını aralıyordu. Ertesi gün yeniden toplanmak üzere sözleştiler ve her biri eline birer mercek alıp, sabaha kadar hangi sırları sakladığını çözmek için zihninde sayısız ihtimal kurarak evine döndü.

23.3. Bilginlerin Mercek Deneyleri

Bilginler sabahın ilk ışıklarıyla yeniden toplandılar. Atölyenin geniş avlusu, yan yana dizilmiş masalarla doluydu; üzerlerinde türlü boylarda bombeli ve çukur cam parçaları.

Gündüzleri, ellerine geçirdikleri en küçük merceklerle böcekleri, yaprakların damarlarını ve kumaş ipliklerini incelemeye başladılar. Kimi karıncanın gözlerini seçebildiğini iddia etti, kimi bir arının kanadındaki damarlara hayran kaldı. İki merceği art arda koymayı deneyenler, görüntünün daha da büyüdüğünü görüp heyecanla bağırdı. Böylece ”yakıngördürgeç” fikri doğdu.

Öğleden sonraları ise, uzak kulelerin, gemilerin direklerinin, dağın yamacındaki keçilerin gözle görülemeyen ayrıntılarını seçmeye çalıştılar. İki merceği farklı uzaklıklara yerleştirip rastgele denemeler yapıyorlardı. Kimi mesafe çok uzun olunca görüntü bulanıklaştı, kimi çok kısa olunca karardı. Haftalarca süren denemeler sonunda, büyük bir merceğin ışığı topladığını, küçük bir merceğin ise gözüne rahatça ulaştırdığını fark ettiler. Böylece ”uzakgördürgeç” ortaya çıkmaya başladı.

Geceleri ise gökyüzü onların en büyük deneme alanıydı. Ay’a çevrilen her mercek, kraterleri ve ışıklı çizgileri daha net gösteriyor; kimi bilgin, Ay’ın yüzeyinde denizler olduğuna inanıyor, kimi ormanlar gördüğünü iddia ediyordu. Büyük mercekler ve uzun tüpler kullanıldıkça görüntü daha da netleşti. Böylece bilginler, ”yıldızgördürgeç” adını verdikleri düzeneklerle göklerin sırrına bakmaya koyuldular.

Odak uzaklıklarını ölçmek için mumlar kullandılar. Merceğin önüne yanan bir mum koyup, karşıya düşen ışığı kağıda çizerek mesafeyi işaretlediler. Defalarca yanıldılar, defalarca yeniden çizdiler. Ama sabırla tekrar ettikçe, hangi merceğin ne kadar uzaktan odaklandığını anlamaya başladılar.

Bilginler günlerce süren denemelerin ardından, sonunda bazı net görüntüler elde eder. Ay’daki kraterler, Jüpiter’in yanındaki noktalar, hatta su damlasında kıpırdayan minicik canlılar. Bu haber saraya ulaşır ve kral, bilginleri hemen huzuruna çağırdı.



23.4 Kralın Huzurunda

Kral tahtında oturmuş, etrafında başbilgin ve ileri gelenler bekliyordu. Bilginler ellerinde mercekleri, titrek bir heyecanla içeri girdiler.

Kral: ”Duydum ki, cam parçalarından yeni bir göz icat etmişsiniz. Bana da gösterin, nedir bu?”

Bir bilgin, yanına getirdikleri uzakgördürgeç ismi verdikleri uzun tüpü öne çıkardı. Ucundaki büyük mercek ile küçük merceğin arasından kralın saray avlusundaki kuleyi gösterdiler.

Kral (şaşkınlıkla): ”Kuledeki askerin zırhındaki nakışı bile görüyorum! Bu, çıplak gözle imkânsızdır. Gözlerimizden daha iyi gören bir göz yaptınız ha?”

Başbilgin öne atıldı: ”Evet efendim. Bundan başka yıldızgördürgeç ismi verdiğimiz bir alet daha yaptık, hem gökteki ayı ve yıldızları inceleyebiliyoruz. Ay’ın yüzeyinde denizler, tepeler seçiliyor. Ve gökte dolaşan küçük ışıkların aslında kendi yoldaşları olduğunu fark ettik.”

Kral: ”Yani Ay'da dağlar, şehirler olabilir mi?”

Şarmaadat dayanamayıp söze karıştı: ”Henüz şehir görmedik efendim… Ama gezegenlerin bazıları küçük aylarla çevrili. Gökte de bizim gibi başka dünyaların olduğu kesin.”



Bilginler ve Şarmaadat dev mercekli teleskobun ilk tasarımlarını anlattı. Kral hayranlıkla dinledi, sonra ağır sesiyle sordu:

Kral: ”Demek göklerin gizemini daha yakından görebileceğiz… Peki başka? Sadece yıldızlara mı bakacaksınız? Daha ne üstünde çalışıyorsunuz?”

Başbilgin Enlil-Hotep hafifçe öne eğilir, sözü dikkatle seçerek konuşur: ”Efendimiz, bir başka denememiz daha var. Henüz tamamlanmamış bir alet. Yıldızgördürgeç gökleri büyütüyorsa… bu diğeri yerdeki en küçük şeyleri büyütmeyi amaçlıyor.”

Kral kaşlarını kaldırır: ”Küçük şeyleri mi? Ne kadar küçük? Karıncalar mı, tohumlar mı?”

Şarmaadat öne atılır, heyecanla konuşur: ”Evet hükümdarım! Karıncaların gözlerini, su damlası içindeki minik canlıları… belki tohumun içini bile görebiliriz! Ama camlar çok kusurlu, görüntüler bulanık çıkıyor. Daha çok çalışmalıyız.”

Kral, elini sakalında gezdirir, gülümseyerek: ”Yıldızlardan daha uzağa, karıncadan daha yakına… İkiniz de aynı anda bakmak istiyorsunuz. Güzel. O hâlde yıldızgördürgeçi hemen inşa edin. Ve bu diğer alet… yakıngördürgeç mü demiştiniz?”

Enlil-Hotep: ”Henüz kesin bir adı yok efendimiz, ama… evet, öyle diyebiliriz.”

Kral: ”O hâlde yakıngördürgeç te bitecek. Ama bana hazır olmadan getirmeyin. Kusursuz olsun. Ben hem göklerin ihtişamını, hem de toprağın gizemini görmek isterim.”

Bilginler hep bir ağızdan eğilerek:

Bilginler: ”Emredersiniz efendimiz!”

Salondaki uğultu büyüdü. Kral elini kaldırdı, sessizlik oldu.

Kral: ”O halde bana daha büyük gözler yapın! Daha uzakları, daha net görün. Sarayımın avlusunda dev gibi bir yıldızgördürgeç kurulsun. Gerekirse koca mercekler dökün, gece gündüz çalışın. Bizim ülkemiz gökleri ilk gören ülke olacak!”

Bilginler yere kapanıp ”Emredersiniz efendim!” diye karşılık verdi.

23.5. Dev Teleskop Projesi

Bilginler, saraydan döndükten sonra atölyeye çekildiler. Dev yıldızgördürgeç için ilk çizimleri masalara serdiler. Kağıtlarda tüpler, bombeli mercekler ve destek çerçevelerinin ölçüleri vardı. Her çizgi, her eğri büyük bir titizlikle işlenmişti. Bilginler hep birlikte Şarmaadat'ı da alıp cam atölyesine gittiler.

Şarmaadat heyecanla babasına döndü: ”Baba, kral dev bir teleskop emretti. Mercekler çok büyük olacak, ölçüleri burada. Maliyeti kral karşılayacak ama… biz bunu yapmalıyız.”

Cam ustası Hapu, kaşlarını çatarak çizimleri inceledi: ”Böylesi imkânsız gibi görünüyor oğlum… Bu büyüklükte cam, kusursuz ve bombeli… Fırında erittiğimiz camın ağırlığı ve esnekliği… kırılmadan yapmak çok zor.”

Başbilgin Enlil-Hotep derin bir nefes aldı, sonra yavaşça gülümsedi: ”Bak, senin tek işin bu olacak artık. Bu dev teleskopu yapmak. Ama yalnız değilsin. Biz de sana yardım edeceğiz. Yeni teknikler bulmamız gerekecek, farklı kalıplar, özel cam karışımları… Mükemmel mercekler çıkarmak zorundayız.”

Hapu, elleriyle başını ovuşturarak cevapladı: ”Daha önce hiç denenmedi. Bu büyüklükte kusursuz mercek yapmak gerçekten zor! Yeni teknikler deneme gerek. Belki camı yavaş yavaş soğuturuz, belki özel çerçevelerle şekil veririz.”

Başbilgin Enlil-Hotep, kaşlarını çatarak fırına yaklaştı: ”Hapu, eğer yüzeyde en ufak bir hata olursa ışık dağılıyor, görüntü bulanık çıkacak. Odak uzaklığını doğru tutmak için her merceğin kusursuz olması şart.”

Bilgin Ptolem, çizimlere göz atarak: ”Belki mercekleri ard arda yerleştirirken küçük ayarlamalarla odak sorununu çözebiliriz. Birkaç milimetrelik farklar bile çok şey değiştirir.”

Bilgin Meritre merceği dikkatle çevirip: ”Cam bu kadar büyük olduğu için önce ağırlığı taşıyacak çerçeveyi nasıl yapacağımızı planlayalım? Fırından çıkınca kırılmadan sabitlemek gerek.”

Bilgin Tefnut heyecanla sorular yağdırdı: ”Kalıpları nasıl yapacağız? Önce çizimleri hazırlayalım. Sonra mercekleri sırayla fırına verelim.”

Şarmaadat heyecanla atıldı: ”Küçük merceklerde nasıl yaptık, aynısını büyük mercekler için deneyebiliriz!”

Bilgin Irsu kafasını salladı, gözleri parladı: ”O hâlde hemen başlayalım! Deneyler bizi doğru yola götürecek.”

Böylece atölye, cam tozu, mum ışığı ve kağıt çizgileriyle dolu bir laboratuvara dönüştü. Bilginler çizimleri tamamlamak için gittikten sonra Şarmaadat ve babası Hapu başbaşa kaldılar.

Hapu, demir çubuğunu fırının ucuna değdirirken mırıldandı: ”Unutma oğlum, sabır ve dikkat… Büyük gözler sadece doğru merceklerle görülebilir. Şimdi inşaat başlasın, yıldızgördürgeç bizim ellerimizde şekillenecek.”

23.6. Merceklerin Üretimi

Ertesi gün cam atölyesinde çalışmalar başladı. Bilginler atölyeye geldiler. İlk denemelerde 1 metrelik bombeli merceği fırına vermelerini istediler. Her seferinde cam çatlıyor, şekil bozuluyor veya yüzey kusurları oluşuyordu. Şarmaadat, çaresizce ellerini ovuşturdu:

Şarmaadat: ”Baba! Yine kırıldı… Bu fırın bir türlü yüzeyi düzgün yapmıyor. Yüzlerce deneme yaptık ama kusursuz çıkmıyor!”

Hapu, alnını kaşıyarak merceğe baktı: ”Oğlum, 1 metre… bu fırın ve camın sınırlarını zorluyor. Belki de daha makul bir boyla başlamalıyız.”

Bilgin Irsu, çizimlerin üzerinden parmağıyla işaret etti: ”Yarım metreyle denemeliyiz. Daha az kırılma riski var ve odak uzaklığı hâlâ yeterli.”

Başbilgin Enlil-Hotep, derin bir nefes aldı, sonra kararlı bir şekilde: ”Tamam, yarım metreyle deneyelim. Önce küçük ama kusursuz olsun. Ondan sonra daha büyüğünü düşünebiliriz.”

Birkaç deneme sonra, yarım metrelik bombeli mercek sonunda başarıyla fırından çıkarıldı. Hapu, merceği nazikçe eline aldı ve gülümsedi:

Hapu: ”İşte bu, kusursuz değil mi? Şimdi dev teleskopun kalbi hazır. Artık ışığı toplayıp yıldızları net görebileceğiz.”

Bilgin Meritre: ”O hâlde… şimdi teleskopun gövdesini hazırlayalım. Mercek yerleştirilecek, çerçeveler yapılacak. Sabırla, adım adım… yıldızgördürgeç bizim ellerimizde tamamlanacak.”

Başbilgin Enlil-Hotep gözlerini kısarak merceğe baktı: ”Yavaş yavaş… artık yıldızgördürgeç çalışacak. Ama bir gün kral daha büyük görmek isteyecek… o zaman yine denemeler başlayacak.”

Bilginler arasında bir sevinç ve heyecan dalgası yayıldı. Atölye, mum ışığıyla çizilen odak noktaları, fırından çıkan sıcak cam parçaları ve bilginlerin tartışmalarıyla adeta bir laboratuvar cümbüşüne dönmüştü.



23.7. Yıldızgördürgeç’in Montajı ve İlk Keşifler

Atölyede yarım metrelik bombeli mercek hazırdı; şimdi dev teleskopun gövdesi ve çerçevesi üzerinde çalışılacaktı. Bilginler ve Hapu, uzun ahşap kirişler, bakır destek halkaları ve çelik vidalarla dev tüpü inşa etmeye başladılar.

Şarmaadat heyecanla sorular soruyordu: ”Öğretmenim, mercekleri yerleştirirken odak uzaklığını nasıl ayarlayacağız? Çok küçük bir hata bile görüntüyü bozabilir.”

Bilgin Tefnut, bir cetvel ve mum ışığında çizilmiş kağıtları göstererek yanıtladı: ”Bak, önce ışığı kağıt üzerinde takip ediyoruz. Merceğin önüne mum yerleştirip gölgesini izliyoruz. Kağıda düşen ışık çizgileri odak noktasını gösteriyor. Tüp içinde mercekleri bu çizgilere göre sabitleyeceğiz.”

Bilgin Ptolem, elinde iki küçük mercekle deneme yaparken: ”Birkaç milimetrelik farklar çok şey değiştiriyor. Odak çizgilerini doğru almazsak yıldızlar bulanık çıkacak. Şimdi sabitleme halkalarını dikkatle ayarlayalım.”

Meritre, çerçeveye bakarak uyarıda bulundu: ”Destekler çok sağlam olmalı. Mercek ağır, biraz kayarsa tüm odak bozulur. Her çerçeveyi sıkıca sabitleyeceğiz.”

Mercekleri bilginler tarafından sırayla yerleştirirken Şurmaadat heyecanla fısıldadı: ”Büyük mercek tamam… küçük mercek şimdi… ışığı tam odakta topluyor mu?”

Enlil-Hotep hafifçe gülümseyerek başını salladı: ”Evet, çok iyi. Şimdi odak noktalarını küçük ayarlamalarla iyileştireceğiz. Bu ayar haftalar sürebilir, ama sabırla yıldızları net görebileceğiz.”

Günler geçtikçe bilginler mercekleri sıkılaştırdı, odak uzaklıklarını mum ışığı ve kağıt çizgileriyle ince ayarladı, tüp boyunca küçük kaymaları düzeltti. Her denemede yıldızgördürgeç biraz daha netleşiyordu.

Ve nihayet, gecenin birinde teleskop hazırdı. Bilginler ve Şarmaadat sarayın terasına taşıdılar, kralın emriyle dev teleskop kurulmuştu. Şarmaadat merceği dikkatle ayarladı, bakışını gökyüzüne çevirdi:

Şarmaadat: ”Baba, hocam… ayın üzerinde kocaman delikleri seçebiliyorum!”

Bilgin Tefnut,: ”Harika. Ama şimdi esas deneme başlıyor: uzak gezegenler, komşu aylar… ve belki de hiç kimsenin görmediği detaylar.”

Enlil-Hotep, yıldızgördürgeç’in yanında dururken: ”Bu teleskop sadece gökyüzünü göstermekle kalmayacak, aynı zamanda bizim anlayışımızı değiştirecek. Şimdi keşiflere başlayabiliriz.”

Şarmaadat ve bilginler, gece boyunca tüpü gökyüzüne çevirdiler; ilk keşifler başladı: Ay’ın kraterleri, Jüpiter’in uyduları, Satürn'ün halkaları ve uzak yıldız kümeleri birer birer netleşiyordu. Mum ışığıyla çizilmiş odak noktaları ve sayısız deneme, nihayet bir çok ayrıntı gözle görülebilir hale gelmişti.



23.8. Kral'ın Yıldızgördürgeç Bağımlılığı

Kral, sarayın en yüksek terasına çıkarak her gece dev teleskopa bakıyordu. İlk bakışından sonra gözünü teleskoptan ayıramadı. Gökyüzünde gördüklerinden o kadar büyülenmişti ki, sabaha kadar uyumuyordu.

Kral (hayranlıkla): ”Bu… inanılmaz! Ay’ın yüzeyindeki kraterleri, dağları… hepsini görebiliyorum! Daha önce kimse böyle detayları görmemiş olmalı.”

Kral gözlem yaparken astronomlar sessizce yanında duruyor, not defterini açıp her gözlemini kaydediyor, çizimler yapıyor, yıldızların yerlerini not ediyordu. Galileo Galilei gibi, kral da her gece ayrıntılı kayıtlar tutuyordu.

Kral (hevesle): ”Samanyolu… Yıldızlardan oluşmuş! Ve bakın, Jüpiter’in uyduları… Venüs’ün evreleri… Güneş lekeleri bile… Bu teleskop bir mucize!”

Enlil-Hotep gülümsedi: ”Efendimiz, teleskop sadece gökyüzünü göstermekle kalmıyor, aynı zamanda gökbilim anlayışımızı tamamen değiştiriyor. Artık gezegenler ve yıldızlar hakkında daha doğru bilgiler edinebileceğiz.”

Kral merceği biraz daha ayarlayarak uzak yıldız kümelerine odaklandı:

Kral: ”Ve… kuyruklu yıldız! Görebiliyorum, kuyruğu ışıldıyor. Her gece, her detay… Bu alet bağımlılık yapıyor!”

Şarmaadat babasına fısıldadı: ”Baba, kral artık teleskopa bağımlı. Her gece gökyüzüne bakmak istiyor. Bu, keşiflerimizi hızlandıracak, ama… uykusuz kalacak.”

Hapu gülümsedi, başını salladı: ”Oğlum, kralın ilgisi, bizim en büyük şansımız. Ama biz de dikkat etmeliyiz; teleskop ve gözlemler için sürekli destek lazım. Her mercek, her ayar önemli. Gece boyunca çalışacağız.”

Bilgin Ptolem ve Tefnut not defterlerini açarak yıldız ve gezegen çizimleri yapmaya başladılar. Şarmaadat, teleskoptan gördüklerini hızlıca kaydediyor, önemli detayları deftere çiziyordu. Her gece yeni bir keşif, her gece yeni bir heyecan demekti. Her keşif kayıtlar salonu kütüphanesine arşivlendi.

23.9. Aynalı Teleskop Fikri

Kral, gözünü teleskoptan ayırmadan nefesini tuttu:

“Daha fazlasını görmek istiyorum… Mars üzerindeki şehirler… komşu yıldızlar… Daha büyüğünü yapın! Daha büyük mercekler, daha uzun tüpler! Bu Yıldızgördürgeç ile tüm gökyüzünü gözlerimle süzmek istiyorum!”

Şarmaadat babasına fısıldadı:

“Baba… kral artık sınır tanımıyor. Bu teleskopla yetinmeyecek; her gece daha fazlasını isteyecek.”

Hapu alnını kaşıyarak derin bir nefes aldı:

“Oğlum… bu demek oluyor ki, hem daha büyük mercekler, hem de daha sağlam çerçeveler lazım. Maliyet kral karşılayacak ama işimiz çok zor olacak. Büyük mercekler kırılıyor, kusursuz olmuyor.”

Bilgin Meritre araya girdi:

“Gerçekten de, merceğin boyu büyüdükçe kusurlar da büyüyor. Yüzeydeki küçücük çizik bile yıldızları dağıtıyor.”

Şarmaadat’ın gözleri parladı:

“O hâlde daha büyük mercek yapamıyorsak, dev aynalar yapalım! Aynalı teleskop çok daha büyük olabilir. Işığı toplayan kocaman bir ayna, sonra küçük merceklerle yönlendirilebilir.”

Başbilgin Enlil-Hotep ağır adımlarla öne çıktı:

“Bu… tamamen yeni bir düşünce. Mercek yerine parlatılmış bir yüzey. Ama dikkatli olunmalı: en ufak eğrilik görüntüyü çarpıtacaktır. Yine de, bu yol açılırsa sınırları aşabiliriz.”

Bilgin Ptolem ellerini heyecanla ovuşturdu:

“Aynalar mercekler kadar ağır olmayabilir. Parlatılmış bakır ya da özel cam kullanabiliriz. Böylece çok daha geniş yüzeylerden ışık toplayabiliriz.”

Enlil-Hotep bilginlere dönerek gür bir sesle konuştu:

“Hazırlanın! Bu dev aynalı teleskop sadece gözlem aleti değil; bir meydan okuma olacak. Kusursuz aynalar, doğru eğrilik ve titizlikle yerleştirilmiş odak noktası olmadan kralı tatmin edemeyiz. Her birimiz görev başına!”

Böylece Yıldızgördürgeç kralın gözünde hem bir eğlence hem de bir bilim aleti olmuştu. Sarayda artık her gece gökyüzü şöleni yaşanıyor, kraliyet astronomları ve Şarmaadat teleskopun sırlarını derinleştirmeye devam ediyorlardı.

...

23.10. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)

Sahara: "Neden Şarmaadat’ın babası önce ona inanmadı?"

Nil-7: "Çünkü Sahara, insanlar bazen alıştıkları düzenin dışında bir şey gördüklerinde, onu önce “hata” sanır. Camın bombeli olması onun gözünde kusurdu. Oysa gerçek keşifler çoğu zaman “kusur” gibi görünür."

Sahara: "Peki ya karıncayı kocaman gördüklerinde çok korkmadılar mı? Ben olsam biraz ürkerdim…"

Nil-7: "Korku, keşfin kapısındaki ilk bekçidir. Ama merak, o kapıyı açan anahtardır. Onlar korkunun üstüne merak koymayı seçtiler."

Sahara: "Yani… mercekleri yapmasalardı yıldızlara bakamaz mıydık?"

Nil-7: "Doğru. Bir cam parçasını küçümsemek, gökyüzünü kaçırmak demektir. Şarmaadat’ın inadı sayesinde, insanlık yıldızlara yeni bir göz kazandı."

Sahara: "Yani… mercekleri yapmasalardı yıldızlara bakamaz mıydık?"

Nil-7: "Doğru. Bir cam parçasını küçümsemek, gökyüzünü kaçırmak demektir. Şarmaadat’ın inadı sayesinde, insanlık yıldızlara yeni bir göz kazandı."

Sahara: "Nil-7, senin gözlerin de mercek mi?"

Nil-7: "Evet Sahara. Benim gözlerimde, milyonlarca küçük mercek var. Senin bakışındaki ışığı topluyorlar. Ama bil ki, en büyük mercek kalbindir."

Sahara: "O zaman kalbimle bakarsam, her şeyi daha güzel görebilirim, değil mi?"

Nil-7: "Evet küçük dostum. Ve unutma… bazen bir karınca büyüdüğünde, bütün evreni görmeyi öğrenirsin."
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL