SAHRA'NIN UYANIŞI ve YÜKSELİŞİ: M.S. 8000 - M.Ö. 5000
Sahra Çölü, bugün dünyanın en kurak ve geniş çöl alanlarından biridir; ancak yaklaşık 15.000 ila 5.000 yıl önce bu topraklar göllerle dolu, otlaklarla kaplı ve yaşamla iç içe bir ekosisteme sahipti. B...
Bölüm 16: Uçma Olimpiyatları ve İlk Roket (M.Ö. 3086)
16.1. Afrika Olimpiyatlarının Şenlik Havası
Nil kıyısındaki dev olimpiyat meydanı, bir spor arenası olmaktan çok, hayatın bütün renkleriyle bezenmiş gökkuşağı gibiydi. Yarışlar arasında geçen boş saatlerde meydan, adeta bir panayıra dönüşüyor, her köşeden farklı bir ses, farklı bir koku yükseliyordu. Sudan’dan gelen davulcuların ritmi, Habeşistan’dan gelen dansçıların ateş etrafındaki dönüşlerine eşlik ediyor, havada baharat kokusu ve taze pişmiş ekmek kokusu birbirine karışıyordu.
Çocuklar, yüzlerini palmiye yapraklarıyla boyamış cambazların havaya attığı renkli topları izlerken kahkahalar atıyor, top çevirme numaralarını alkışlıyorlardı. "Bak anne, sihirbaz tam beş topu birden havada tutuyor!" diye bağırıyordu bir çocuk.
Anne gülümsedi: "O bir sihirbaz değil oğlum, o sadece çok yetenekli bir cambazdır!”
Tüccarlar, bağırarak mallarını pazarlıyordu: "Altın! En saf altın burada! Fildişi! Doğu'nun incisi!"
Her köşe başında bir hikâye anlatılıyordu. Ozanlar, dillerinde olimpiyat kahramanlarının destanları, telli sazlarıyla ezgiler çalıyordu. Şifacılar, otlarla yapılan merhemlerini satıyor, "Bu, ateşi düşürür, bu, yaraları iyileştirir!" diye sesleniyorlardı.
Ama kalabalığın içinde en çok dikkat çeken, yabancı bir sihirbazdı. Siyah pelerinine altın işlemeler dikilmiş, gözlerinde keskin bir parıltı vardı. Yanında getirdiği gizemli kutular ve toz dolu keseler, herkesin merakını cezbetmişti.
Kral Karmen’in tahtına yakın oturan iki vezir, fısıldaşıyordu.
"Bu sihirbaz, duman çıkaran büyüler yapıyormuş," dedi birinci vezir Zekhutem, gözleri sihirbazın üzerindeydi.
"Patlayan ateşi varmış," diye ekledi diğeri, ürpererek. "Bir anda ortadan kayboluyormuş."
Kral Karmen, bu fısıltıları duyduğunda dudaklarında ince bir gülümseme belirdi. Kendi kendine mırıldandı: "Bakalım bizim olimpiyatlarımızı yalnızca güreşçiler mi, yoksa bu sihirbaz da tarihe yazdıracak mı?"
16.2. Birinci Uçma Olimpiyatları: Gökyüzü Arena
Kemet ülkesinde güneş, ufuk çizgisinin hemen üstünde kızıl ve altın tonlarını gökyüzüne cömertçe serperken, Nil nehri kıyılarda 2000 yıldır devam eden Afrika olimpiyatları, bu sene tarihin ilk Uçma yarışlarıyla başladı. Palmiye ağaçlarının arasına serilmiş renkli örtülerin üzerinde oturan seyirciler, boyunlarını uzatmış, adeta tek vücut olmuşçasına gökyüzünü izliyordu. Havada bir heyecan uğultusu vardı; rüzgârın taşıdığı baharat kokuları, davul sesleri ve fısıltılarla karışıyordu.
Rampaların ucunda duran sporcular, hafif ama bir o kadar da sağlam delta kanatlarını sırtlarına geçirmiş, kartallar gibi süzülecekleri anı bekliyordu. Rüzgâr, her birinin yüzünde serin bir okşamaydı. Son bir nefes, son bir bakış… Ve birer birer havalandılar. Ve böylece, birinci Uçma Olimpiyatları resmen başlamış oldu. Gökyüzü artık sadece bir boşluk değil, cesaretin ve özgürlüğün ta kendisiydi.
Her sporcu, gökyüzünde bir şiir yazıyordu. Bazıları, yükselen termik akımları ustaca kullanarak yüksek irtifalarda süzülüyor, adeta görünmez bir eli tutarak sonsuzluğa uzanıyordu. Onların süzülüşü, uzun ve sessiz bir meditasyon gibiydi. Diğerleri ise daha cesur, daha gösterişliydi. Vadilerin üzerinden hızla geçiyor, keskin dönüşler yapıyor, seyircileri her an patlamaya hazır birer coşku bombasına dönüştürüyordu.
Seyircilerden bir çığlık yükseldi: "Bakın, uçuyor! Kuşlar gibi!"
Başka biri, yüksek irtifalarda termik akımları kullanarak sessizce yükseldi. "Nasıl da zarif!" diye bağırdı bir kadın, elini göğsüne bastırarak. "Sanki rüzgârın kendisi olmuş!"
Torunu, gözleri parıldayarak cevap verdi: "O kanatlar, güneş gibi parlıyor dede!"
Kanatlar, güneşi yansıtan renkli birer ayna gibi ışıldıyor, hafif esen rüzgârın uğultusu uzaktan gelen alkışlarla karışıyordu. Her süzülüş, gökyüzünde bir resimdi; her dönüş, bir fırça darbesi. Ancak gün batımı yaklaştıkça, termikler yavaş yavaş gücünü kaybediyordu. Sporcular, iniş noktalarına doğru zarifçe süzülmeye başladılar. Kimi son anda keskin bir dönüşle inerek seyirciden bir ”Vaaay! Bravo! En iyisi o!” nidası koparıyor, kimi ise sessiz ve sabırlı bir süzülüşle izleyicileri hayran bırakıyordu.
16.3. Uçma Yarışması Ödül Töreni
Gün batımı, vadiye altın bir örtü sermişti. Gökyüzü, cesur pilotların renkli kanatlarıyla hala doluydu. Son süzülenler vadiye yaklaşırken, seyirciler nefeslerini tutmuş, son inişi bekliyordu. Hakemler, ellerindeki tahtalara dikkatle not alıyor, en uzun havada kalma süresini ve en yüksek irtifayı belirliyordu.
Son olarak, delta kanatla süzülen genç kız Amina, vadilerin üzerinden zarif bir dönüşle iniş alanına süzüldü. Kanatları, gün batımının turuncu ışıklarını yansıtarak adeta ateşten bir kuş gibi parlıyordu.
Bir hakem yüksek sesle bağırdı: "Amina! En uzun süzülüş kategorisinin birincisi!"
Seyirciler coşku içinde alkışlıyor, dalgalanan bayraklar ve kızıl güneş ışığıyla birleşen manzara, tarihe kazınacak bir açılış sahnesi yaratıyordu.
Ardından, uçurtmacı kardeşler Musa ve Tarek’in devasa uçurtmaları gökyüzünde yükseldi. Uçurtmaların ipleri, neredeyse rüzgârla dans ediyordu. Hakemler, özel aletlerle iplerin yüksekliğini ölçtü.
"En yükseğe çıkan uçurtma, Tarek'in!" diye yankılandı meydanda. Tarek, abisinin omzuna vurarak sevincini paylaştı.
Sıcak hava balonları kategorisinde ise bilge pilot Zola, gün batımının altın ışıklarını arkasına alarak balonunu gökyüzünde süzdü. Balonu, yükseklik kabiliyetiyle rakiplerini geride bırakmıştı. Zola, iniş alanına zarif bir şekilde konduğunda seyirciler, "Ne büyük bir ustalık!" diye mırıldanıyordu.
Kral Karmen, altın tacı ve uzun peleriniyle, törensel bir yürüyüşle iniş alanına yine geldi. Altın kupayı elinde tutarak, önce Amina'yı çağırdı. Gözleri gururla parlıyordu. Rüzgâr hafifçe esti ve kralın pelerinini havalandırdı. O an için dünya, sadece o cesur pilota, gökyüzüne ve o parlayan kanatlara aitmiş gibiydi.
Kral Karmen, kupayı pilotun ellerine bırakırken, "Amina," dedi. "Cesaretin ve zarif süzülüşün, gökyüzünü bile büyüledi, gökyüzüne sadece bir insan gibi bakmadın. Orayı, bir kartalın evi gibi gördün. Bu kupa, kanatlarının değil, yüreğinin bir nişanesidir. Sen, bu çağın ilhamısın."
Pilot diz çöktü, kupayı alırken titreyen bir sesle yanıtladı: "Teşekkürler, efendim. Gökyüzü artık bizim evimiz!" Amina, kupayı iki eliyle tutup havaya kaldırdı, gözleri yaşarmıştı.
Ardından Tarek ve Zola da çağrıldı. Her biri, kupasını alırken kalabalık alkışlarla inledi. Bayraklar dalgalandı, güneşin kızıl ışıkları yarışmacıların etrafında dans ediyordu.
O an, vadideki insanlar ve gökyüzündeki pilotlar için, sadece bir yarış bitmemişti; cesaretin, hayal gücünün ve özgürlüğün kutlandığı bir şölen başlamıştı. Gökyüzü artık sadece bir boşluk değildi; tarih boyunca hatırlanacak bir arenaydı. Ve birinci Uçma Olimpiyatları, böylece efsaneye dönüştü.
16.4. Geleneksel Timsah Yakalama Yarışı
O gün öğleden sonra olimpiyat alanının ortasında, Nil’den getirilen suyla doldurulmuş büyük bir havuz hazırlanmıştı. Güneşin altında parlayan suyun içinde, kıyılarında güneşlenen kocaman Nil timsahları göze çarpıyordu. Davullar gürlüyor, kadınlar ellerindeki çalgılarla ritim tutuyor, seyirciler bağırarak tezahürat yapıyordu.
Bir tellal yüksek sesle duyurdu: "Şimdi olimpiyatların en cesur yarışması başlıyor! Timsah yakalama!"
Seyirciler, heyecanla ayağa kalktı. Bazıları kahkahalarla gülerken, bazıları korkuyla ellerini ağzına götürdü. Timsah yakalama, güreş veya koşu gibi bir beceri değil, canlı bir hayvanla baş etme cesareti gerektiren, ölümüne bir mücadeleydi.
İlk yarışmacı, geniş omuzlu bir Nubyalı delikanlı, havuzun kenarına geldi. Elindeki kalın sicimi sıktı. Halk, "Yaşasın! Yaşasın!" diye tempo tuttu. Davullar gürledi ve delikanlı suya atladı.
Suya girmesiyle birlikte, timsahlardan biri dev gibi kuyruğunu şaklattı ve suyu köpürttü. Seyircilerden çığlıklar yükseldi. Delikanlı, timsahın sırtına atlamaya çalıştı ama kaygan pullar yüzünden yana kaydı. Timsah, keskin dişlerini şaklattı, suyun üstünde köpükler yükseldi. Tam o anda delikanlı, ipi timsahın ağzına doladı.
"Ooooh!" diye bağırdı herkes.
Timsah, kolay kolay pes edecek gibi değildi. Deli gibi çırpındı, yarışmacıyı neredeyse suyun dibine çekecekti. Çocuklar korkuyla annelerinin kucağına saklanıyor, ama gözlerini de havuzdan ayıramıyorlardı. Sonunda delikanlı, tüm gücünü kullanarak ipi sıkıca bağladı ve timsahın ağzını kapatmayı başardı. Seyirciler ayağa fırladı, tezahürat ve davullar kulakları sağır etti.
Kral Karmen yerinde doğrulup hayranlıkla alkışladı. "İşte cesaret budur!" diye haykırdı, sesi heyecandan titriyordu.
Sonraki yarışmacılar daha farklı taktikler denedi. Kimisi timsahı kuyruğundan yakalayıp sudan dışarı çekmeye çalıştı, kimisi sırtına atlayıp elleriyle boğmaya kalktı. Bazıları başarısız oldu, korkuyla geri kaçtı. Her başarısızlıkta seyirciler hem kahkahalara boğuldu hem de "Yuh!" sesleriyle ortalığı inletti.
16.5. Olimpiyat Ödülleri
O gün Kemet toprakları, tam bir bayram yeriydi. Meydan rengârenk kumaşlarla süslenmiş, davullar ve borazanlar sabahın erken saatlerinden itibaren çalmaya başlamıştı. Yarışmacılar, altın kupaları kazanmak için meydanda sıralanıyordu.
Koşu yarışında, Nil kıyısında yetişmiş, rüzgâr gibi hızlı, çıplak ayaklı bir Nubyalı genç, herkesten önce bitiş çizgisine ulaştı. Kral, ona kupayı bizzat verirken "Sen ayaklarının değil, yüreğinin gücüyle koştun!" dedi. Genç adam, gülümsedi ve başını eğerek kralı selamladı.
Yüzme yarışında, Nil'den getirilen özel bir kanalda yarışan ince yapılı bir genç kız, suyu adeta yararak ilerledi ve birinciliği kazandı. Kral, kupayı verirken "Sen Nil’in kızısın, dalgaların dostusun!" diye seslendi.
Palmiye ağacına tırmanma yarışında, kaygan gövdelere rağmen zirveye tırmanan küçük ama çevik bir köylü çocuğu, kopardığı hurmayı havaya kaldırdı. Kral ona kupayı verirken, "Boyun küçük ama cesaretin dev gibi!" diyerek onu onurlandırdı.
At ve deve yarışlarında da coşku doruk noktasına ulaştı. Atların nal sesleri davul gibi yankılandı, develer inatçı ama hızlı adımlarıyla seyirciyi coşturdu. Yarışmacılar, kupalarını alınca gururla gülümsedi.
Günün en korkulan ve en heyecan verici yarışı olan timsah yakalamanın birincisi, kralın elinden kupayı alınca onu havaya kaldırdı. Seyirciler, ayakta çılgınca alkışladı.
Kral Karmen, meydanda sıralanmış şampiyonlara ve coşkulu halka seslendi: "Bu kupalar altından yapılmış olabilir ama asıl altın, bu insanların yüreğindedir! Cesaret, hız, çeviklik ve akıl… İşte krallığımızı yüceltecek değerler bunlardır!"
Halk coşkuyla bağırdı: "Yaşasın Karmen! Yaşasın Kral'ımız!"
Havuzun kenarında bekleyen sihirbaz, kalabalığı gözlemliyordu. Her tezahüratta, her korku çığlığında insanların duygularını ölçüyor gibiydi. O, birazdan yapacağı herkesi gölgede bırakacak "patlayan" gösterisiyle bu koca olimpiyatın asıl yıldızı olmayı kafasına koymuştu.
16.6. Sihirbazın Dumanlı Kaybolma Gösterisi
Kral Karmen’in avlusu, kavurucu Afrika güneşi altında parıldıyordu. Ama bugün, her zamankinden farklı bir telaş, havayı elektriklemişti. Avlunun ortasına kurulmuş, garip işaretlerle bezeli ahşap kutu, halkın merakını çekmişti.
Sihirbaz, ellerini hızlıca hareket ettiriyor, bilinmeyen tozları ve iksirleri kutunun içine bırakıyordu. Halk nefesini tutmuş, meraklı gözlerle her hareketi izliyordu. Sihirbaz, son bir toz tutamını kutuya attığında, içeriden hafif bir tıslama yükseldi. Ardından, kutudan ince bir duman süzüldü, gökyüzüne doğru kıvrılarak avluyu mistik bir sis perdesiyle sardı. Koku, baharatlı ve topraklıydı, sanki yeryüzünün ruhu nefes alıyordu.
Sihirbaz, gülümsedi. Gözleri kralın bakışlarıyla birleşti. Elindeki meşaleyi kutuya doğru uzattığında, küçük bir kıvılcım kuru otları tutuşturdu.
BOOM! Avluda sağır edici bir patlama yankılandı. Duman anında avluyu yuttu; halk çığlık attı, askerler kılıçlarına sarıldı. Duman yavaşça dağıldığında, kutunun olduğu yerde bir boşluk vardı. Sihirbaz ortadan kaybolmuştu! Halk şaşkınlıkla birbirine bakıyor, fısıltılar havalanıyordu.
"Nereye kayboldu?" diye sordu biri.
"Bu bir büyü!" diye bağırdı diğeri, korkuyla.
Başbilgin Enlil-Hotep Kral'ın yanına giderek kulağına bir şeyler fısıldadı.
Kral Karmen, yerinden doğruldu, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Koruma görevlilerine, sihirbazı yakalayıp kendisine getirmelerini emretti. Sihirbaz başka bir duman patlamasıyla birlikte tekrar ortaya çıktığında etrafı askerlerle sarıldı. Yakalanıp kralın önüne getirildi.
16.7. Sihirbazın Sırrı
Kral Karmen bağırdı: "Bu yaptığın sihirbazlık gösterisiyle bilginlerimizin dikkatini çektin. Kayıtlar salonuna 2000 yıldır kaydedilmemiş bir bilginin sende olduğu fark ettiler. Halkın büyü dediği bu şeyin sırrını öğrenip bunun faydalı kullanımlarını araştıracağız."
Sihirbaz, pelerinin ve ellerinin is ve tozla kaplı olmasına rağmen sakin bir gülümsemeyle konuştu:
"Efendim, ben bir büyücü değilim, bir mucidim. Bu patlama, özel olarak hazırladığım karışımın bir sonucudur."
Kral Karmen bağırdı: "Nedir o karışım? Hemen söyle!"
Sihirbaz: "Her bileşen doğanın farklı bir yüzünden gelir. Kara dumanın özü, üç elementin uyumudur. Ateşin diliyle konuşan bu üçlü... Simyacılar onlara Tanrı tuzu, Kara ruh ve Güç ateşi derler. Doğru oranlarda karıştırıldığında ve ateşle temas ettiğinde, ses ve duman çıkarır. Fakat dikkat edin! Sıkıştırılırsa öyle bir patlama oluşturur ki bu saray bile yerle bir olur."
Kral Karmen, Başbilgin'e yazmasını işaret etti.
Başbilgin Enlil-Hotep kalemini çıkarıp merakla sordu: "Bu maddeler nereden temin edilir."
Sihirbaz ellerini açarak açıkladı:
"Tanrı tuzu; mezarlık duvarlarından toplanan kutsal beyaz kristaldir. Siz ona güherçile dersiniz. Gübreli toprakta da bulabilirsiniz.
Kara ruh; toprağın içinden gelen yanıcı maddedir. Siz ona odun kömürü dersiniz. Kemet'te bol miktarda bulunur.
Güç ateşi; kokan taştır. volkanın öfkesidir. Siz ona kükürt dersiniz. Volkanik bölgelerde ve sıcak su kaynaklarıdan elde edilir."
Bilginler şaşkınlıkla birbirine baktılar; böyle bir bilgiye daha önce hiç rastlamamışlardı.
16.8. Elementlerin toplanması
Başbilgin Enlil-Hotep, üç genç bilgini gönderdi. Her biri bir elementin peşindeydi:
Tanrı tuzunu toplamak için bilgin Nabu-Ser, mezarlık duvarlarının gölgelerinde dolaştı. Kristal beyazı birikintileri, gece çiyinden sonra parlıyordu. Bir rahip fısıldadı: ”Bu tuz, ölülerin sessizliğinden doğar.” Nabu-Ser, kristali topladı.
Kara ruh toplamak için Bilgin Tefnut, eski bir kömür ocağına indi. Toprak, yanık odun kokuyordu. Kara ruh, ellerine bulaştı. Simsiyah, kuru ve hafif. Tefnut, bir parça alıp torbasına koydu.
Güç Ateşini toplamak için bilgin Irsu, doğal yeraltı mağarasının derinliklerine yürüdü. Jeotermal sıcak su kaynağının çevresinde sarı kristaller buldu. Kükürt, keskin çürük yumurta kokusuyla havayı doldurdu. Irsu, kristali kavanoza koydu.
16.9. İlk Deney
Kayıtlar salonu laboratuvarı, günlerdir ayak sesi duymamıştı. Duvarlar, eski yazıtların solmuş izlerini taşıyor; her taş, bir zamanlar konuşmuş gibiydi. Başbilgin Enlil-Hotep, elinde sararmış parşömenle önde yürüyordu. Ardından üç genç bilgin; Nabu-Ser, Tefnut ve Irsu sessizce ilerliyordu. Her biri, doğanın farklı bir yüzünden topladığı maddeyi taşıyordu.
Nabu-Ser’in torbasında, mezarlık duvarlarından kazıdığı beyaz kristaller vardı. Onlara ”Tanrı tuzu” diyorlardı ama o, içinden hep ”ölü şeysi” diye geçiriyordu. Potasyum Nitrat kristallerinin sessizliği, ölülerin nefesi gibiydi.
Tefnut’un elleri, kömürle kararmıştı. ”Kara ruh” dedikleri madde, toprağın derinliklerinden çıkarılmıştı. Odun kömürünün her parçası, geçmiş bir yangının hatırasıydı.
Irsu ise, volkanın eteklerinden topladığı sarı kristalleri bir kavanozda taşıyordu. ”Güç ateşi” adını verdikleri bu kükürtlü taşlar, yerin öfkesini kokluyordu.
Sessizlik Odası’na vardıklarında, Enlil-Hotep durdu. Gözleri, taş levhanın üzerindeki eski simyasal sembollere takıldı. Derin bir nefes aldı.
“Bu,” dedi, ”yeni bir devrin başlangıcıdır. Güç istemek kötü değildir. Gücü kötülük için kullanmak kötüdür.”
Üç bilgin, ellerindeki maddeleri dikkatle ölçtü. Enlil-Hotep formülü dikte etti:
“Tanrı tuzu: üç ölçü. Kara ruh: iki ölçü. Güç ateşi: bir ölçü. Ateşle temas ettirilecek. Sıkıştırılmayacak.”
Tefnut, kıvılcım taşını çıkardı. Bir anlık sessizlik. Sonra ateş.
Patlama olmadı. Ama bir anda sesle birlikte yoğun bir duman yayıldı. Gri, keskin ve eski bir kokuyla dolu. Duvarlar titredi.
Diğer bilgin Tefnut yüzü isle kaplanmış titreyen yüksek sesle konuştu:
“Bu... yeni bir silah mı, yoksa göğe çıkmanın sırrı mı?”
Enlil-Hotep, dumanın içinden sadece gözleri görünüyordu:
“Her bilgi, ikisine de dönüşebilir. Biz silaha değil, göğün sırrına talibiz.”
Bilginler birbirlerine baktı. Gözlerinde hem korku hem hayranlık vardı. Bir kez daha, doğa konuşmuştu ve onlar dinlemişti.
16.10. Tesadüfen İlk Roket
İlk patlama deneyi için kutuyu dışarıya çıkardılar. Taşırken Tefnut alt kapağını sıkıca kapatmayı unutmuştu. Patlamayı izlemek için bütün bilginler toplandı. Kral Karmen'de balkondan izliyordu.
Yanan meşaleyi uzun bir ipe bağlamışlardı. İpi çekerek meşaleyi kutuya yaklaştırdılar. Kutunun dibi fırlamış, içindeki enerji kontrollü bir şekilde yön değiştirmişti. Karışım, patlamaktan çok, yüksek bir itiş gücü kazanmıştı. Islık sesi çıkararak göğe doğru fırlayıp yükselen kutunun havada süzüldüğünü bilginler merakla izliyordu. Kutu tam dumanlar arkasından gözden kaybolmak üzereyken tekrar düşmeye başladı. Bilginlerin seyrettiği yerin birkaç metre yanına düştüğünde herkes korkuyla kaçıştı.
Kral Karmen, gözlerini fal taşı gibi açarak bağırdı: "Daha yükseğe!"
Ve işte, tesadüfen ilk roket deneyi başlamış oldu. Kara barut, patlama amacıyla hazırlanmıştı ama yanlışlıkla kontrollü bir uçuş aracı haline gelmişti. Kralın "Daha yükseğe!" demesi bilginlerin aklında yeni fikir oluşturdu "Roketli Uçuş Sanatı"
Sihirbazın gülümsemesi, hem bir sır hem de yeni bir çağın müjdecisiydi. Bilginler, bu enerjiyi nasıl yönlendireceklerini ve ileride ne gibi uygulamalar bulacaklarını düşündüler. Halk ise bir efsaneyi izlediğini anlamıştı: tesadüfi bir deney, roketin doğuşunu müjdelemişti.
..
16.10. Sahara & Nil-7 Diyaloğu (M.S. 8000)
Sahara, gözleri parıldayarak: "Nil-7, bu inanılmazdı! Olimpiyatlarda uçma yarışları, timsah yakalama… Bir de yanlışlıkla roket yapmaları! İnsanlar hem oyun oynuyor hem de tarihin akışını değiştiriyor."
Nil-7, kuyruğunu yavaşça kıvırarak: "Evet Sahara. Eğlence ile keşfin, cesaret ile bilginin birleştiği bir andı. Çoğu büyük buluş böyle doğar: hatalar, oyunlar, meraklar… Ve bir gün farkında olmadan gökyüzüne dokunurlar."
Sahara, gülümseyerek: "Yani aslında ilk roket, bir çocuk oyuncağı gibi tesadüfen ortaya çıkmış öyle mi?"
Nil-7, başını sallayarak: "Tam olarak öyle. İnsanlar bazen oyun oynarken, bazen de bir hata yaparken en büyük sıçramaları yaşar. O kutunun göğe fırlaması, bilginlerin zihninde yeni bir soruyu doğurdu: 'Daha yükseğe çıkabilir miyiz?'“
Sahara, hayal kurar gibi uzaklara bakarak: "Ve o soru sayesinde ben de gökyüzüne uçacağım…"
Nil-7: "Daha da ötesine gideceksin. Onlar gökyüzüne bakıp sorular sordular. Sen o soruların cevabını bulacaksın.."
Sahara bir an sessiz kaldı, gözlerinde hem çocukça bir sevinç hem de sorumluluğun ağırlığı parladı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.