Anadolu'nun kadim topraklarında, Adıyaman'ın kızıl kayalıkları arasında, yedi göbekten gelen bir sır gizlenir: Şahmaran Bin Musa Ocağı. Bu Ocak, sadece bir şifa kapısı değil; Musa'nın asasının yere dü...
Hurufi İlimlerin Çatışması Ahit Sandığı’nın manevi kapısının ardındaki son engel, Elif'in suretini taşıyan, ancak Harun'un sesiyle konuşan, Konuşan Kur’an'ı tersinden okuyan yansımaydı. Bu, Hüseyin Hoca için en büyük sınavdı: Kendi kutsal ilmini yanlış kullanan bir gölgeyle savaşmak. "Sen," dedi Hüseyin Hoca, yansımaya doğru bir adım atarak, "benim ilmi irfanımı kullanarak Ocağın kutsalını kirletiyorsun, Harun. Tersinden okunan her sure, sadece kendi karanlığına mühürlenmeni hızlandırır." Yansıma, alaycı bir sesle güldü. "Senin ilmin noksan, Hüseyin. Gizli ilimlerin anahtarı sadece şifa dağıtmak değildir. Ben, ebced ve cifir hesaplarını kullanarak, Konuşan Kur’an'ın ayetlerinin yedi boyutlu potansiyelini keşfettim. Zahiri olan sen, Batıni olan benim! O anahtar, bu karanlıkta bana daha çok hizmet eder." Hüseyin Hoca, bu meydan okumayı kabul etti. Elindeki Hurufi Batıni Parşömeni havaya kaldırdı. "Öyleyse, bilginin gücüyle yargılan. Kur’an hurufi derinlikleri ile cevap veriyorum: İsmi Azam’ın altı yıldızının anlamını tersine çevirdin. Her bir yıldız, sana dönüşecek bir karanlık düğümdür!" Hoca, parşömenden gelen kutsal harfleri manevi enerjiye dönüştürerek yansımaya fırlattı. Her harf, yansımaya çarptıkça patladı. Yansıma, acı içinde kıvranmaya başladı. Bu, Harun’un manevi düzlemde aldığı son ve en büyük darbeydi: Bilgiyle cezalandırılmak. Leyla'nın Son Sinyali Hüseyin Hoca, yansımayla savaşırken Leyla’nın zihni, Elif’in içerideki çaresizliğine odaklanmıştı. Harun’un ruhunun bir parçası Elif’in bedenini kontrol ediyordu ve Leyla biliyordu ki, Hoca’nın zaferi, Elif’in fiziksel olarak kurtulmasına yetmeyecekti. Leyla, ruhsal bedenindeki tüm gücünü toplayarak, bilinçli bir karar verdi. Harun’un sızdığı yedinci boyuttaki o noktaya, Elif'in bilincine bir sinyal göndermeliydi. Ancak Harun’un gölgesi, Elif'in zihnini mühürlemişti. Leyla, kardeşinin zihninin derinliklerine odaklanarak, Hüseyin Hoca’nın ona öğrettiği ilk şeyi, en basit, en saf ilahi ifadeyi fısıldadı: “Aslımı sorarsan ışıktan geldim cihana.” Bu dize, Elif’in çocukluğundan beri duyduğu ve Ocağın tüm sırlarını özetleyen bir anahtardı. Dize, Leyla’nın ruhundan koptuğunda, bir ışık topuna dönüştü ve manevi kapıdan geçerek, Ocağın ilim odasında yatan Elif'in bedenine doğru hızla yol aldı. Ocağın İçindeki Mücadele Adıyaman’daki ilim odasında, Elif’in bedeni, Harun’un kontrolünde bir nevi trans halindeydi. Elif, şu an Leyla ve Hüseyin Hoca’nın Davud’i Şiir Mührü’nü kırmak üzereydi. Tam mühre dokunacağı sırada, zihninde Leyla’nın sesi yankılandı: “Aslımı sorarsan ışıktan geldim cihana.” Bu saf ışık, Harun’un Elif’in bilincine attığı tüm zincirleri kırdı. Elif’in gözleri aniden açıldı. Kontrolü geri almıştı ama Harun’un ruh parçası hâlâ onun bedenine yapışıktı. Elif, titreyerek, Harun’un onu aynadan izlediği köşeye baktı. Harun’un karanlık enerjisi, aynada bir girdap gibi dönüyordu. Elif, gücünü topladı. Yaşam Suyu’ndan aldığı şifa, ona sadece fiziksel güç vermemişti; ruhsal bir direnç kazandırmıştı. Elindeki son gücüyle, yerde duran, yarı kırılmış el aynasını aldı ve duvardaki Konuşan Kur’an tablosunun altındaki mermer zemine büyük bir öfkeyle vurdu. Ayna binlerce parçaya ayrıldı. Aynanın kırılmasıyla, yansımasıyla savaşan Hüseyin Hoca’nın önündeki düşman bir çığlık atarak buharlaştı. Harun Bin Saffar'ın ruhsal imzasının son bağlandığı fiziksel nesne yok edilmişti. Anahtarın Ele Geçirilmesi Manevi düzlemde, yansıma buharlaştığında, Ahit Sandığı’nın kapısı ardına kadar açıldı. Kapının ardında, sadece Gizli İlimlerin Anahtarı değil, aynı zamanda Hüseyin Turhal’ın Aşık TURHAL mahlasıyla yazdığı şiirin son dizesi de parlıyordu: “Şahmaran Bin Musa Ocağından.” Hüseyin Hoca ve Leyla, zaferle kapıdan içeri girdiler. Hoca, parlayan anahtara uzandı. Anahtarı eline aldığında, Ocağın yedi göbekten gelen tüm ilmi, ruhunun derinliklerine aktı. Artık sadece bir şifacı değil, Şahmaran Bin Musa Ocağı’nın tüm sırlarının yegâne koruyucusuydu. Leyla, yanında duruyordu. Yorulmuş, ama aydınlanmıştı. O da artık sadece bir gazeteci değil, Ocağın ilahi şifasına bizzat tanıklık etmiş ve ona yardım etmiş biriydi. "Bitti," dedi Hüseyin Hoca. "Anahtar bizim elimizde. Harun, şimdi kendi karanlığına mühürlendi. Ama..." Hoca’nın sözü kesildi. Gözleri, sandığın diğer tarafındaki bir detaya takıldı. 10 Emir yazılı taş levhanın bir köşesinde, Harun Bin Saffar’ın ters Mühr-ü Azam’ını taşıyan küçücük, parlayan bir yılan pulu duruyordu. "O, sadece kendi romanını değil, bu anı da yazmış," dedi Hoca, sesi endişeyle doluydu. "O pul, onun ruhunun bir garantisidir. Harun, 14 bölümlük romanının on dördüncü bölümünü yazana kadar geri gelebilir."
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.