Anadolu'nun kadim topraklarında, Adıyaman'ın kızıl kayalıkları arasında, yedi göbekten gelen bir sır gizlenir: Şahmaran Bin Musa Ocağı. Bu Ocak, sadece bir şifa kapısı değil; Musa'nın asasının yere dü...
Adıyaman, 1990’ların Sonu Güneş, Nemrut Dağı’nın kadim zirvelerinden süzülerek Adıyaman'ın eski mahallelerindeki taş evlerin nemli sırtlarına vurmaya başladığında, Hüseyin Turhal’ın Dergâhı uyanırdı. Burası, dışarıdan bakıldığında sıradan, kerpiç ve taştan yapılmış, önünde yaşlı bir dut ağacının gölgelendiği mütevazı bir yapıydı. Ancak içeride, asırlar süren bir ilmin ve derin bir manevi sükûnetin yankısı vardı. Burası, halk arasında fısıltıyla anılan Şahmaran Bin Musa Ocağı’nın son durağıydı. Hüseyin Hoca, her sabah güneş doğmadan önce abdestini alır, ocak odasının loş ışığında, dumanı tüten özel tütsülerin kokusu eşliğinde dersine başlardı. O, bu ocaktan miras kalan ilmin yalnızca bir taşıyıcısı değil, aynı zamanda Aşık Turhal mahlasıyla şiirler yazan bir gönül adamıydı. En çok bilinen, Dergâh’ın duvarlarında eski hatla çerçevelenmiş şiiri, buranın kapı anahtarıydı: Dergahmız şifa kaynağı sunar, Edep ile gelen Lütufla Döner... İlim İrfan dolu heybemiz var, Edep ile gelen Lütufla Döner. Bu dört mısra, Hüseyin Hoca’nın hayat felsefesiydi. Gelen, ne ararsa arasın; ister kısmet, ister şifa, isterse sadece huzur; aradığına kavuşmasının tek şartı vardı: Edep. Edep, bu kapının sırrıydı. Kalbinde kibir, cebinde ihtirasla gelen, ilim İrfan dolu bu heybeden bir damla bile alamazdı. Ama tevazu ve samimiyetle diz çöken, eli boş dönmez, mutlaka bir lütufla müjdelenirdi. Hoca, yaşlı, yorgun ve acıyla dolmuş yüzlere bakmaya alışkındı. Gelenler, modern tıbbın, psikolojinin veya hukuk sisteminin düğümleyip bıraktığı, tıbbın çözüm bulamadığı vakalardı. Onların üzerlerindeki görünmez ağırlığı, odaya adım attıkları anda hissedebilirdi. O gün, ilk ziyaretçi kapıyı çaldı. Kapının tokmağına çekingen bir dokunuş... Gelen, büyük bir holdingde yönetici asistanı olan yirmi sekiz yaşındaki Ece’ydi. Parlak bir kariyere, mutlu bir ilişkiye sahipken, son altı aydır hayatı tepetaklak olmuştu. Üzerinde tarif edemediği bir ağırlık, halsizlik ve yorgunluk vardı. Odaklanamıyor, sürekli stres altında hissediyordu. Doktorlar fizyolojik bir sorun bulamamış, psikologlar ise "bunalım" tanısıyla antidepresan vermişti. Ancak Ece, bunun bir buhran değil, dışarıdan gelen bir gölge olduğunu içten içe biliyordu. Ece, Dergâh’ın eşiğinde durdu. Temizlenmiş ve parlatılmış taş zemine bakarken, sanki üzerindeki görünmez kirler bu zemine dökülüp kalacakmış gibi hissetti. İçeri girdiğinde, onu saran tütsü kokusu ve loş ışık, yıllardır aradığı huzurun ilk kıvılcımını yaktı. Gözü, çerçevedeki şiire takıldı: Edep ile gelen Lütufla Döner. Hüseyin Hoca, sedirde, önündeki sehpa üzerinde duran kalın ve eski bir deftere bakıyordu. Başını kaldırdı. Gözleri, Ece’nin ruhundaki karmaşayı, üzerindeki negatif enerjilerin ördüğü ağı anında gördü. O, Ece’nin anlatmasına gerek kalmadan, onun hikayesini Ebced ve Hurufi’nin batıni ilminde zaten okumuştu. “Hoş geldin kızım,” dedi Hoca’nın sesi. Ne bir soru, ne bir yargı vardı sesinde, sadece kabulleniş ve şefkat. “Yükün ağır, biliyorum. Yıldızın karartılmış. Ama bu kapı, yılanı asuman eden bir kapıdır. Tılsımımız, kara büyüleri çözmek için yazıldı.” Ece, hıçkırıklarını tutamadı. Kimseye anlatamadığı, kimsenin anlamadığı derdini, bu yaşlı adam tek bir bakışla görmüştü. Başını eğdi, ellerini göğsünde birleştirdi. Edeple gelen, lütfuyla karşılaşmaya hazırdı. “Sadece sabır ve edep isterim senden,” dedi Hoca, elini defterin üzerine koyarak. “Tedavin, dualarla, vefk ile, ve kadim ilmin reçeteleriyle başlayacak.” Ece’nin romanı, Dergâh'ın bu eşiğinde, umut ve arınma vaadiyle işte böyle başlıyordu.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.