Şağmir Köyü, Kelkit Vadisi’nin en ücra, en inatçı yamaçlarına tutunmuş, yedi oluğundan buz gibi suyun aktığı, taşlı toprağın ete kemiğe büründüğü bir yerdi. Soğuk, her zaman misafirdi burada, özellikle de kışa dönen Perşembe akşamlarında. Köyün en eski yapısı, Ap Aziz Dede’nin evinin alt katında yer alan, tavanı is kokusuyla mühürlenmiş Köy Odası’ydı. Duvarları kalın, pencereleri küçücük bu mekân, Cem yapılacak akşamlar köyün kalbi, Dar’ın ve Kapı’nın eşiği olurdu. O akşam da hava karardıktan hemen sonra, odanın ortasına kurulan metal sehpaya bir gaz lambası yerleştirilmişti. Fitil, titrek bir sarı ışık yayıyordu. Bu loş aydınlık, sadece odanın bir kısmını aydınlatıyor, gerisini derin, kadife karanlığa bırakıyordu. Dışarıdaki dünya yoktu artık; sadece bu ışık, bu mekân ve toplanan canlar vardı. I. Ap Aziz Dede’nin Gölgesi Odanın başköşesinde, sırtını kalın taşa dayamış olan Ap Aziz Dede oturuyordu. Yetmişli yaşlarını çoktan aşmıştı. Yüzündeki her çizgi, okunan bir nefesten, çekilen bir dardan ya da verilen bir hizmetten kalma izler taşıyordu. Dede’nin gözleri ne karanlığı ne de ışığı seçiyordu; o, her ikisinin de ötesindeki bir manayı görüyordu. Üzerindeki sade, yün cübbe, duruşuna bir heybet katıyor, ancak asıl heybet, içinden gelen sükûnetten doğuyordu. Yanında duran, üç teli olan, sedef işlemeli eski curası ise sessiz bir bekleyiş içindeydi. Saz, sadece bir enstrüman değil, Dede’nin sesi, Hakk’a ulaşan köprüydü. Perşembe akşamı, bu curanın sesiyle Kırklar Meclisi yeniden kurulacaktı. II. Ali’nin Sessiz Sorgusu Gecenin en gençlerinden biri olan yirmi yaşındaki Ali, kapıya en yakın yerde, dizleri karnına çekilmiş oturuyordu. Ali, köyde doğmuş büyümüş, ancak birkaç yıl şehre gidip gelmişti. Zihni, modern dünyanın hızı ile köyün kadim yavaşlığı arasında kalmıştı. O, Cem’i biliyordu. Çocukluğundan beri bu odada bulunmuştu. Ama bu akşam, ilk defa her şeyi sorgulayan bir gözle bakıyordu. Neden bu eski odada, neden gaz lambasının altında? Dünyada her şey değişirken, bu ritüel neden aynı kalıyordu? Dede’nin kapıdan giren her köylüyü yüzüne bakmadan, sadece adımlarının sesinden tanıması ve usulca "Hoş geldi can!" demesi, Ali’nin sorusuna bir cevap gibi çarptı. Burası, kimsenin kimseyi unutturmadığı, modern kimliklerin çözüldüğü yerdi. III. Rızalık ve Gözcü Hizmeti Köylüler ağır ağır gelip oturuyordu. Herkes yerini biliyordu: kadınlar bir yanda, erkekler bir yanda, ancak hepsi aynı halkada. Kapının yanında duran, Cem’in Gözcüsü olan Yusuf Amca, gelen herkesle fısıltıyla konuşuyor, "Kimseden bir alacağın, vereceğin var mıdır? Rızalık aldın mı?" diye soruyordu. Cem’e girmek, Dar ve Kapıdan geçmek demekti. Bu, sadece fiziki bir giriş değil, manevi bir hazırlıktı. Köye dargın giren bir Ali’nin amcası, Rıza, Yusuf Amca’nın sorusu üzerine duraksadı. Rıza’nın eşiyle aralarında küçük bir tartışma geçmişti ve Rıza, omuzlarında bu küskünlüğün yüküyle gelmişti. Rıza, derin bir nefes aldı ve Gözcü’ye fısıldadı: "Hakk’tan ve halktan rızalık almadan bu meydana girilmez. Gözcü, benim kapı eşiğinde birikmiş bir ağırlığım var. Gönlümden kin ve küskünlük akmadı. Daha içeri girmeden, eşimin rızalığını almalıyım." Yusuf Amca başını salladı. Hizmet, başlamıştı. Rıza, Köy Odası’nın alçak kapısından dışarı çıktı. Birkaç dakika sonra eşi Hatice’yi getirip, kapının eşiğinde, gaz lambasının titrek ışığı altında, başını eğerek Rıza’dan özür diledi. Hatice de eşinin gönlünü aldı. Kapıdaki bu küçük, samimi sahne, Ali’nin zihnindeki felsefi soruları bir anlığına susturdu. Bütün görkemiyle medeniyetin yapamadığını, bu loş ışık, bu eski köy odası ve bu kadim ritüel yapıyordu: İnsanları anında yüzleştirip barıştırıyordu. Ap Aziz Dede, başını hafifçe kaldırdı. Gözleri, karanlığa bir fener gibi yayılan loş ışığa kaydı. "Bismillah, bismillah..." diye fısıldadı. "Rızalık tamam, Kapı açıldı. Canlar, Çerağ Uyandırma Hizmeti’ne hazır olun. Nurun sırrına talip olalım." Ali, başını yukarı kaldırdı. Gaz lambasının loş ışığı, artık sadece bir aydınlatma aracı değil, Cem’in içine çekilen Nurun Sırrı’nın bir davetiydi.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.