Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
50. Bölüm

Köpek Metaforundan Kamusal Rızaya: Atatürk’ün İnsan-ı Kâmil Merkezli Medeniyet Projesinin Felsefi, Sosyolojik ve Siyasi Analizi

35 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Öz: Bu makale, insan olma durumunu "köpek metaforu" üzerinden açıklayan felsefi bir metinden yola çıkarak, bireysel sorumluluk ve rızalık (rıza) kavramlarının, Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1923-1938 yılları arasında inşa edilen laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin temel felsefesi ile nasıl örtüştüğünü incelemektedir. Çalışma, öncelikle metinde sunulan sûret-sîret ayrımı, insan-ı kâmil ideali ve rızalık yolu kavramlarını felsefi ve tasavvufi kökleriyle ele alacaktır. Ardından, bu bireysel ahlak sisteminin, Atatürk'ün akıl, bilim, vicdan ve emeği merkeze alan "insan merkezli uygarlık" projesiyle nasıl toplumsal ve siyasi bir modele dönüştürüldüğü analiz edilecektir. Rasyonalizm, sosyal sermaye, sözleşme teorileri ve modernleşme kuramları çerçevesinde ilerleyen bu analiz, nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesinin, kolektif bir "rızalık toplumu" inşa etmek olduğu tezini savunacaktır.

Anahtar Kelimeler: Köpek Metaforu, Rızalık, İnsan-ı Kâmil, Sûret-Sîret, Atatürk İlkeleri, Laiklik, Sosyal Hukuk Devleti, Rasyonalizm, Toplum Sözleşmesi, Ahlak Felsefesi.

Giriş: Metaforun Anatomisi ve İnsanın Ontolojik Sorusu
“İnsan nedir?” sorusu, felsefe tarihinin en kadim ve temel sorularından biridir. Bu soruya verilen cevaplar, insanı biyolojik bir varlık olmanın ötesine taşıyarak onu ahlaki, toplumsal ve siyasi bir özne haline getiren nitelikleri tanımlamaya çalışır. İncelenen metin, bu ontolojik soruyu, son derece sade ancak derin bir "köpek metaforu" ile ele almakta ve insan olma halini, salt biyolojik bir kategori (sûret) olmaktan ziyade, etik bir sorumluluk bilinci (sîret) olarak konumlandırmaktadır.

Metafora göre, bir köpeğin kümese girip tavuk yemesi, ahlaki bir fail olmadığı için ne iyidir ne de kötüdür; bu sadece içgüdüsel bir eylemdir. Aynı şekilde, sûreten (dış görünüş itibarıyla) insan olan bir varlık, eylemlerinin ahlaki sonuçlarının farkında değilse ve bu eylemlerden sorumluluk hissetmiyorsa, sîreten (öz itibarıyla) hayvani bir düzeyde kalmaya mahkûmdur. İnsan olma yolculuğu, işte bu sorumluluk bilincinin uyanmasıyla, yani "Rızalık Yolu"na girişle başlar.

Bu makale, bu metaforik çerçeveyi bir başlangıç noktası olarak alacak ve onu üç ana eksende genişletecektir:

Felsefi ve Tasavvufi Eksen: Sûret-sîret ayrımı, insan-ı kâmil ideali ve rıza kavramının İslam düşüncesi ve Batı ahlak felsefesindeki kökleri.

Bireysel ve Psikolojik Eksen: Kusuru dışarıda değil, içeride arama, özü yoklama ve telafi etme erdeminin bireyin karakter gelişimindeki yeri.

Toplumsal ve Siyasi Eksen: Bireysel rızalık arayışının, Atatürk'ün inşa ettiği laik, demokratik, sosyal hukuk devleti modeli aracılığıyla nasıl kolektif bir toplumsal sözleşmeye dönüştürüldüğü.

Nihai amacımız, Atatürk'ün modernleşme projesinin, yalnızca kurumsal bir dönüşüm değil, aynı zamanda ve daha da önemlisi, "kâmil insan" yetiştirmeyi hedefleyen derin bir ahlaki ve felsefi temele sahip olduğunu göstermektir.

1. Bölüm: Metaforun Felsefi ve Tasavvufi Temelleri: Sûret, Sîret ve İnsan-ı Kâmil
Metnin derinliği, kökleri İslam filozofları ve mutasavvıflarında bulanan kavramlarla doludur.

1.1. Sûret ve Sîret Ayrımı
Sûret (forma, shape) ve sîret (character, essence) ayrımı, İslam düşüncesinde özellikle ahlak ve metafizik alanlarında sıklıkla kullanılır. Sûret, bir varlığın dış görünüşü, fiziksel şekli, maddi varlığıdır. İnsan sûreti, onu diğer canlılardan ayıran anatomik yapıdır. Sîret ise, o varlığın içsel gerçekliği, ahlaki karakteri, niyetleri ve özüdür. Metafordaki köpek, hem sûreten hem de sîreten hayvandır. "Sûrette insan" ise, biyolojik olarak insan formunda olan ancak sîreten –yani ahlaki bilinç, akıl ve vicdan boyutunda– gelişmemiş, içgüdüleriyle hareket eden kişidir. Bu, Aristo'nun "akıl sahibi hayvan" (rational animal) tanımındaki "akıl" unsurunun eksikliğine işaret eder. Aristo'ya göre insan, logos (akıl, söz) sahibi olmasıyla diğer canlılardan ayrılır ve erdemli bir hayat sürmek onun en yüksek amacıdır (Aristotle, Nicomachean Ethics). Sîretten yoksun bir sûret, bu amacından sapmış demektir.

1.2. İnsan-ı Kâmil ve Rızalık Yolu
"Sîrette insan-ı kâmil" olma mertebesi, metnin en kritik hedefidir. İnsan-ı kâmil (kamil insan, the perfect human) kavramı, özellikle İbn-i Arabî ve sonrasındaki tasavvuf geleneğinde merkezi bir yer tutar. İnsan-ı kâmil, Allah'ın isim ve sıfatlarının tecelligâhı olan, olgunlaşmış, ahlaken kemale ermiş, hakikati bilen ve yaşayan insandır (Chittick, 1989). Metindeki tanım ise, bu ideali son derece pratik ve dünyevi bir temele oturtur: Hatayı fark etmek, telafi etmek (tazminat) ve mağdurun rızasını almak.

Buradaki "rıza" (consent, approval) kavramı, hem dini hem de felsefi bir derinliğe sahiptir. Tasavvufta, kulun Allah'ın takdirine rıza göstermesi önemli bir makamdır. Ancak metinde, bu kavram yatay bir ilişkiye, yani insanlar arası ilişkilere uyarlanmıştır. Bir eylemin ahlaki olarak meşruiyeti, onun diğer insanların rızasını kazanıp kazanmamasıyla ilişkilendirilir. Bu, Immanuel Kant'ın ünlü "ödev ahlakı" (deontological ethics) ile paralellik gösterir. Kant'a göre, "Öyle davran ki, senin davranışın aynı zamanda genel bir yasa olsun" (Kant, Groundwork of the Metaphysics of Morals). Yani, eylemlerimiz evrenselleştirilebilir olmalıdır. Metaforumuzdaki kişi, tavukları yediğinde bunun genel bir yasa olmasını istemez. Telafi ederek ve rıza alarak, eylemini evrensel ahlak yasasıyla uyumlu hale getirir.

1.3. Kusuru Kendinde Arama: Ârif ve Cahilin Ayrımı
Metnin vurguladığı bir diğer önemli nokta, "ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim" anlayışıdır. Bu, Stoacı felsefede ve Doğu bilgelik geleneklerinde sıkça rastlanan bir içsel sorumluluk ilkesidir. Epiktetus, Enchiridion'da şöyle der: "Bizi rahatsız eden olaylar değil, onlar hakkındaki yargılarımızdır." Yani, sorun dışarıda değil, onu algılayış ve yönetiş biçimimizdedir. Metin, bu felsefeyi alır ve onu toplumsal ilişkilere uygular. Ârif (bilge) ve kâmil olan, daima kusuru kendinde arar ve özünü yoklar. Cahil ise daimi bir mazeret üretme ve kendini aklama eğilimindedir. Bu, bireyin olgunlaşma sürecinin ve duygusal zekâsının temel taşıdır (Goleman, 1995).

2. Bölüm: Bireyden Topluma: Rızalık Yolunun Sosyolojik ve Siyasi Tecrübesi
Metafor, bireysel düzeyde kalsa da, yazar açıkça "bu erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır?" sorusunu sorar. İşte bu noktada, cevap Mustafa Kemal Atatürk'ün kurucu modernleşme projesinde somutlaşır.

2.1. Toplum Sözleşmesi ve Rıza: Hobbes, Locke, Rousseau ve Atatürk
Batı siyaset felsefesinde, devletin meşruiyet kaynağı, bireylerin rızasına dayanan bir "toplum sözleşmesi" (social contract) fikrine dayanır. Thomas Hobbes, doğa durumundaki "herkesin herkesle savaşı"ndan kurtulmak için bireylerin özgürlüklerini mutlak bir egemene (Leviathan) devrettiğini savunur. John Locke ise, bu devrin mutlak olmadığını, devletin asıl görevinin bireylerin "yaşam, özgürlük ve mülkiyet" haklarını korumak olduğunu ileri sürer. Eğer devlet bu sözleşmeyi ihlal ederse, halkın ona karşı direnme hakkı vardır (Locke, Two Treatises of Government). Jean-Jacques Rousseau ise meşruiyetin kaynağını "genel irade" (general will) olarak görür. Genel irade, bireylerin kişisel çıkarlarının toplamı değil, ortak iyiliği hedefleyen kolektif bir iradedir.

Atatürk'ün inşa ettiği Türkiye Cumhuriyeti, bu sözleşmeci gelenekle büyük ölçüde uyumludur. Milli Mücadele, bir anlamda, Osmanlı egemenliğinin meşruiyetini yitirdiği (sözleşmeyi ihlal ettiği) bir durumda, halkın (milletın) kendi iradesiyle yeni bir sözleşme (Misak-ı Milli ve ardından 1921 ve 1924 Anayasaları) yapma eylemidir. Bu yeni sözleşmenin temel dayanağı, bireylerin değil, milletin kolektif rızasıdır. Laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modeli, bu rızanın kurumsal çerçevesidir. Metaforumuzdaki "tavukların parasını ödeme" eylemi, burada "hukuk devleti" ilkesine karşılık gelir. Devlet, vatandaşlarına haksızlık ettiğinde (yanlış yargılama, hizmette aksama vb.), bunu telafi etmekle (tazminat, reform, yargı reformu) yükümlüdür. Vatandaşlar ise, birbirlerinin haklarına saygı göstererek ve üreterek (helal kazanç) toplumsal sözleşmeye olan bağlılıklarını gösterirler.

2.2. Rasyonalizm ve Aydınlanma Projesi
Metinde açıkça belirtildiği üzere, Atatürk'ün merkeze aldığı insan tipi, "akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olan" insandır. Bu, Avrupa Aydınlanması'nın temel taşı olan rasyonalizmin (akılcılık) doğrudan bir yansımasıdır. Rasyonalizm, Descartes, Spinoza ve Leibniz gibi filozoflarla anılır ve doğru bilginin kaynağının deneyimden (empirizm) önce gelen akıl ve zorunlu çıkarımlar olduğunu savunur.

Atatürk'ün rasyonalist bakışı, onun tüm reformlarının arkasındaki itici güçtür. Halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, medeni kanunun kabulü, laik eğitim sistemine geçiş, harf devrimi – tümü, toplumu geleneğin ve dogmanın değil, aklın ve bilimin rehberliğinde yeniden örgütleme çabasıydı. Bu, metaforik dilde, toplumu oluşturan bireyleri, "içgüdüsel" (dogmatik, geleneksel, tepkisel) davranış kalıplarından çıkarıp, eylemlerinin sonuçlarını akıl süzgecinden geçiren "ahlaki" ve "rasyonel" failer haline getirme projesiydi. Yani, sûreten olduğu kadar sîreten de modern, özgür ve sorumlu bireyler yaratma projesi.

2.3. Sosyal Hukuk Devleti: Kolektif Rızanın ve Telafinin Kurumsal Çerçevesi
Metnin altını çizdiği "sosyal" vurgusu son derece önemlidir. Atatürk'ün devlet modeli, bireyciliği öne çıkaran minimal bir "jandarma devlet" (night-watchman state) değildir. Aksine, sosyal adaleti ve ekonomik hakkaniyeti de gözeten "sosyal hukuk devleti"dir. Bu model, toplumdaki güçsüzü ve mazlumu (metaforumuzdaki tavuk sahibi) korumayı, onun da toplumsal sözleşmeden pay almasını ve nihayetinde "rıza" göstermesini sağlamayı amaçlar.

Bu, metaforun toplumsal ölçekteki en somut tezahürüdür. Birey, bir başkasına zarar verdiğinde telafi etmekle yükümlüdür. Devlet ise, piyasa koşullarının yarattığı eşitsizliklerden veya tarihsel adaletsizliklerden zarar gören kesimlerin (işçiler, köylüler, dar gelirliler) "zararını, ziyanını tazmin etmek" veya en azından yeni zararları önlemek için sosyal politikalar (eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, emek reformları) üretmekle yükümlüdür. İş Kanunu, köylüyü topraklandırma çabaları, kamu iktisadi teşebbüsleri ile sanayii geliştirme hedefi, bu sosyal devlet anlayışının ürünleridir. Ancak, bu dönemin pratik uygulamalarında otoriter eğilimlerin ve tek-parti yönetiminin demokratik katılımı sınırlandırdığı eleştirileri de kayda değerdir (Zürcher, 2004). Bu, ideal ile pratik arasındaki gerilimi gösterir.

3. Bölüm: Eleştirel Bir Analiz: Gerilimler, Çelişkiler ve Günümüze Yansımalar
Hiçbir siyasi proje idealardan müteşekkil değildir. Atatürk'ün insan merkezli medeniyet projesi de tarihsel uygulamasında çeşitli gerilimler ve eleştirilerle karşılaşmıştır.

3.1. Otoriter Modernleşme ve "Yukarıdan Aşağıya" Rıza
En önemli eleştiri, projenin çoğu zaman "yukarıdan aşağıya" (top-down) bir şekilde, seçkin bir kadro tarafından dayatıldığı yönündedir. Halkın "rızası", çoğu zaman onun adına, onun iyiliği için olduğu varsayılarak alınmış, bu süreçte demokratik katılım ve muhalefet kanalları sınırlanmıştır. Bu, rıza kavramının kendisiyle bir çelişki yaratır: Gerçek bir rıza, özgür iradeyle ve bilinçli bir katılımla mı oluşur, yoksa "aydınlanmış" bir seçkinler tarafından halka mı öğretilir? Bu, Aydınlanma'nın kendi içindeki bir paternalizm (babaerkil yönetim) eleştirisidir.

3.2. Geleneğin Reddi ve Kültürel Kopuş
Proje, akıl ve bilimi merkeze alırken, geleneksel değerler, dini inançlar ve yerel kültürlerle zaman zaman sert bir kopuş yaşamıştır. Bu, toplumun önemli bir kesiminde bir "yabancılaşma" ve "rıza göstermeme" durumu yaratmıştır. Sîretini dini ve geleneksel değerlerde bulan bir kesim için, yeni "sûret" (modern, laik, Batılı görünüm) içselleştirilememiş, bu da toplumsal bir sûret-sîret ikilemine yol açmıştır. Bu gerilim, Türkiye'nin modernleşme sürecindeki kültürel çatışmaların temel dinamiklerinden biridir (Mardin, 1973).

3.3. Günümüzde Rızalık Arayışı
Günümüz Türkiye'si, bu tarihsel mirasın ve onun yarattığı gerilimlerin üzerinde yükselmektedir. Demokratikleşme talepleri, insan hakları mücadelesi, hukuk devleti arayışı ve sosyal adalet hareketleri, aslında kolektif bir "rızalık" arayışının farklı tezahürleridir. Vatandaşlar, devletten, metaforumuzdaki gibi, verdiği zararları telafi etmesini ve kendilerine karşı adil davranmasını beklemekte; birbirlerinden ise, karşılıklı haklara saygı ve "helal kazanç" ile üretmeyi talep etmektedir. Atatürk'ün projesinin başarısı, onun katı ve değişmez dogmalarıyla değil, akıl, bilim, vicdan ve rıza gibi evrensel ilkeleriyle bugünün bu arayışlarına ne ölçüde cevap verebildiğiyle ölçülebilir.

Sonuç: Zorlu ve Onurlu Yol
"Köpek metaforu", insan olmanın anlamına dair kadim bir soruyu, son derece güçlü ve anlaşılır bir şekilde yeniden formüle etmemizi sağlar. Bu, yalnızca bireysel bir ahlak rehberi değil, aynı zamanda sağlıklı bir toplum ve meşru bir siyasi düzen inşa etmenin de anahtarıdır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 arasındaki devlet inşası, bu metaforun toplumsal plandaki en iddialı tezahürlerinden biridir. Onun hedefi, kul olmayan, özgür iradeli, aklını ve vicdanını kullanan, emek veren, hakkını arayan ve haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen bireylerden oluşan bir "kâmil toplum" yaratmaktı. Laiklik, akılcılığın dogmaya karşı zaferiydi. Demokrasi, milli egemenlik aracılığıyla kolektif rızanın kurumsal ifadesiydi. Hukuk devleti, adaletin ve telafinin garantörüydü. Sosyal devlet ise, bu adaletin ekonomik ve sosyal boyutunu tamamlayıcı unsuruydu.

Bu proje, uygulamasındaki tüm gerilimlere ve eleştirilere rağmen, Türkiye'yi, insanın içindeki "yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri" ortaya çıkarmayı hedefleyen bir medeniyet yoluna sokmuştur. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu "önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek" olarak tanımlanan zorlu ama onurlu yolda gizlidir. Bu yol, hem bireyin hem de milletin sürekli bir öz-eleştiri ve öz-yönetim sürecidir ve hiçbir zaman tamamlanmış değildir; daima yeniden inşa edilmesi gereken bir idealdir.

KAYNAKÇA

Aristotle. (circa 350 BCE). Nicomachean Ethics.

Chittick, W. C. (1989). The Sufi Path of Knowledge: Ibn al-'Arabi's Metaphysics of Imagination. State University of New York Press.

Goleman, D. (1995). Emotional Intelligence. Bantam Books.

Kant, I. (1785). Groundwork of the Metaphysics of Morals.

Locke, J. (1689). Two Treatises of Government.

Mardin, Ş. (1973). Center-Periphery Relations: A Key to Turkish Politics?. Daedalus, 102(1), 169-190.

Rousseau, J-J. (1762). The Social Contract.

Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL