Çirkin ve zarafetten yoksun bazı kadınlar, gerektiği gibi övmesini bildiklerinden, ömür boyunca sevilmişlerdir. andre mauroıs
Muhannetin kapısı (Öykü)
Önsöz Hayat, bazen bir kapıdan içeri girince başlar… ve o kapı bazen ardına kadar yalnızlığa cefaya açılır. Muhannetin Kapısı, işte tam da böyle bir eşiği anlatıyor: Ardında ne varsa alnına yazılmış ...
18. Bölüm

Son mektup

27 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Celâl, hiçbir zaman toprağa sevdalı biri olmamıştı. Tarla işlerinden de, toprakla didinmekten de pek hazzetmezdi. Suna’nın yıllar içinde biriktirerek aldığı tarlaları, fırsat buldukça elden çıkararak birkaç yılını idare etmeyi başardı. Sonunda, yıkık dökük eski evin yerine iki katlı yeni bir ev yaptırdı. Lakin o da çok sürmedi; Suna’nın yaptırdığı bu evi de satarak Zehra’nın yaşadığı kasabanın başka bir mahallesine taşındı.

Artık Suna’dan para istemeye yüzü kalmamıştı. Ama evin parası da suyunu çekince, eski alışkanlık tekrar nüksetti. Bir mektup yazdı Suna’ya; kâğıdın her satırına biraz acziyet, biraz da eski günlerin hatırını serpiştirdi. Hem kendini acındırmak için hem de şansını son bir kez denemek ümidiyle...



Suna, o sabah işten eve geldiğinde çocuklar okuldaydı. Mutfakta bir tas çorba, sobanın üstünde ise hâlâ ılıklığını koruyan çay, Fakat onun aklı çorbada, gönlü çay da değildi. Çekmeceden çıkardığı zarfı bir kez daha okudu. Celâl'in yazısı… Üst üste gelmiş cümleler, bir sürü bahane, bir tutam acındırma, bir tutam da alıştığı o eski, pespaye ..

İçindeki öfke artık taşacak yer bulamıyordu. Kalemi eline aldığında elleri titredi. Ama bu titreme bir korkunun değil, yılların birikimiyle çatlamış sabrın eseriydi. Derin bir nefes aldı, alnındaki teri kolunun tersiyle sildi. Sonra yazmaya başladı:

> "Celâl,"

Bu sana yazdığım son mektup olacak.

Benim burada nasıl çalışıp didindiğimi sen çok iyi biliyorsun. Çocukları okutmak için, kışın o kara sabahlarında saat beşten evden çıkıp, akşamın ayazında eve dönüyorum. Oysa sen, aldığım onca malı mülkü koruyamadın.

Hani sen çavuşluktan ayrıldığında, “Üzülme,” demiştim. “Ben Almanya’ya gideceğim. Para kazanır, yine köyün hali vakti yerinde ailesi oluruz,” demiştim. O sözü ben verdim sana, ben inandım, ben çırpındım.

Ama sen hiçbir fırsatı değerlendiremedin.

Yan gelip yatan, yemekten başka hiçbir meziyeti olmayan o kadınla hayatımı da psikolojimi de mahvettiniz. Ben artık eski Enayi Suna değilim.

Çocuklar benim yanımda. Okulları var, ihtiyaçları var. Kira, fatura, market… Maaş zaten yetmiyor ama ben yine de dimdik ayaktayım.

Sana olan sevgimi de güvenimi de sen çoktan öldürdün.

Bu mektubu sakın yanıtlamaya kalkma

Mektubu zarfa koydu. Üzerine Celâl’in köydeki adresini yazarken bir an duraksadı. "Belki de bu mektubu hiç yollamamalı..." dedi içinden. Ama sonra kendi kendine fısıldadı:
“Hayır. Bu, kendi içimi mühürlemek için şart.”

Zarfı çantasına koydu. Posta kutusuna bıraktığında içinden bir şeyin sökülüp gittiğini hissetti. Yıllardır içinde biriktirdiği yorgunluk, aldatılmışlık, ve hayal kırıklığı... Artık bir zarfın içinde karşıya geçmişti.

Suna, başını gökyüzüne kaldırdı. Almanya'nın griliği içinde, gözlerinde ilk kez bir parça berraklık vardı.
"Ben artık susmayacağım," dedi.
"Muhannet bir kalbin kapısını sonsuza dek kapatacağım..



Boynundaki o kitle alındığından beri Aysel’in omuzlarından bir yük kalkmış boyu uzamış teninin rengi bile değişmişti.
Sadece yaş almıyo r güzelleşiyordu da.
Alman güneşiyle Anadolu’nun kara toprağı karışmış gibiydi yüzünde.
Almanca yı, derdini anlatacak kadar öğrenmiş okulda Türk arkadaşları da olmuştu.
Onlarla teneffüslerde dertleşiyor, evcilik değil, gerçek hayat meseleleri konuşuyorlardı:
(Aşklar, anneler, yasaklar, hayaller…)

Oysa Suna’nın yüreği günden güne daralıyor, kafasının içinde bin bir senaryo dönüyordu.

Ya bir Alman oğlanı Aysel’in gönlünü çelerse?
Ya okuldan çıkınca Türk delikanlılarıyla göz göze gelirse?
Ya bu kız, onun köyde öğrendiği 'edep'le değil de, Almanya’nın rahatlığıyla büyürse?


Bir akşam Selvi uyurken, Suna Aysel’in karşısına geçti.
"Bak kızım," dedi, "okulun da bitecek yakında. Ben seni öyle gezsin dolaşsın diye getirmedim buralara.
Sana temiz bir Türk delikanlısı bulup hemen evlendireceğim seni.
İşini gücünü bilsin, alnı açık, soyunu sopunu bilelim.
Bu memlekette herkes herkese benzemiyor.
Bir hata yaparsan...
İkimiz de mahvoluruz."

Aysel, önce bir şey demedi.
Sonra başını öne eğdi.
İçinden geçen tek cümle şuydu:
“Ben henüz hayallerime bile varamadım, annem beni evlendirmenin telaşında…”
----–---------
Suna için her şeyin bir hesabı vardı. Gurbetin taş duvarları arasında tek başına büyütmeye çalıştığı çocukları için düşündüğü gelecek, onların rızasına değil, onun görüp biçtiği yola göre şekillenir di. Aysel de bu kaderin içindeydi. Sessiz, uysal, gözlerinin içi hâlâ Anadolu’nun sabah serinliğini taşıyan o narin kız...

Çok iyi tanıdıkları Türk komşuları Fatma hanımın Türkiye’den gelen abisinin oğlu Tahir bir sığınmacıydı ve bu delikanlı Türkiye nin başka şehrinden büyük hayallerle çıkıp gelse de, kısa süreli işlerde çalışmış pek tutunamıştı.
İlkokulu bitirdikten sonra ne okul görmüşlüğü vardı ne bir meslek... Çiftçilikten başka bildiği yoktu. O da akrabalarının yanında bir odada kalıyor, günlerini ya iş aramakla ya da boş boş pencerelere bakmakla geçiriyordu.

Bir gün sabahın erkeninde Aysel, okul çantasını omzuna asıp tramvaya yürürken Tahir onu görmüştü. Önce bir durdu, sonra baktı. Sonra o bakışlar göl olup Aysel’in etrafını sardı. Öğrendi ki o kız, komşularının kızıymış. "Okulluymuş," dediler. "Suna Hanım’ın kızı."
"Bu kızla evlensem, bir yuva kursam, hayatın kıyısından dönerim" belki diyerek geçirdi içimden.

Halası Fatma ya anlattı. "O kız, bizimkiler denmiş," dedi, bir cesaretle halasını, bir hafta sonu Suna hanımla buluşup konuşması için ikna etti.
Suna’ da içten içe sevindi. Zaten Aysel’i evlendirme planlarını çoktan kurmuştu. Ona göre bu kız fazla büyümeden, aklı başka yollara sapmadan, kendi çizdiği yolda yürümeliydi. Ne aşk vardı kafasında, ne de Aysel’in okul hayalleri. Tahir, komşunun yeğeni hem akrabaydı, hem “hazırdı.” Görücü gelme bahanesiyle çağırdı onları. Aysel farkında değildi, ama masaya konulan her tabakta, dökülen her çayda, geleceğine dair bir karar pişiriliyordu.
---------
Tahir, Almanya'da dili bilmedi, işi bulamadı. Ne fabrika aldı onu içeri, ne ambar. Beş yıl geçti ama bir oda kiralayacak hâle bile gelemedi. Hep bir akrabanın sofrasında misafir, hep bir başkasının koltuğunda geceyi tamamlayan bir sığınmacıydı.
Kısa sürede kız istenildi ve iki aile arası sade bir nikahla evlendirmişti kızını Suna.



Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL