Adıyaman, Nemrut Dağı. Binlerce yıldır Kommagene Krallığı'nın sırlarını uykuya yatıran mistik zirve.
Arkeolog Nurten, Defineci Hüseyin ve bilge Dayı, Kral Nemrut’un kayıp mezarını ve hazinesini bulma...
Kralı Uyandırmak: Beşinci Bölüm Okların Dansı ve Anlık Karar
Ortadaki tünelden içeri girdiklerinde, zemin daha düzgün, duvarlar ise bir tapınağın iç mekanı gibi özenle işlenmişti. Ancak bu estetik, ölümcül bir tehlikeyi gizliyordu. Beş on adım ilerledikten sonra, Defineci Dayı aniden durdu. Elindeki feneri zemine tuttu. "Durun gençler!" Dayı'nın sesi, tünelde tiz bir uyarı olarak yankılandı. "Ayaklarınızın altındaki taşlara bakın. Bunlar döşeme değil, plaka." Nurten ve Hüseyin hemen durdular. Dayı'nın işaret ettiği yerde, tünelin tabanını oluşturan mermer plakalar, aralarında incecik, zar zor fark edilen boşluklar bırakıyordu. Hüseyin diz çöktü. "Basınç plakası tuzağı. Eski medeniyetlerin klasiği. Yanlış bir adım, bizi ya zehirli gazla boğar ya da üzerimize tavanı çökerir." Nurten, el fenerini tünelin duvarlarına çevirdi. Gözleri, Kommagene mimarisinin tuzağın mekaniğine dair ipuçlarını arıyordu. Duvarlarda, yaklaşık bir metre yükseklikte, düzenli aralıklarla küçük, kare şekilli delikler dikkatini çekti. "Gaz değil," dedi Nurten, hızla. "Bakın, duvarlardaki delikler. Bir şeyi dışarı atmak için tasarlanmış. Ok ya da mızrak. Bu bir mekanik tuzak." Dayı, taş levyesini alıp en baştaki plakaya dokundurdu. Levye hafifçe baskı uygulayınca, plaka çok az aşağı çöktü ve o anda Dayı, saniyenin onda biri kadar bir sürede levyesini çekti. VUŞŞ! Plakanın çökmesiyle birlikte, tünelin ilerisindeki duvar deliklerinden paslı bir ok fırladı ve Dayı’nın az önce dokunduğu yere saplandı. Okun hızı, tünele dehşet verici bir uğultu bırakmıştı. "Menzil kontrolü. Oklar, belli bir menzili tarıyor," dedi Dayı, hiç paniklemeden. "Ama bu tuzak, sadece ileri doğru atılan oklarla bizi cezalandırıyor. Yanlara veya geriye dönme şansımız yok." Nurten, zihninde hızlıca durumu analiz ediyordu. "Bu tuzağın bir zayıf noktası olmalı. Bir ağırlık dağılımı sistemi. Belki aynı anda iki plakaya basmak, belki de sadece belirli bir ağırlığı aşınca tetikleniyor." Hüseyin, gözleri kısılmış bir halde, okların geldiği delikleri inceliyordu. "Dayı, o oklar... Bize doğru gelmeden önce, karşı duvara çarpıp sekiyorlar mı?" Dayı başını iki yana salladı. "Hayır. Oklar, sadece tünelin ortasını hedefliyor. Kenarlar güvenli olabilir." "Hayır, olamaz!" diye karşı çıktı Nurten. "Kommagene, denge ve simetriyi severdi. Tünelin kenarlarında yürümek, ağırlığı tek bir yandaki destek noktalarına verir. Bu, tüm tuzağı tetikleyebilir ve tavanı üzerimize yıkabilir." İkisi arasındaki bu anlık tartışma, tünelin baskısıyla daha da gerilmişti. Nurten, mantığıyla hesaplanmış riski tercih ederken, Hüseyin sezgisiyle bir çıkış yolu arıyordu. Hüseyin, bir anlık sessizlikten sonra, sırt çantasından sağlam bir halat çıkardı. "Dinleyin. Benim boyum, tünelin dar olan yerlerinde bile başımı eğmemi gerektiriyor. Amaçları sadece öldürmek değil, caydırmak. Ve beni yavaşlatmak." Hüseyin, Nurten’in gözlerine baktı. Aralarındaki o duygusal yakınlaşmanın verdiği güvenle, hızla bir plan yaptı. "Nurten Hanım, sizin boyunuz benden daha kısa. Ve siz daha zarifsiniz. Bu plakaların birçoğunu geçebiliriz. Ama tünelin tam ortasında, birbirine yakın iki plaka var. Dayı, onlar kesinlikle iki ok atışını tetikler. Orası, tuzağın kalbi." Hüseyin halatı Nurten’e uzattı. "Ben ileri atlayacağım ve o iki plakayı aynı anda tetikleyeceğim. Oklar bana gelirken, siz ve Dayı halatın yardımıyla üzerimden tavanı tutunarak kayacaksınız. Bu, sadece birkaç saniyelik bir zaman farkıyla olacak." Nurten dehşetle itiraz etti. "Hayır! O oklar sizi öldürür!" "Öldürmez," dedi Hüseyin, kendinden emin bir şekilde. "Kommagene Krallığı, savaşta hızlı ve pratik olmak zorundaydı. Ok mekanizması, tek bir atış için ayarlanmış olmalı. İki plakayı aynı anda tetiklersem, oklar iki farklı yönden gelir. Ya da sistem kısa devre yapar. Bu riski almak zorundayız." Dayı, Dayı'dan beklenecek bir sakinlikle başını salladı. "Plan çılgınca. Ama Hüseyin haklı. Bu, bu tuzağı aşmanın tek hızlı yolu. Hazırlanın." Nurten’in kalbi, bir davul gibi göğsünde gümbürdüyordu. Hüseyin'in gözlerinde, Nemrut'un zirvesinde gördüğü o aşk güneşinin cüretkâr parıltısı vardı. O an anladı ki, bu adam sadece hazine peşinde koşan bir defineci değil, inandığı şey için hayatını riske atan bir kahramandı. Ve o şey, şu an Nurten’le birlikte, Kral Nemrut’un gizemini çözmekti. "Tamam," dedi Nurten, sesi titrek ama kararlıydı. Halatın ucunu sıkıca kavradı. "Hüseyin, başarısız olursan... seni o plakaların altından ben çıkarırım." Hüseyin gülümsedi. "Sözünü tut, Arkeolog." Hüseyin, derin bir nefes aldı. Bir çita çevikliğiyle, ilk iki plakayı geçerek, tünelin ortasındaki kilit noktalara aynı anda iki ayağıyla bastı. GÜM! GÜM! İki plaka birden çöktü. Ve tünelin duvarlarından gelen uğultu, iki katına çıktı. VUŞŞŞ! VUŞŞŞ! Hüseyin, okların kendisine doğru geldiğini görürken, "Şimdi!" diye bağırdı. Dayı, Nurten’i ittirdi. Nurten, halatla tavandan destek alarak Hüseyin’in başının üzerinden hızla kaydı. Aynı anda, Hüseyin'in soluna ve sağına iki ok saplandı. Okların ucu, Hüseyin'in montunu sıyırmış, ama canını yakmamıştı. Sistem, iki farklı noktaya ok atmakta zorlanmış, atışların hızı ve doğruluğu azalmıştı. Nurten, tuzağın sonundaki güvenli zemine indiğinde, kalbi ağzındaydı. Hemen geri dönüp Hüseyin'e baktı. Hüseyin ve Dayı, hızla peşinden gelmişlerdi. Hüseyin'in yüzü terlemiş, ama gözleri zaferle parlıyordu. "Gördünüz mü, Nurten Hanım?" dedi Hüseyin, zar zor nefes alarak. "Caydırmak, öldürmekten daha önemliydi. Ama siz benden nefret etmeyin diye, o oklar montumu yırttı, tamam mı?" Nurten, Hüseyin'in yanına koştu ve kontrol etmek için ellerini onun montunun sıyrılan yerine dokundurdu. "Ciddi misiniz? Sizin yüzünüzden neredeyse bir kalp krizi geçirecektim!" Dayı ise, tünelin ilerisini işaret etti. "Tartışmayı sonraya bırakın gençler. Tuzak bitti, ama sanırım ödül başlıyor. Kral bizi bekliyor." Tünelin sonu, büyük bir mermer kapıya açılıyordu. Kapının hemen önünde, Nurten’in daha önce kabartmada gördüğü figürün elindeki sembolün bir kopyası, mermer bir kaide üzerinde duruyordu: Yıldız ve hilal desenli, yuvarlak bir taş. Kralın sırrının anahtarı, ellerinin altındaydı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.