Kalbe Düşen İkindi – Manevî Deneme / Tasavvuf Sohbetleri / Aşk
Dünya, kimi zaman sevdiklerimizle, kimi zaman korktuklarımızla sınandığımız bir imtihan yeridir. Bu eser; kıssalar, menkıbeler ve sohb...
Kız isteme merasiminin ertesi günü, Mehlika’nın evinde bir telaş vardı; ama ne sevinç vardı o telaşta, ne de gülüş. Evin duvarlarından içeri bir hüzün çökmüştü sanki; perde kıpırdamıyor, sobanın alevi bile kederle yanıyordu.
Mehlika'nın odasında, masanın üzerinde bir kumaş parçası duruyordu: pembe saten, nişan elbisesi için.
Annesinin yadigâr sandığından çıkarılmış danteller masaya seriliydi. Fakat Mehlika'nın elleri titriyordu; dokunmak istemiyor, bakmak istemiyor, ama kaderin yürüttüğü bu yolda geri de dönemiyordu.
"Kızım bu dantel çok yakışır, şuraya ince bir işlemeyle tamamlarız," diyordu Fahriye Hanım. Mehlika sadece başını sallıyordu.
İğne iplik eline değse bile, kalbine değen şey başka bir acıydı. Düşüncelerinde hep aynı sayfada kaldı:
"Mehmet… acaba mektubu yazarken gözleri nasıl doldu? Şimdi ne hissediyordur? Beni beklediği o çınarda hâlâ gölgem var mıdır?"
Bir ara Fahriye Hanım sessizce odadan çıkınca, Mehlika aynaya baktı. Aynadaki yüz, gülmek için yaratılmış ama gülmeyi unutturulmuş bir yüzdü.
"Ben kimin nişan hazırlığını yapıyorum?" diye fısıldadı kendi kendine. "Ben kimin eşi olacağım? Ben kimin yanında mutlu olacağım?"
O sırada, şehrin başka bir köşesinde… Mehmet ise kendi odasında bir sandığın üzerine diz çökmüştü. Sandığın içinde, Gülistan'ın çeyiz hazırlıkları vardı.
Gülistan… Hastalığın gölgesinde nefes alan, gözleri biraz soluk ama kalbi umut dolu o genç kız. Mehmet'e yıllardır sessiz bir aşkla bağlıydı. Ailesi, "Bu evlilik ona şifa olur," demişti. Mehmet sustu. Rıza gösterdi. Razı olduğu kader değildi; razı olduğu, vicdanın ağır yüküydü.
Gülistan'ın annesi, "Oğlum bu kumaşı kınada giyer Gülistan, çok yakışır değil mi?" diye sorduğunda…
Mehmet'in gözleri kumaşa değil, Mehlika'nın şalına takılıyordu aklında. Zihniyle başka bir odadaydı. Yağmurun içinden koşarak gelen o soluk soluğa sevdada…
Elini kumaşa uzattı; parmakları hafifçe titredi. Sanki başkasının hayatına dokunuyordu.
"Evet…" dedi kısık bir sesle. "Yakışır."
Ama konuşurken bile sesinin ardında koca bir boşluk vardı, o boşluğun adı: Mehlika.
Gece olunca… Mehlika odasında nişan tepsisini süsleyen kırmızı kurdeleleri düzeltirken, hafif bir rüzgâr pencereden içeri süzüldü. Kurdele kıpırdadı. Kalbi de öyle.
"Ey rüzgar," dedi içinden, "Mehmet'i görürsen selâmımı söyle. Ben burada nefes alıyorum ama yaşamıyorum de. Kaderden kaçmam ama onun gözlerinden kaçamıyorum… de."
Aynı saatlerde, Mehmet de kendi odasında Gülistan'ın yüzüğünü kutuya koyarken iç çekti. Kutuyu kapattı. Sonra yavaşça çınardaki mektubun izlerini yokladı parmak uçlarında. Aynı rüzgâr onun penceresinden de içeri esti.
"Ey rüzgar," dedi Mehmet, "Mehlika'ya değdin mi bugün? Onun saç kokusunu taşıyor musun hâlâ?"
Rüzgar, iki eve de dokundu o gece. İki eve… İki kalbe… İki yarım duaya…
Ve o gece, Mehlika nişan tepsisini, Mehmet de yüzük kutusunu masaya bırakıp aynı anda gözlerini kapadılar.
Aynı anda fısıldadılar:
"Allah’ım… sabır ver. Sabır ver ama içime de bir yol göster. Bu rıza mı, yoksa imtihan mı? Ben bu yangınla nereye kadar dayanacağım?"
Gökyüzü sessizdi. Kader sessizdi. İki yürek birbirinden uzak ama aynı acının tam ortasındaydı.
Ve hikaye… Asıl şimdi hızla kararıyordu…
Mehlika'nın evinin içinde çalan tabak-çanak sesi sanki bir müjde değil, bir matem ezgisi gibi yankılanıyordu.
Mehlika, odasının kapısını yavaşça kapattı. Nişan şalı hâlâ yatağın ucuna serili, kabullenemediği bir kader gibi duruyordu. Gözleri aynaya ilişir; yüzünde hafif bir tebessüm taklidi, içteyse koskoca bir çöküş…
Mehlika derin bir nefes aldı ve.. "Bu ne şimdi Mehlika? Mutluluk diye önüne konan tabak boş, ama içindeki yara dolu…" diye mırıldandı.
Annesinin sesi kulaklarında yankılandı sanki; "Şunları bohçaya koy kızım… Hadi hazırlık çok, vakit dar."
Mehlika, elbisesinin eteklerini düzeltirken elleri titriyordu. Titreyen eller… Ama artık kendi duasına bile yabancıydı.
Aynı saatlerde, başka bir ev… Mehmet'in odası.Düğün için hazırlıklar başlamıştı. Annesi kapıdan seslenir: "Oğlum, şu takımını dene… Gülistan'ın babası ne kadar aklı başında adam, şükret."
Mehmet, elindeki kol düğmelerine bakar… Gözleri bir noktaya kilitlenir: Kol düğmeleri Mehlika’nın bir zamanlar beğendiği modele ne kadar da benziyordur.
Mehmet; "Şükretmek mi? İçimde kırk yıllık ateş yanıyor, dumanı hâlâ Mehlika kokuyor… Şükür bunun neresine sığar anne?" demek istese de susmayı seçti.
Ceketini giyer ama düğmeler ellerinde kalır. Ceket omzuna değil, yüreğine ağır gelir.
Gecenin ilerleyen saatleri… İki evde de hazırlıklar sürer. İki yürekte de hazırlıklar durur.
Mehlika, bohçaya katladığı her eşyanın arasına sessiz bir iç çekiş bırakır. Her kumaşın arasına biraz pişmanlık, biraz da Mehmet'in adını gizlice iliştirir. Katladığı her parçada bir keşke büyür.
Mehmet ise hazırlanacak listelere bakarken dalar gider.Baktığı her şey Mehlika'yı hatırlatıyordu.. O kadar ince, o kadar tanıdık, bir o kadar yasak.
Ve ikisi de, aynı anda… Aynı kelimeyi düşünür: "Neden?"
Neden birbirlerine seslenmediler? Neden kader bir adım atmayanların ellerini bırakıp gitti? Neden sevdalarının ortasında birden fazla doğru çıktı ortaya? Doğru mu gerçekten, yoksa herkesin kendince kabul ettiği bir yanılgı mı?
Mehlika, yastığa başını koyar. Yastık soğuktur, içi daha da soğuk. Ama bir cümle döner durur:
"Allahım… Hangi dua kalbimi böyle sınava soktu?"
Mehmet, ışığı kapatır. Karanlıkta daha çok görünür Mehlika'nın yüzü.Elleriyle yüzüne dokunur,kıyamadan sever,usulca incitmeden geri çeker...
"Ahh!Hayali bile ne kadar güzel" diye fısıldar.. Ve mırıldanır:
"Keşke… Keşke şu aklım kalbimi bir kere dinleseydi.Ve keşke kalbim beni değil kaderimi de ikna edebilseydi.."
İkisi de farklı evlerde, farklı hazırlanışlarda… Ama aynı acının üzerinde oturmuş iki yolcu gibidir. Kader defterlerinde iki ayrı satır yazıyor gibi görünür; ama her satırın ucunda aynı isim, aynı hikaye, aynı yarım kalan nefes… Mehmet ve Mehlika..
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.