İlkay Coşkun’un bu eserinin öne çıkan en belirgin özelliği, hava durumu ve iklim olaylarına, mesela dört elemente, insani bir mühür vurması. Deyim yerindeyse meteorolojiyi insanlaştırmasıdır. İnsanın ...
Duyulara hizmet eder, kokuyu ve sesi iletir, rüzgâr olup eserek kendisini açık eder hava. Kuvvetli ve kararlı bir elementtir. Havanın görünmezliği, maviliği, enstantanesi, gizemi, büyüsü insanı sarhoş etmektedir. Göğe bakıp sevdayı, aşkı, hayali tatmayan insan yok gibidir. Bundan kelli şairlerin hayal gücünün zenginliğinin odak noktasında ufuklar, gökyüzü ve mavilikler vardır. “Hava beni sar hoş etti.” diyen Emily Dickinson ne güzel söylemiş, değil mi? Canın bidayeti için hilkatten bu tarafa hizmetine devam eden havanın güzelliklerine çok şeyler borçlu olmalıyız.
En zorda kaldığımızda Allah’ın her yerde olduğunu bilmemize rağmen ilk baktığımız yer gökyüzüdür. O’nun orada olduğu his si kuvvetli gelir bize. Dini bilgilerimiz içerisinde yer alan Hz. İsa, Hızır ve İlyas Aleyhisselam’ın göğe yükselmesi ile gök; bize ölümsüzlüğün gökte saklı olduğunu düşündürüp gizemini saklı tutar. İslam inancımızda hava ve tabiat olaylarının idaresi, Mikail meleğinin üzerindedir. Moğolların, Cengiz Han’ın mavi gökyüzünü kutsal sayması boşuna değildir. Yunan mitolojisinde hava, Zeus’un rüzgârlar ise Poseidon’in oğlu Aeolus’un kontrolündedir. Paracelsus’a göre hava ve gök, semada yaşayan bir hava perisinin kontrolündedir. Japonlar için rüzgâr, Kamikaze olarak bilinir. Altıncı ve yedinci yüzyılda o zamanın Persleri, ilk rüzgâr değirmenlerini kullanmaya başlamışlardır. Aristoteles’in dört unsur (toprak, su, hava ve ateş) tespitinin yanında Müslüman bilim insanlarından Cabir, Biruni, Kindi, Zekeriya el-Razi, İbni Sina gibi değerlerin çalışmalarını hatırlamamız gerekiyor. Bunlar gibi hava ve parametrelerinin değer bulduğu daha çok örnek verilebilir.
Her inanışta, her değerde göklerin melekûtunun bir kutsiyeti vardır. Öyle ki “Farklı annelerden doğan aynı semanın çocuklarıyız.” türünden tanımlamaları yapanlar olmuştur. Evlere ve gönüllerin içerisine göğün dolması hep arzulanır. Hava ve atmosfer, dünyayı ve dünyanın müdavimlerinin üzerini kalın bir battaniye gibi örtüp korumaktadır. Yani gökyüzünün evsizlerin yorganı ve çatısı olma sının değeri yadsınamaz. Bu arada hava, taşıdığı güneş ışığını ve sıcaklığını bir kalorifer gibi canlılara ikram etmektedir. Bir nevi en iyi besleyici olarak görev yapmaktadır. Gaz kokusu, yemek kokusu ve nice kokular, hava içerisinde yolunu alıp insan ve diğer canlılara haberini sunmaktadır. Mesela, Marcel Proust’un on beş ciltlik eseri olan “Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde” eserini ıhlamur çayının kokusundan esinlenerek yazdığı söylenir. Öyle ki bu iletme özelliğiyle aynı su döngüsünde olduğu gibi tam bir bellek oluşturulmaktadır. Dağlardaki hava ile birlikte iç içe yaşayan insanın, dingin yaşamıyla hayata ve doğaya karşı mantıklı, barışık olduğunu söyleyenler olmaktadır. Böylelikle bir güneşli, bir yağmurlu, bir öf keli, bir ağlak olan hava; bir çocuk gibi her daim yüzümüze gülüm semeye devam edecektir.
Hava üzerine çalışan birçok bilim dalı vardır. Bunlardan sade ce bir tanesine bakalım. “Biyometeoroloji”, meteorolojik şartların canlılar üzerinde etkilerini inceleyen bir bilim dalıdır. Soğuk ve sıcak hava kaynaklı kalp krizi, astım, küf ve polenlerin insanlara etkileri gibi birçok alan ilgi alanındadır. Başka bir ifadeyle hava, birçok etkenler ile beraber direkt insanın ruh sağlığına olumlu ve olumsuz cihetleriyle etki etmektedir. Böylelikle meteorolojik şartlar, insanların beden ve ruh sağlığında önemli bir role sahiptir. Sonuçta sağlık dediğimiz olgu, daha çok diriltici bir soluk olarak önümüzde durmaktadır. Olaya başka bir boyuttan bakacak olursak; her şey de olduğu gibi fazlasınca zarar, kararında fayda olan kıymettedir hava. Nefesinde fayrap yemişliği her hâlükârda bünyeyi sarsacak tır. Mesela kuşların özgürlük alanı sema, belki de kuşların hapsidir, kim bilir. “Patlıcan mevsiminde insanlar azar.” türünden kimi tespitler, söz varlığımıza bile dâhil olmuştur. Havanın sıcaklığı, nemi, rüzgârı, durgunluğu gibi türlü çeşit hâli canlılar ve tabii ki in sanların ruh sağlığı için önem arz etmektedir. Cahit Zarifoğlu’nun “Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir.” demesi gibi hava; bir şifa, bir deva kaynağıdır. Başka bir örnek olarak; Arapların güzel bir özdeyişi vardır. “Gök ağlamayınca yer gülmez.” şeklindedir. Burada bulutta hem yağışın olmasını hem de gök sema ile yerin etkileşimini anlıyoruz.
“Karbon ayak izi”, “küresel düşünüp yerel hareket etme” gibi günümüzün moda tabirlerini de içine alacak şekilde elimizi kafamızın arasına koyup düşünmemiz gerekiyor. Her şeyde olduğu gibi havayı da kollamamız gerektiğinin farkında olmalıyız. Maalesef biz üstüne üstlük dalından koparılmış elmaya “Sen niye çürüyorsun?” demekle meşgulüz. Dostumuz, yoldaşımız havaya, suya, toprağa kısacası dünyamıza yaptığımız tahribatlarla beraber kılıcı sinede tutmak, sonra kılıcımızı çekmek ifadeleri birbirini tamamlıyor mu? Bu çektiğimiz kılıç, başımıza daha çok işler açacak gözüküyor maalesef. Velhasıl havanın değeri burada daha fazla önem arz ediyor. Daha geniş çerçevede dünyamızı korumayı, kaynaklarımızı bilinçli ve tasarruflu kullanmayı vazgeçilmezlerimizden biri yapmanın zamanı geldi de geçiyor bile.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.