Dostlarımızın bize gösterdiği sevgiyi abartmamız, duyduğumuz minnetten değil, takdire ve sevilmeye ne kadar layık olduğumuzu herkese göstermek içindir. la rochefaucauld
Hacı Bektaş Veli (Erkek Dişi Sorulmaz) Roman Hüseyin TURHAL
Aşkın ve Hoşgörünün Destanı: Hacı Bektaş Veli Romanı Yazar: Hüseyin TURHAL 13. yüzyıl Anadolu’su. Topraklar kanla, gönüller korkuyla sulanırken; bir derviş, Horasan’dan getirdiği Vahdet (Birlik) fel...
22. Bölüm

Dört Kapı" Romanı - Bölüm 6: Rıza'nın Hırkası

8 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum

II. Tarikat Kapısı
Pir Baba, Yûsuf’a Tarikat hırkasını, dergâhın küçük, loş ışıklı semahanesinde, tüm dervişlerin huzurunda giydirdi. Hırka, kaba yünden yapılmış, sade ve ağırdı. Bu ağırlık, dünyevi bir yük değil, ahitleşmenin ağırlığıydı.
Pir Baba, hırkayı Yûsuf’un omuzlarına koyarken, Makâlât’tan bir söz fısıldadı:
“Evvel rıza gerek. Rıza, cümle fiilimizi Hak’tan bilmektir. Bu hırka, senin cümlenden râzı olduğunun nişanesidir.”
Bu andan itibaren Yûsuf’un adı, “Yûsuf-i Tâlip” (Arayan Yûsuf) oldu. Artık o, Şeriat’ın hükümlerini değil, kalbin ve ruhun gizli emirlerini takip etmeliydi.
Tarikatın Kalan Makamları
Dergâh hayatı, kervansaraydaki hizmetten çok daha farklıydı. Burada, hizmet dışa değil, doğrudan nefse yapılıyordu. Dervişlerin hayatı, sürekli zikir, sohbet, hizmet ve çile üzerine kuruluydu. Yûsuf, Tarikat’ın kalan makamlarını, Pir Baba’nın rehberliğinde, bu disiplinli yaşam içinde deneyimlemeye başladı:
Hâl (Manevi Durum) ve Korku (Havf): Yûsuf, artık sadece günah işlemekten korkmuyordu; Allah’ın rızasından bir an bile uzak kalmaktan korkuyordu. Bu korku, onu tembellikten ve gafletten uzak tutuyordu. Bir derviş, ateşe girmekten değil, ateşi hak etmekten korkmalıydı.
Ümit (Recâ): Korkunun hemen yanında, sınırsız bir ümit vardı. Ne kadar hata yaparsa yapsın, Allah’ın rahmetinin daha büyük olduğuna olan kesin inanç. Bu iki makam, dervişi ne aşırı gurura ne de mutlak yeise düşürmezdi; onu dengede tutardı.
İhlas ve Müşahade: Yûsuf, yaptığı her hizmeti, her ibadeti yalnızca Allah rızası için yapmayı öğrendi. İnsanların övgüsü veya kınaması onun için bir anlam ifade etmiyordu. İhlas, ameli yalnızca Hak için yapmaktı. Müşahade ise, yapılan her işte O'nu görme çabasıydı.
Kibir ve İftira Çilesi
Yûsuf’un en zorlu sınavı, kibirle oldu. Medresede öğrendiği ilimden dolayı, zaman zaman diğer dervişlerden daha üstün olduğunu düşündüğü anlar oluyordu. Bu düşünce, bir zehir gibi ruhunu kemiriyordu.
Pir Baba, onun bu halini hemen sezdi. Bir gün, Yûsuf’a, dergâhın hayvanlarına bakma görevini verdi. Bu, en alçak gönüllü dervişlerin işiydi. Yûsuf itiraz etmedi ama içindeki gurur, bu görevi bir ceza olarak görüyordu.
Birkaç gün sonra, başka bir derviş, kaybolan bir eşya yüzünden Yûsuf’u herkesin önünde suçladı. Oysa Yûsuf, eşyayı almamıştı. Gururu incindi, kendini savunmak için konuştu.
Pir Baba, Yûsuf’u yanına çağırdı.
“Evladım,” dedi yumuşakça. “Tarikat’ın en büyük engeli kibirdir. Sen, hırkayı giydin ama nefs-i levvame (kendini kınayan nefis) hala seni sorguluyor. Senin masumiyetin, seninle Allah arasındadır. Başkaları seni hırsız bilse ne yazar, Hak seni masum biliyorsa? İftiraya karşı susmak, nefsini öldürmenin en keskin kılıcıdır.”
Yûsuf, o an Rıza’nın Hırkası’nın ne anlama geldiğini anladı. Rıza, sadece Allah’tan gelene değil, yaratılanlardan gelen zorluklara ve haksızlıklara da gönülden razı olmaktı.
Fakr ve Sabır
Yûsuf, bu olaydan sonra kendini tamamen hizmete adadı.
Fakr (Yoksulluk): Sadece maddi yoksulluk değil, manevi yoksulluk halini benimsedi. Kendini ilimden, makamdan ve herkesten muhtaç görme hali. “Benim hiçbir şeyim yok ve ben hiçbir şey değilim,” duygusu. Bu, Yûsuf’u gerçekten hür kıldı.
Sabır ve Tevekkül: Karşılığında hiçbir şey beklemeden hizmet etmeyi öğrendi. Hayatındaki her olayı, Hak’tan gelen bir lütuf veya ders olarak kabul etti. Bu, mutlak tevekkül haliydi.
Aylar, yıllara dönüştü. Yûsuf-i Tâlip, artık olgun bir dervişti. Hırkasını giydiği günden bu yana, dünyevi her arzusu solmuştu. Gönlü, Tarikat’ın on makamının disipliniyle düzenlenmişti.
Pir Baba, bir sohbet sırasında dervişlerine baktı. Gözü Yûsuf’a takıldı.
“Tarikat Kapısı, dervişi hazırlık için bir ocak gibidir. Ateşin şiddetini artırmadan, maden saflaşmaz. Yûsuf, sen bu ocakta piştin. Artık ruhun, Aşk Ateşi’ne dayanacak kıvama geldi. Bir sonraki durağımız, Marifet Kapısı’nın eşiğidir.”
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL