Aşağıseyit Köyü’nde öğretmenlik yaparken öğretmeni olduğum okulun anahtarlarını dahi elinde bulunduran, köylülerin her işi kendisine soracağı kadar köyün kurdu olan ve aynı zamanda köyün birinci azâlığını yapan bir adam vardı; Bekir Usta… Çünkü çok güzel ayakkabılar imal ediyordu ve bu işi atadan dededen beri devam ettiriyordu. O yüzden sülalesine ‘’Kunduracılar’’ denirken Soyadı Yasası çıkarılınca nüfusa adı Bekir Kunduracı diye kaydolmuştu. Ürettiği ayakkabılar öyle çekiciydi ki; durumu yerinde olmayan, alacak parası olmayan insanı dahi imrendirirdi. Bekir Usta ile ilişkilerim adeta abi-kardeş gibiydi. Bana bir gün şöyle dedi: ‘‘Hocam, benim tavuklarım dahi Demokrat Partilidir biliyor musun?’’ ‘‘Öyle mi Bekir amca?’’ dedim şaşırmış görüntüsü vererek. Evinin önünde süs gibi dizelenmiş, çil çil tavukları vardı Bekir Usta’nın. Sonra birdenbire bana: ‘‘Hocam, bir sen bize ‘‘evet’’ diyemedin valla.’’ deyiverdi. Ben de nazikçe Bekir Usta’ya şöyle cevap verdim: ‘‘Bekir dayım, ben Demokrat Partili olsam İsmet Paşa’nın partisi de, Osman Bölükbaşı’nın partisi de garip kalır. Ben hangi görüşten olursa olsun kimse üzülsün istemem. Hiçbir partiye girmeyip her partiden insanı temsil etmeye devam etmek daha doğru. O yüzden bana tarafsızlık yakışır.’’ dedim Bekir Usta’yı kırmadan. Bekir Usta beni çok seviyordu. Bu nedenle üsteledi: ‘‘Sen bizim yüzümüzü güldür be hocam, neyliyon başkasını.’’ dedi. Ben de istifimi bozmadan tatlı bir tebessümle: ‘‘Ben Demokrat Parti’ye üye olamam, ben tarafsız kalmak istiyorum. Öğretmen, eğitimci adamım ben. İnsanlara yol göstermekle mükellefim. Onun için ben tarafsız kalacağım. İsmet Paşa’nın da, Menderes’in de, Osman Bölükbaşı’nın partisine de eşit mesafede olacağım’’ dedim. O günlerde de yurdun dört bir yanda Osman Bölükbaşı rüzgarı esiyordu. Yiğit adamdı Osman Bölükbaşı. Öyle bir konuşma yöntemi vardı ki, adeta akıllara zarardı. Çıktığı kürsüde hiç konuşmadan bardaklarca su içip dururdu ve hiç konuşmazdı. Her su içişinden sonra ara verip sanki bir şeyi onaylıyormuş gibi kafasını öne doğru sallar, eliyle de kalbinin olduğu yere hafifçe vururdu. Gazeteler Osman Bölükbaşı’nı ‘‘Neredeyse 200 kere kürsüde hiç konuşmadan aralıklarla sadece su içti. Hiç konuşmadan her su içişinden sonra ara verip eliyle göğsünü vurup başını sallayarak milleti selamladı.’’ diye manşetlere taşıyordu. O günlerde siyasi analiz yapan tüm köşe yazarları da Bölükbaşı’nın bu hareketini ‘‘konuşmadan, daha tesirli bir hareket ve hitap şekli’’ diye yorumluyordu. Osman Bölükbaşı’nın bu sessiz konuşma sebebinin de evvelki seçimde kendisini vekil seçtiği için Menderes rejimince Kırşehir’in ilçe yapılarak cezalandırılmasından kaynaklandığının herkes farkındaydı. Bölkübaşı’nın konuşmak isteyip de konuşamadığı, kendisine göz açtırılmadığı gayet açıktı. Adam gözleriyle, mimikleriyle, baş ve el hareketleriyle, su içişiyle konuşmaya çalışıyordu. Derdini böyle anlatmaya çalışıyordu. İşte Osman Bölükbaşı’nın içinde bulunduğu bu vaziyet üzerinden Menderes hayranı Bekir Dayı türlü şakalar yapar, Osman Bölükbaşı’na gönül veren köy sakinlerini kızdırarak onlara takılırdı. İşte ben de okulların kapanmak üzere olduğu, çocukların karnesini yazmaya başladığım günlerde bir fırsatını bulup Bekir Dayı’nın kapısını çaldım: ‘‘Bekir Dayı! Ben artık evleneceğim. Alaşehir Dereköy’e, memleketime, nişanlımın yanına düğünümü yapmak için gidiyorum. Düğünden sonra da müstakbel eşimi alıp geleceğim inşallah!’’ dedim. O zamanlar köye girişlerde, köyden çıkışlarda hep köyün birinci azâsından izin alınırdı. Adam köyün muhtarı gibiydi adeta, çok saygın ve babacan biriydi. ‘‘Hocam, sen ne diyorsun? Hayatta senin evleneceğine inanmam!’’ dedi şaşırmış bir halde. Ben de: ‘‘Hayırdır Bekir Dayı, bunda şaşılacak ne var ki? Ben evlenemez miyim yani?’’ diye sordum. ‘‘Ama bak şimdi bu olmadı hocam! Hani Hüseyin Dayı var ya, muhtar dayı çok bozulacak şimdi bu işe, adamın hayalleri yıkılacak!’’ dedi. Köyün muhtarı Hüseyin Solak’ı kastediyordu. Köyün ağababasıydı adeta Hüseyin Solak. Kendisi elinden yemek yenen, ekmek yenen adamdı. Ben anneannenle evlendikten sonra onunla beraber bu Hüseyin Solak’ın evine misafir olurduk, bizi krallar gibi ağırlardı Hüseyin Solak. Üstelik beraber yemek yedikten sonra bizi evimize kadar geri getiren, bu derece babacan olan bir Hüseyin Solak’tan söz etmekteyim. Misafirini yolda bırakıp gitmeyecek bir karaktere sahipti. İşte böyle bir Hüseyin Solak’ı kasteden Bekir Dayı cebinden bir sigara çıkarıp önündeki sehpadan aldığı çakmağı çakarak yaktığı sigarasından bir nefes çekti. Bir yandan da öbür eliyle çenesini kaşıyordu. Konuşurken zaman kazanmaya çalışır gibi bir hali vardı. Biraz öksürdükten sonra yutkunup sözlerine devam etti: ‘‘Muhtarımız Hüseyin Ağa iki kız kardeşinin olduğunu söylüyordu. ‘‘Kazım hoca hangisini beğenirse birini evereceğim Kazım hoca beyle.’’ Diyordu. Şimdi sen evlenmeye mi gideceksin?’’ dedi tane tane konuşarak. Ben de hiç istifimi bozmayıp: ‘‘Ben zaten nişanlıyım; okullarda dersler bitme aşamasına gelsin, çok sıcaklara kalmadan düğünümü yapar, ertesi gün de buraya geri gelirim diye planlamıştım. Şimdi de bu planım doğrultusunda düğünümü yapmaya gidiyorum!’’ dedim. Gerçekten de hummalı bir hazırlık yapıyordum. Anneannen Suna’yla evlenirken ona Denizli çarşısından gözlük marka çorap almıştım. Gelinliğinin üzerine o çorapla gelin olmuştu. 400 lira maaşımın üzerine Mahmut dayımdan borç alarak evliliğimizi yapmıştık. O anda Bekir Dayı da bakıyor çoktan ok yaydan çıkmış: ‘‘Zararı yok Kazım hocam! Güle güle git, güle güle evlen de gel. Allah mesut bahtiyar etsin!’’ diye de ekledi. Hiç kimseyi kırmayan, çok zarif insanlardı Aşağıseyit Köyü’nün sakinleri. Ben çok sonraları Bekir Usta’nın kızını köy muhtarı Hüseyin Solak’ın oğlu Ali Solak’la evlendirdiğini, Hüseyin Solak’ın kız kardeşlerininse yaban ellerden, uzak köylerden başka erkeklere gelin verildiğini işittim. Bize de iyi temennilerde bulunmak düşerdi. Tayinim çıktığı için Aşağıseyit’ten ayrıldıktan sonra bir daha Aşağıseyit’in o zarif, sıcakkanlı insanlarıyla karşılaşamasam da o insanları hiçbir zaman unutmadım ve o insanlar için hep iyi dileklerde bulunup dualar ettim.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.